
Bugün patronun günü. Kulağında kulaklık aklında ölüm, tıngır mıngır geliyor uzaktan. Acelesi yok. Yürürken bile ısrarla sorularına cevap arıyor. Nasıl diyor, nasıl? Bu ölüm, diyor. Yoksa yürümek gibi bir şey mi diyor? Ölmek istediğinden falan değil. Hayır, ölüme hazır olduğunu sanmıyorum. Tabii ki onun için hazırlık yapıyor ama sadece merak ediyor.
Eskiden beri tanırım patronu. Düşünceli adam sağolsun. Patron diyorsam öyle patron değil. Lafın gelişi patron. Az kişi bilir onun bu düşünceli tavırlarını. Sürekli ölümden bahseder. Nasıl bir şey bu, der. Çok farklı bir şey, der. Ürkütücü olduğunun farkındadır. Korkuyor mu bilmem ama dilinden düşmüyor. Mesai bitene kadar dinlemekten sıkılmam patronu. Ölümü anıyoruz bu sayede. Her gün böyle. O konuşur, ben dinlerim. O sorar, ben bakarım. Ben bakarım, o düşünür. Çay aralarında bile konumuz bu; ölüm nasıl bir şey?
Cevabını yıllardır bulamadı. Merakını da yenemedi tabii. Ölümle ilgili bazı sınırları aşamıyor. Ölüm, başlı başına bir sınır zaten. Sonrası ise sınır ötesi. Bu da merak ediyor. Ölüm işte arkadaş, neyini merak ediyorsun. Hazır mısın, değil misin ona kafa yorsana. Ölüm yahu ölüm! Sonrasında yorulmadığın, kırılmadığın, oturmadığın, acıkmadığın ya da susamadığın bir eylem. Aslında tam tersine sustuğun bir eylem. Susarak netice beklediğin, sonucu eleştiremediğin bir olgu. Havsalanın almadığı, kabul edemediğin bir gerçek. Galiba buldum cevabı. Neyse, patron geldi.
Odaya girip direkt çiçeklerini suladı. Yapılacaklar listesini kontrol edip biraz çalışır gibi yaptı. Ha bire saatini kontrol ediyor. Gözleri kısılmış, migreni tutmuş belli.
Zaman yaklaştı. Koltuğunu pencere kenarına kadar itelemiş. Tereddütlü tavırları odadan dışarıya taşıyor. İçerde sisli bir hava var. Acı kahvesini yudumlarken gözlerini yine karşı binanın çatısına dikmiş. Dört gözle bekliyor.
İşte… Martı yine geldi. Martının her salı aynı saatlerde çatıya geldiği dokuzuncu haftaydı. Aralarında kuvvetli bir bağ oluşmuştu. Sanki her cuma ikindiden sonra gel talimatı almış bir martıydı bu. Aklını kemiren sorulara bir gün cevap vereceğine inanmış olsa gerek ki kaçırmak istemiyor bu anı. Evet, öylece martı seyrediyor şimdi patron. Onca meşgalenin arasında yaptığı işe bakın. Martı seyretmek.
Martı etrafa bakınıyor. Patron da onu takip ediyor gözleriyle. Sanki patron bir soru soruyor da martı cevap veriyor gibi. Geçen haftalardan farklı bir görüşme olduğu kesin. Bu defa martı ve patron konuşuyor.
Patron uzun süre martıyı seyretti. O kadar uzun sürdü ki nihayet uyudu kaldı. Martı yerinde yok. Kahve fincanı elinden düşüp kırıldı. Sıçrayarak uyanması gereken patron, parmağını bile oynatmadı. Bir hengâme koptu orada. Ölmüş, diye bağırdı biri. Olacağı buydu. Yürümek gibi bir şeydi ölüm işte. Seyretmek gibiydi.
N. Cihan Karakurt
1 Yorum