Bilim adamları örümceklerin, yapılarında bulunan doğal bir sıvı ile çelikten daha güçlü bir madde üretebildiklerini söylüyor. Bu üretilen madde çeşitli formlarla karşımıza çıkıyor. Dairesel sarmallı ağ, karmaşık ağ, yün ağı, tabakalı ağ ve huni ağı… Genellikle şahit olduğumuz ağ biçimi ise, dairesel sarmallı olanıdır. Çocukluğunu Spider-Man sinema filmleri ve karikatürleriyle geçirmiş olanlar için örümcek ve ağlarının ayrı bir cazibesi vardır. Haliyle yaşadığımız süreç, sekiz bacaklı olağanüstü yaratıklara ayrı bir yakınlık doğurdu. En azından bende böyle oldu. Hatta zaman zaman bir örümcek kazara, tavandan içime düşse ve bileğimden ısırsa, ben de bir örümcek adam olabilsem diye defalarca hayal kurmuşluğum vardır.
Burada sinemanın arka planını oluşturan etkenleri ya da yapılmak istenen zihinsel operasyonların detayına girmeyeceğim. Ancak örümceklerin, üzerimde bu denli etkili olmasını, -büyümüş olduğumuz için- bir araştırma konusu yapacağım. Bir süredir örümcek türleri ve ağlarını inceliyorum. Uğradığım bazı mekânlarda, duvar kenarlarının boydan boya örümcek ağlarıyla kaplı olması; ağa düşen arı, sinek ve bazı böceklerin çaresizce debelenmesi, harika bir gözlem olmuştu benim için. Bu gözlem sürecini, bazı makale ve belgesellerle desteklemeye çalıştım. Hatta bir belgesele kendimi o kadar kaptırmıştım ki ağır çekimde, dairesel bir ağ örmekle meşgul olan örümceğin yavaş hareketleri beni de ağır çekime almıştı. Karnında biriken ipeğin yine karnındaki deliklerle dışarı çıkması, ayaklarıyla onu ağa dönüştürmesi ve ardından onu bir diğer parçayla birleştirme çabası bir süre sonra ortaya muazzam bir sanat eseri çıkartmıştı.
Ayrıca belirtmek gerekir, örümceklerin yapısında bulunan bu ağların çok çeşitli maddelerden müteşekkil olması ayrı bir şaşkınlık sebebiyken bunu sentezleyerek çelikten daha sert bir maddeye dönüştürmesi daha çarpıcı bir durum. Bu sebeple bazı bilim adamları bu süreci bir örümceğin kendi matematiğiyle yapmasının mümkün olmadığını ancak bir programlanma sonucu olduğunu dile getiriyor.
Belgeselin bitmesine yakın zihnimde bir aydınlanma gerçekleşti. Üç yıldır bir türlü cevaplandıramadığım sorunun cevabıyla belgeselden koptum. Bir tarih öğrencisi olarak, tarihöncesinin var olan enerji alanının bilinmezliği konuşulsa dahi hâlâ etkisini sürdürdüğü aşikâr. Aynı zaman da tarihi süreç hakkında da yığınla bilgiye sahibiz. Uzun süren bir çalışma neticesinde anlaşılacak olan bu iki dönemi kendi hayatımda nasıl anlam kazanacak?
Bu noktada meseleyi hikâyemle benzerliği bulunan başka bir detayla daha iyi izah etmek ve olaylar arasındaki bağların ne kadar da etkileyici olduğunu Umberto Eco’nun başından geçen bir hadiseden faydalanarak ifade edeceğim.
“Mezuniyet tezimi yazarken, çetrefilli bir kuramsal sorunu çözüme kavuşturan belirleyici fikri, bir tezgâhta tesadüfen bulduğum Başrahip Vallet diye biri tarafından 1887 yılında yazılmış pek de büyük bir özgünlüğe sahip olmayan bir kitapçıkta buldum.” Eco, ihtiyacı olan o fikri bulup, çalışmasını tamamladığında, gazeteci Beniamino Placido, Repubblica isimli gazeteye bir tanıtım yazısı yazıyor. O tanıtım için Eco şöyle söylüyor:
“Placido’nun yorumu o kadar da tuhaf değildi, araştırma her zaman bir maceradır; fakat Placido’nun sözlerinden, öykümü anlatabilmem Başrahip Vallet’yi uydurduğum gibi bir anlam çıkıyordu. Aradan uzun bir süre geçtikten sonra onunla karşılaştığımda şöyle dedim: Haksızlık ediyorsun, başrahip var ya da vardı, kitabı evde hâlâ duruyor; 20 yıldır kitabın kapağını açmamış olsam da, iyi bir görsel hafızam olduğundan kitabı da, o fikri bulduğum sayfayı da ve kenarına koyduğum kırmızı kalemle yazılmış ünlem işaretini de çok iyi hatırlıyorum. Evime gel de sana bu meşum Başrahip Vallet’nin o meşum kitabını göstereyim.”
Daha sonra Placido ile evine giderek kitabı tozlu raflardan indiriyor ve ilgili sayfada bulunan ünlem işaretini buluyor. Bu anı ise şöyle anlatıyor:
“O bölümü okudum, iki kez okudum, iki kez daha okudum ve şaşırdım kaldım. Başrahip Vallet ona atfettiğim düşünceyi formüle etmiş değildi, yani yargı kuramı ve güzellik kuramı arasında (bana öylesine muhteşem gözüken) o bağlantıyı asla kurmamıştı. Vallet’yi okurken, onun söylemekte olduğu şeyden gizemli bir biçimde ilham alıp aklıma o fikir gelmişti anlaşılan; altını çizmekte olduğum metindeki şeyle aynılaşarak fikri Vallet’ye atfetmiştim. 20 yıldan fazla bir zamandır yaşlı başrahibeye aslında bana vermediği bir şey için müteşekkir durumdaydım. Sihirli Anahtar’ı kendim üretmiştim. Ama olan biten tam da bu muydu?”
Eco’nun verdiği cevap ise şöyle:
“Eğer Vallet’yi okumamış olsaydım, o fikir aklıma gelmeyecekti. Belki o fikrin babası o değildi ama deyim yerindeyse ebesiydi. Bana bir şey armağan etmemişti ama zihnimi zinde tutmama yardımcı olmuş ve bir şekilde beni düşünmeyi sürdürmem konusunda harekete geçirmişti.”
Eco’nun bu anısını, tez için olmasa da tarih okurken kafamı kurcalayan bazı sorulara cevap bulmamda yardımcı örümcek belgeseline benzetiyorum. İkinci sınıfta Osmanlı Tarihi dersleri görmeye başlamıştık. Ama devletin varoluş süreci uzundu. Üstelik Osmanlı’nın tarihine bakmakta yeterli olmuyordu, bunun yanında Osmanlı’dan önceki süreçler, Osmanlı’nın çağdaşı devletler, ekonomiler, fikir dünyaları, coğrafi bilgiler ve birçok etkenle meşgul olmak gerekiyordu. İşin içinden çıkamayınca akışına bırakmaya karar verdim ve ikinci sınıfta o dersten kaldım. Bir metot lâzımdı bana. Tarihi süreci tanımlama da yardımcı olarak bir metot. İşte bu metodu o belgeselde ki örümcek ağının yapımında buldum: Ağ yavaş yavaş örüldükçe ortaya sistematik bir şekil çıkıyordu. Her bir ağ parçasını başka bir parçayla birleştirerek, sonunda daire şeklinde, bütün uçlar birleştirilmiş ve iki sabit noktaya dayandırılmış muazzam bir yapı meydana geliyordu.
İşte tarihte, tarihin başladığı günden bugüne değin sıralı bir okuma yöntemi izlenerek tamamlanacak bir hatırlama/anlamlandırma süreci değil, okunulan her metnin, incelenen her materyalin zihinde birbiriyle birleştirilerek, çağlara ve anlayış sistemine özen göstererek tamamlanacak ve parçadan bütüne giden bir faaliyetin tamamı olacaktı.
Hâsılı Umberto Eco, kendisine bir fikrin inşasında yardımı dokunan Başrahip Vallet’e teşekkürünü akademik hayatında ödedi. Ben de örümceklerin, öğrencilikteki baş sorularımdan birini ve bunun yanında birçok başka sorumun da cevabında etkili olmasını unutmayarak; teşekkürümü, kendilerine ve yuvalarına olan hayranlığımı koruyup, elektrikli süpürge torbalarına yollamayarak bir ömür birlikte yaşayarak sunacağım. Umarım bir örümcek tarafından ısırılmam ve örümcek adama dönüşmem.
İbrahim Orhun Kaplan
1 Yorum