
Günaydın, dedim. Bir, bilemedin iki kez öksürdüm. Boğazımın yerinde olup olmadığını birtakım seslerle kontrol ettim. Yerindeydi. Balkon demirlerini tuttum; sabrımı sınadım. Günaydın, dedim. Daha kısık, daha bitkin. Topu komşunun bahçesine kaçmış çocuğum. Bakakaldım sesimin yankısına. Uyanır uyanmaz sesleriyle gökyüzünü boyayan kuşlarla selamlaştım. Balkonuma konuk olanlarla hasbihal ettim. Zihnimdeki cezaevine düşen şiirleri kaldırıp okudum. Pek memnun kalıyorlar, merak etme. Seni de sordum. Halini hatırını sonra. Benim hatırım senle dolu. Sen bilmezsin.
Mandalların bir kısmı kırılmış, bir kısmının boyası çıkmıştı. Yenilerini alacaktım. Salça konservelerine çiçekler ekmiştim. Kurumuşlardı. Fazlasıyla unutkandım. Hatta bir keresinde doktora gitmiştim. Vücudumdaki bazı vitaminler eksikmiş. Hangi vitamindi?
Annemin bir zamanlar çiçek sevdasına aldığı fakat balkonda durmaktan sararan bidondan su döktüm. Avuçlarımı gezdirdim. Sonra ellerimi kokladım. Kokunu bilmediğim halde çiçeklerin sen koktuğunu anladım. Dar sokağın iç karartıcı, rutubet kokulu apartmanına ressam Bob’un fırçası değmiş de fark edememişim. Ben zaten hep sonradan fark ederim.
Laklak yapacağım diye unuttuğum çayı içtim. Soğumuştu. Her şeyde seni, kendimi buluyordum ve kendime çok kızıyordum. Her şeyi unutan bu kalp bir seni unutmuyordu. Allah bu kalbi ne yapsın-dı!
Bardağı balkonun mermerine bırakmıştım. Annem alırdı. Onsuz hiçbir şey yapamazmışım. Ne yalan söyleyeyim haklıydı bir yerde. Annem hep haklıydı.
Kuşlarla vedalaşıp şövalemin karşısına geçtim. Baktım, yalnızca baktım. İnsan isteyince her yer ayna oluyor. Gözlerime, gözlerimin içine… Sayfaya manidar bir gülüş bıraktım. Palette eksik boyalar varmışçasına çizmeye başladım. Bugün bir şiir çizecektim. Evet, evet yanlış yazmadım.

Yemyeşil çimenlerin, rengârenk çiçeklerin konuk; karıncaların ev sahibi olduğu bir toprak çizdim. Çizdiğim çimenlere uzandım. Mavi gökyüzünün üstüne bulutlar kondurdum. Çizdiğim bulutların resmini çektim. Arada dayanamayıp hayaller kurdum. Elimden başka bir şey gelmiyordu zaten. Birbirine kenetlenmiş iki dağın arasından beliren bir güneş çizdim. Güneşin üzerine gülüşünü ekledim. Gülüşüne güldüm.
Bacası, bakışların tüten bir ev çizdim. Simsiyah. Maden işçisiyim. Tek tek gözlerini yerin derinliklerine hapsettim. Kimse görmesin. Evin önüne çınar ağacı çizdim. Dalları, parmakların… Ah, o eller nasıl unutulurdu?
Üzerine güneşin gölgesi düşen deniz çizecektim. Mavinin en açık ve en koyu tonlarını karıştırdım. Hayır, bu sefer bizi hatırlamayacaktım. Senin doğu, benim batı olduğum gelmedi elbette aklıma. Dünyanın yuvarlak oluşu geldi. Deniz için koyu bir renk olmuştu. Parmağımla dağıttım. Her dokunuşum da biraz daha mahvettim. Ardından denizin içindeki dünyayı çizdim. Balıklar, yosunlar, mercanlar… İsmini bilmediğim pek çok şey çizdim. Üzerine bir kat daha mavi boya geçtim. İnce uçlu bir fırçayla sandal çizdim. Sandal kadar kalbim, denizler kadar şey barındırıyordu içinde. Fırçamı ve paletimi masanın üzerine bıraktım. Denizde bugün yeterince boğulmuştum. Ellerimi temizleyip, ortalığı toplayacaktım.

Camın karşısına geçtim. Mermerin üzerindeki kitabı elime aldım. Sayfalarına göz gezdirdim. Başka seyahatlerden pek hoşlanmıyordum. Hayatımda hiç deniz de görmemiştim. Tablolardan gördüğüm kadarıyla çiziyordum. Doğruyu söylemek gerekirse mercan kelimesinin ne anlama geldiğini de bilmiyordum. Onu da bir kitapta okumuştum. Seyahatte gözüme takılan kelimelerden biriydi. Kitabı yerine koyacakken, kapağının masmavi olduğunu gördüm. Ellerimi temizlemeyi unutmuştum.
Unutulacaklar listesine artık seni de eklemeliydim. Zira artık kendimi de unutacağım. Hatta şu anda unutmalıydım. Senin “saye”nde güneşin kızgın ateşlerinden, karın serinliğinden korunmak… Belli ki nasibime yazılmamıştın. Eğer seni unutmaya karar vermeseydim, annem olur silerdim, yıkardım alnımı. Sonra ellerimi açıp dua ederdim. Fakat seni unutmaya karar vermiştim. Bana hiç yaklaşmayan “saye”nden gidiyordum. Ne de olsa unuttum.
Aslı Coşkun
9 Yorum