Hayaller, Gerçekliği Öldürür

Süleyman Mete, Edebifikir’in planlarını bir bir uyguluyor. İlk hedefimiz modern insanın mabedi olan AVM’ler… Unutmadan, mermi silahta güzel durur.

***

Çayından bir yudum alıp, tabağa sertçe bıraktıktan sonra, “Ölmek için nefesinin tükenmesine gerek yok, kardeşim. Hayallerin bittiğinde, üzerine toprağı atmış olurlar.” dedi Şahin Abi. Çay kaşığını bıraktım ve içime yönelerek hayallerime elektroşok uyguladım. Birkaç tanesi dışında hemen hepsini hayata döndürmeyi başardım. Çayımdan bir yudum alıp, “Hayallerimize toprak atanların elinden küreklerini alırsak, oksijenin tadını daha iyi almaz mıyız abi?” dedim. “Kolların kanat olsun, kardeşim” dedi. Haydi uçalım o zaman, yaya kalmak isteyenler kendileri bilir deyip kalktık masadan. Önce silahlarımızı çektik, ateş etmeye başladık. Mermileri koymayı unutmuşuz. Koşup Mermici Emrah’tan, veresiye mermi aldık. Veresiye aldığımız için biraz yüzü turşu kıvamına geldi. Turşudan nefret ettiğimiz için hızla uzaklaştık yanından.

Saat 14.37’yi gösteriyordu. Şahin Abi, gözlüğünün camını silip ilk planı açıkladı. Plan şuydu; canımızı sıkanların bulunduğu AVM’yi tarayıp, çorba içmeye gidecektik. “Abi ben ezogelin söylerim” dedim. Sanki ben garsonmuşum gibi, “Ben de bir kelle paça alırım” deyip silahını temizlemeye başladı. Ben de silahımın gezine, gözüne ve arpacığına bakıp “Sos da getireyim mi abi?” deyip patlattım espriyi ama gülmedi. Partinin başlaması için, acıkmayı beklemeye koyulduk. İntikam soğuk yenen bir yemek değildir, açken yenir çünkü.

Planımız, sabırsızlıkla hedefe koşmak için bekleyen koşucular gibiydi. Akrep ve yelkovan, orkestra şefliğini yapan saniye çubuğunun yaptığı resitalde, Brezilyalı sambacılar gibi çılgınca dans ediyordu. Dans devam ederken, midemizde hareketlenmeler oluyor, beynimize “Hacım be, yavaştan bir şeyler yollasan ne iyi olur” tarzında sokak jargonuyla mesajlar veriyordu.

Tüm olaylar lehimize işlerken, Şahin Abi elma yiyen adamı görünce, “Mermici Emrah’ta el bombası var mıydı?” diye sordu. Elma yiyen adamı görünce anladım, el bombası fikrinin nereden zuhur ettiğini. Adamın yanına gidip, “Abi üç aydır elma yemiyoruz, fazla elman var mı?” diye sordum. Adam ürkmüş olacak ki, hemen poşetten iki tane elma çıkarıp verdi.

Midelerine düşkün olanlar, dolabında onlarca kıyafet varken daha da fazlasını isteyenler bir bir partiye katılmaya başlıyordu. İşin güzel tarafı, bu işi davetiye bastırmadan yapıyor olmamızdı. Banka oturup, kurbanların yüzlerine bakıp, sinsice sırıtıyorduk. Böyle durumlarda kimse kahkahayla gülmez çünkü. Boğaza karşı oturmuş gibi bir hâl vardı üzerimizde. Tam bu sırada Şahin Abi’ye dönüp “Ev var mı?” dedim. “Ne yapacaksın evi?” diye sordu. Öyle aklıma geldiğini söyleyip, ayakkabılarımın çözülen bağcıklarını bağlamaya koyuldum.

Neden sonra, Şahin Abi “Kokuşmuş olan dünyanın kendisi değil, karşımızdaki şu şatafatlı AVM” dediğinde  silahımı belimden çıkarıp mermiyi yuvaya verdim. Parti başlıyordu. Şahin Abi, “Ben sağ kapıdan, sen de sol kapıdan girersin. İşimiz bitince, Mermici Emrah’ın karşısındaki Çorbacı Mali’nin orda buluşuruz.” dedi ve helalleştik. Sol kapıya hızla ilerleyip, güvenlik görevlisine “Eğer sevgiline tekrar yumurta kırmak istiyorsan, gidip arabamın camını kıran şu çocuğu yakala.” dedim. Hangi çocuk olduğunu sormadan, koşarak çıktı.

Yağma, yıkım başlamıştı. İki kişi olmamıza rağmen koca bir ordu gibi hareket ediyor, önümüze geleni deviriyorduk. Şahin Abi sanatını konuşturuyor, bir ressam edasıyla renkleri birbirine katıyordu. Anlattıklarını, yazdıklarını anlamayan her insan için, birer cam patlatıyor, ardından adaletsizliğe sitemle, cansız mankenleri tokatlıyordu. Muson yağmurlarını andıran hızıyla sağanağa başlıyor, akıntıya yön veriyordu. Okyanus gibi âni yükselmelerle, korku filmi senaryosu yazanlara âdeta ders veriyordu. Gözünü AVM’nin batısına dikiyor ve keşfedildiği için lanet ettiği Amerika’ya küfürler ediyordu. Attığı her adımda, bir dükkân bitiyor; küresel sermayenin yumruklarına dayanamayıp, beyaz havlu atan esnaflara göz kırpıyordu.

Ben AVM’nin doğusuna koşuyor ve kafesler içine hapsedilmiş, özgürlüğü ellerinden alınmış hayvanlara gülümsüyor ve onları serbest bırakıyordum. Evsizler için, kimsesizler için, babalarından gofret bekleyen çocuklar için markete bayrağımı dikiyordum. Beğenilmeyen her mısram için bir dükkân indiriyor, atamadığım her golün anısına direkleri yakıyordum. Afrika’da silah zoruyla elmas toplatılan minik eller için kuyumculara merminin görünen kısmını armağan ediyordum. Sağıma dönüyor ve çantalara kafamı takıyordum. Timsah avcılarına, yılan avcılarına lanetle saldırıyordum. Nefretimi öyle savuruyordum ki, uzay mekiğinde yalnız kalmış sinek gibi oradan oraya koşuşturuyorlardı. Her adımımda kendimi Himalayalar’ın zirvesinde kahvemi yudumlar gibi hissediyordum.

Taş üstünde taş, cansız manken üzerinde elbise bırakmadık. Öylesine keyifliydik ki, keyfimizi resmedecek ne ressam vardı, ne de yazacak yazar.

Çorbacı Mali’nin mekânına gitmek için öyle bir depar attık ki, Usain Bolt görse bizim için bir dakikalık saygı duruşunda bulunurdu. Kısa sürede Çorbacı Mali’nin mekânına ulaştık ve çorbalarımızı söyledik. Şahin Abi, “O AVM yüzünden amcam marangoz dükkânını kapatmak zorunda kaldı. O ahşaba sanat işliyordu. Ama bunlar yüzünden, zerâfet bitti ve estetik yerini konformizme bıraktı.” dedi ve çorbasından bir yudum aldı. Kaşığı bıraktıktan sonra, “Dünyada çok kötü bir adam var. Bir elinde mazlumların kanı, diğer elinde de şu AVM’nin parıltılı mücevherâtı var. Gözlerimizi kamaştırıyorlar, hepimizi hipnoz ediyorlar. Vitrinleri mâbed, cansız mankenleri put eylemişler bize aslanım. Umarım mesajımız o kötü adama ulaşmıştır.” dedi.  Limon sıkarken çorbama, “Bu AVM’ler bizi birbirimize uzaklaştıran, olmayan paralarımızı harcatmaya zorlayan yerler.” diyordum ki polis sirenini işittik. İstifimizi hiç bozmadık ve Çorbacı Mali’den biraz daha ekmek istedik. Polis yanımıza geldi ve çorbalarımızı bitirmemize izin vermeden bizi karakola götürdü. Çapraz yan bağları kopmuş kişilere uygulanan, çapraz sorgulama tekniğiyle sorguladılar bizi. Mahkemeye sevk edildik ve sözde âdil düzeni bozan eylem sonucunda yirmi bir yıl hapis cezası yedik. Bizi demir parmaklıklara mahkûm ettiler ama hayallerimize zeval gelmedi.

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • sevdaturan , 30/06/2013

    Benzetmeler keskin ve akillica olmus.okurken cok eglendim ve acilarin cumlelerimizden yokolmayacagina olan inancim artti…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir