Belediye başkanlığı koltuğuna oturduğu günden beri ilk kez toplu taşıma aracına binmişti. O kadar uzun yıllardır başkandı ki; halk içinde olmanın ne anlama geldiğini unutmuş gibiydi. Yabancı bir memlekette ikinci sınıf vatandaş gibi hissediyordu. Kendisini tanıyanlar öfkeli bakışlarla süzüyor, yanlarındakilere fısıltılarla bir şeyler söylüyorlardı. Bu fısıltıların muhataplarının aniden yüzü asılıyor, nefret kusan gözlerini keskin hareketlerle üzerine çeviriyorlardı. Şuradan bir kişi uzatır mısınız diye ürkek harflerle dillendirdiği ricasındaki nezaket tavırları bile kendisini kurtarmaya yetmemişti. İyice sıkılmış, bunalmış, yüzü kızarmıştı. Ne yapacağını bilmiyor, tutamaçları bir yakalayıp bir bırakıyordu. Kravatını gevşetiyor, ceketini bir çıkarıp bir giyiyordu. Ani frenlerde kendini tutamayıp insanlara çarptığında nasıl özür dileyeceğini bilemiyordu. Her haliyle çaresizlikle çepeçevre sarılmış vaziyetteydi. Yan taraftan geçen makam araçlarına takıldı gözü. Bir anlığına, çakarları yakıp trafiği yara yara geçtiği zamanlar geldi gözünün önüne. Ani bir frenle tekrar sarsıldı, arkasındaki iri yarı adama dönüp korkuyla özür diledi, kravatını önce sıktı sonra gevşetti, ceketini çıkardı birazdan tekrar giydi, pantolonunun cebinden çıkardığı buruşmuş bir kâğıt mendille yüzündeki, alnındaki ve ensesindeki terleri sildi… Bu duruma nasıl düştüğünü sorgulamaya bile mecali yoktu. Bir an önce bu kâbus bitmeliydi. Bitti de!
Yıllardır şehirlerini yöneten başkandan sıkılan halk yerel seçimleri bekliyor, bu sefer hiçbir vaade kanmayacaklarını söylüyordu. Özellikle de başkanın halktan kopuk olduğunu, şehrin zenginlerinden oluşan seçkin bir zümreden hiç ayrılmadığını ve dolayısıyla kendilerinin değil onların başkanı olduğunu belirtiyorlardı. Dediklerine göre başkan bey, halkın memnun olmadığı bir durum ortaya çıkınca hemen seçkinleri topluyor, durumu onlarla değerlendiriyor ve ortada bir sorun olmadığını sonucunu ilan ederek kendini temize çıkarıyordu. Artık değişmeli, kendilerini dinleyecek birisi şehri yönetmeliydi.
Başkan kâbustan uyandığında nefesi sıkışmış, alnında ter damlaları birikmişti. Yerel seçimler yaklaşıyordu. Anket sonuçları hayra alamet değildi. Bir şeyler yapmazsa başkanlık elinden gidecek, halktan biri olacaktı. İyi biliyordu ki; makamını kaybederse saygınlığını da yitirecek, kimse şahsından dolayı kendisini saymayacaktı. Hemen harekete geçmeliydi. Gecenin bir vakti olmasına rağmen sekreterini aradı ve seçkinleri bir toplantıya davet etti. Şehrin sorunlarını onlarla istişare edecekti.
İbrahim Halil Aslan
1 Yorum