Yarım Adam

 

Elleri cebinde, gözleri yerde yürüyordu. Yerdeki parke taşlarının çizgilerine basmamaya çalışıyordu bir yandan. Daha sonra bunun ileride takıntı haline gelmesinden korktu. Bu yüzden korkusunun üstüne gitmeye karar verdi. Her adımında parkeleri ayıran o kalın çizgileri ezmeye başladı. Birkaç dakika böyle devam etti ama bu sefer de çizgilere basmadan yürüyemediğini fark etti. En iyisi düşünmemekti. Düşünmezse eğer olurdu bu iş.  Bu kesin ve en katı çözümdü. Biliyordu düşünmemenin gücünü. Düşünmedi ve yürüdü. Başını kaldırdı, ileriye baktı. Sadece yürüdü. Olmuştu işte.

Boş bir bank aradı etrafında. Deniz kenarında, bu ikindi güneşinin keyfini kaçırmamalıydı. Yanındaki bankta bir çift, el ele oturmuş ufka doğru bakıp güneşin batışını, denizi yakıp, kızıla boyayışını izliyorlardı. Gerisindeki bankta ise yaşlı bir adam vardı. Dinleniyor muydu yoksa acı mı çekiyordu bu güzel manzarada, belli belirsizdi ama onunda gözleri güneşin batışındaydı. Belki bir zamanlar şu bankta oturan çiftler gibi geliyorlardı buraya, ellerinde onun da ellerini tutan sıcak ve pamuk gibi yumuşak bir sevgilinin elleri vardı. Kim bilir kaç defa izlemişlerdi güneşin batışını buradan, kim bilir şu vapur kaç kez selamlamıştı onları? Bir şeyler oldu belki bunca yıl sonra. Elleri ellerinden düştü. Sevgili, belki meçhule giden bir gemiye bindi buradan. İlk önce sevgilinin elleri soğudu sonra da adamın. Çünkü ısıtacak narin parmaklar yoktu artık avuçlarında. Ve her akşam buraya gelip, o meçhule giden gemiyi aramaya başladı bu bankta. Yüzündeki çizgileri donmuş adam, belki o gemiyi hatırlattığı için selam veriyordu vapura ve tebessüm düşüyordu eskimiş yüzünden soğumuş ellerine. Sonra, adamı bırakıp başka bir bankı aradı gözleri. Biraz ileride boş bir tanesini yakaladı. Hemen düşünmediği adımlarını hızlandırdı. Yanına gelince, bankın neden boş olduğunu anladı. Bazı tahtaları kırık ve eksikti. “Olsun.” dedi. Önemli olan güneşin batışıydı ve zaman aleyhine işliyordu. Kendini hafifçe bıraktı bankın kırık kollarına. Düşündüğü kadar rahatsız olmamıştı. Ve şimdi herkes gibi yapmalı, gözlerini ufukla buluşturup dalmalıydı, kaybolmalıydı o derin kızıllıkta. Öyle de yaptı ama olmadı. Yine düşünmeye başlamıştı. “Neden?” Diye sordu kendi kendine. Neden yaşlı adam gibi aradığı birileri yoktu bu ufuk çizgisinde ya da yanı başındaki çiftler gibi hayallerini de koyamamıştı oraya? Sonra vapurun sesi duyuldu. Düşünceleri bölündü ve sevindi adam. Kafasını kaldırıp vapurun selamını aldı. Teşekkür edercesine bakıp yaşlı adamın tebessümünü taklit etti. Vapur da gülümsedi adama ve iskeleye yüzlerce insan bıraktı teşekkürüne karşılık olarak. Kimisi otobüsünü kaçırmamak için koşuyordu. Sanki insanoğlu karaya ilk kez ayak basmış gibiydi. Herkes hızla bir yerlere doğru dağılıyor, koşuyordu. Herkesin acelesi vardı. “Demek ki herkesin bir bekleyeni var. Bekleyeni olmayanın acelesi neden olsun?” diye geçirdi içinden. Kendisinin hiçbir zaman acelesi olmamıştı çünkü.

Ellerinde seyyar tezgâhları olan iki adam yaklaştı. Ağırlığı belli olan camlı dolabın içinde sıcak börek vardı. Yanındaki adamın piknik sepetine benzeyen çantasında bardakları ve sol kolunda takılı olan termosu bu ikilinin arkadaşlığının da sebebi gibiydi. Yaklaştılar. “Sıcak börek var abi, vereyim mi?” “ Yanında sıcak çayda var abi.” diye tamamladı seyyar çaycı. Adam haklıydı tamamlamakta. Böreğin bile yalnız tadı olmazdı, kuru kuru gitmezdi. “Ver dayı bir ıspanaklı, çay da demli olursa iyi olur.” dedi. Bu kıyıdaki ilk müşteri olarak gururluydu ve onlar da umutluydu. Daha iner inmez ilk müşteri ayak diremeden almıştı börekle çayını. Ve bu saatlerde kıyı hep kalabalık olurdu. “Kolay gelsin, kazancınız bol olsun.” dedi. Börek sıcaktı ama buharın etkisiyle olması gerekenden fazla yumuşaktı. “Çayı iyiymiş, bir de şöyle ince belli cam bardakta olaydı daha hoş olurdu.” dedi. Zaman işliyordu aleyhine ve o hâlâ ufka dalamamıştı.

O da haklıydı. Bir yerde, beklediği bir kimsesi yoktu. “Bekleyenim var mı acaba?” diye düşünürken o trajik tebessüm yine belirdi yüzünde, “Güldürme beni.” dercesine. Hayallerini koysa olmazdı. Koskoca ufuktu bu. Güneşi bile yutan koskoca bir ufuk. O an anladı ki tek başına olmazdı bu iş. Bu yüzden herkesin yanında birisi vardı. “İşte şimdi oldu.” dercesine vapurun sesini yeniden duydu. O kadar insan tanımıştı bu koca vapur, ona da elbet birini bulurdu. Ayağa kalktı, kıyıya doğru yanaşıp vapura el salladı. Fısıltısını rüzgârla ardından yolladı. “Bana bir yar bulup getir karşı kıyıdan, iskelede bekliyorum seni, hiçbir şey anlamıyor insan yoksa bu manzaradan.”  Kalender bir şekilde cevap verdi o kalın sesiyle vapur: “Tamam. Bekle beni genç adam, iskelede ol yarın akşam.” İçinde bir şeyler kıpırdadı, sevinmişti. Hayatında ilk defa bu kadar umut etmişti. Düşünmediği adımları düştü önüne, yarın için hazırlanıp sağlam bir bank bulmalıydı yıllarca beklediği sevgilisine…

 

Bağdat KOCATÜRK

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir