Edebifikir’in dört hikâyecisi her hafta bir “kelime”ye dört farklı gözden bakacak ve kısa hikâyeler yazacaklar.
İlk kelimemiz “Pencere”.
Aşağıda “Pencere” ile ilgili dört kısa hikâye mevcut. Siz de “Pencere” ile ilgili farklı bir bakışla 100-150 kelime arasından kalmak şartıyla hikâye yazabilir ve bize gönderebilirsiniz. Biz de yayımlar, size hediye olarak kitap göndeririz.
***
Celal Kuru / Zılgıt
Annesinden yediği zılgıt ile kendisini sokakta bulmuştu. “Akşama kadar elinde telefon, kukuma kuşu gibi oturuyorsun. Azıcık sokağa çık, insan içine karış.” diye bağıran annesinin tiz sesi sokağı kapladı. Kapıdan çıkıp başını kaldırdığında havada bir topun döne döne kendisine geldiğini gördü. Arturo Vidal orta yapmıştı da kendisi de Messi’ydi sanki. Topu göğsünde yumuşattı. Tribünler yıkılıyordu. Kaleci bir panter gibi bekliyordu. Topa ayağının üstüyle vurduğu anda, “Gooool” diye bir çığlık duymayı beklerken, duyduğu büyük bir şıngırtı oldu. Dökülen cam kırıklarının değil, kemiklerinin kırılma sesiydi. Etrafına bakındı. Kimseler yoktu. Koşarak şadırvana sığındı. Hem abdest alıyor, hem titriyor, “Allah’ım! Lütfen annem babam duymasın, söz bir daha yaramazlık yapmayacağım!” diye yakarıyordu.
O esnada sokaktan geçen güzel bir kadın, camın kendi cazibesine dayanamadığını, genç adam kimse tarafından anlaşılmamasının eşyaya bile sirayet ettiğini, orta yaşlı bir kadın, bu işleri hep cinlerin yaptığını, çay ocağında oturan ihtiyar ise, âh bu gençler. İyice yoldan çıktılar, günahlarına pencere, kapı bile dayanamadığını düşünüyordu. Camı kıran ise abdestini almış camiye doğru koşuyordu.
Ömer Can Coşkun / Pencereler
Mansur Usta annesinin vefat ettiğini öğrendiğinde bir inşaatın pencerelerini takıyordu. İşi yarım bırakıp ortadan kayboldu. Mahalleli, canına zarar verecek korkusuyla her yerde Mansur’u aradı. Bulamayınca geri dönüp annesini yıkadılar, kefenlediler, tabuta koydular. Namaza kadar camiinin bir odasında beklettiler. Namaza yakın Mansur Usta camiin etrafında göründü. Birkaç kez camii bahçesinde dolandı, annesinin bulunduğu odaya girdi. On dakika sonra hiçbir şey olmamış gibi çıktı odadan. Mahalleli ne yaptıysa durduramadı Mansur Usta’yı. Tekrar kayboldu ara sokaklarda. Mansur Usta “meczup” oldu dediler. Cenaze namazı kılındı. Annesini kabristana götürdüler. Yeşil örtüyü tabutun üzerinden alırken imamın duası yarım kaldı. Cemaat şaşkın bir vaziyette tabutun üzerine beyaz tebeşirle çizilmiş irili ufaklı pencerelere bakıyordu.
Hatip Ekinci / Düşünmeyi Düşünmek
Ha bire “Düşünmeyi düşünmek! Düşünmeyi düşünmek!” deyip duruyordu. “Yahu Allah’ın aşkına,” dedim “neden bahsediyorsun? ‘Düşünmeyi düşünmek’ de nedir? ‘Boyamayı boyamak’, ‘yürümeyi yürümek’ sözleri kadar anlamsız ve saçma şu an söylediğin şey!” “Yahu” dedi “sen hiç pencereden dışarıya bakmaz mısın?” “Bakmaz olur muyum hiç?” dedim “ Yıllarım pencerelerden dışarıya bakmakla geçti. Hatta diyebilirim ki ben, bir memur çocuğu ve aynı zamanda kendisi de memur olan biri olarak, dünyayı en çok pencerelerden seyretmiş, görmüşümdür. Fakat bunun konumuzla ne alakası var?” “Hah işte!” dedi “‘Düşünmeyi düşünmek, yıllarca kendisiyle dünyaya baktığın o pencerenin biraz gerisine çekilip bir de baktığın o pencereye bakmaktır. İşte ancak o zaman doğru bilgiye ulaşma şansı yakalarsın.” Hâlâ o günün şokunu atmış değilim. O günden beridir de ne zaman düşünce dünyasının bir manzarasına baksam, dönüp bir de baktığım pencereye bakarım.
Cüneyt Dal / İhtiyar Dost
Evdeki son günüydü. Birazdan gelip huzurevine götüreceklerdi onu. Artık kendi bakımını yapabilecek bir durumda değildi. Muhabbet kuşunun kafesine yöneldi. “Kendine bile bakamayan ben…” diye mırıldandı, sözün sonunu getiremedi. Kafesi açtı, salıverdi dostunu pencereden. Kuş, balkon demirlerine kondu. Sonra uçup gözden uzaklaştı. İzledi bir süre ihtiyar adam. Zil çalıyordu, irkildi, yüreği pırpır etti ve ardından o da uçtu ihtiyar dostuna doğru…
2 Yorum