Daireler, İmgeler Hisler ve Dans

Yılın en uzun gecesi, elleriyle havada daireler çizen Neriman için anlamsızdı. Çizdiği dairelerin anlamı ise sabah olduğunda kaybolacak ve yüzlerine endişeler iliştirilmiş insan kalabalığı dairelerin yerini alacaktı. Şehir koşuyor gibiydi. Hep aynı yerde. Kendini tekrarlayan bir rutin içerisinde yollar, sokaklar, caddeler Neriman’ın her gece olmasa da o çizdiği dairelerin içlerinde bir döngüyü tamamlar gibiydi. Metrodan metrobüse, metrobüsten otobüse inip binerken dairelerin içi kavgalar, tahammülsüzlükler ve kıskançlıklar denizinde batıp çıkan bir balıkçı teknesi gibi tehlikeli sularla doluyordu. Teknesini yüzdürmesi gerektiğinin bilinciyle derde tasaya bata çıka yürüdüğü sokaklardan geçerken bir parça neşesi kalmışsa, onu da orada bırakmamak adına çabalıyordu. İşiyle evi arasında sıkışan diğer insanlardan neyi farklı diye soracak olursanız insanları olduğu gibi kabul edenlerden olmasıydı diyebiliriz.

Yılın en uzun gecesinin ertesinde pastaneden aldığı ayçöreğini çantasına koyduğu esnada karşılaştığını düşündüğü Ekrem’i olduğu gibi kabul etmeye hazırlanırken kahveler ısmarlanmış ve sanki uzunca bir zamandır tanışıyorlarmış gibi başlayan muhabbet her ikisini de işinden alıkoyacak noktaya gelmişti.  Sanki hiç sonu gelmeyecekmiş hissiyle bir aralık “acaba bu kadarı da fazla mı?” diye içinden geçirmiş olan Neriman, işe yetişmek istemekle izin almak için bayat bir bahaneye sığınmak arasında kalmıştı. Ekrem ise kira geliriyle maişet tasasını defterinden silmiş, tuzu kuru olmasa da asgari düzeyde maaş alıp azami ölçüde bedel ödeyen insanları anlayabilme yetisini kaybetmeye yakındı. Neriman henüz Ekrem’in bu yetisinin silinmek üzere olduğundan habersizdi. Ekrem Neriman’ı, Neriman da Ekrem’i sevmişti. En azından her ikisi de öyle hissetmişti. Buna aşk denemezdi. Aşk meşk işleriyle vakit kaybetmeyi göze alacak bir zamanda yaşamıyorlardı. Bunun bilincindeydiler. Neriman için çalışmak bir mecburiyetti. Kim için değildi ki? Ekrem için değildi mesela.

Neyse Neriman o aklında kurmaya başladığı bahaneyi buruşturup çöpe attı ve işin yolunu tuttu. Ardında bıraktığı Ekrem ise birkaç kafe, pastane daha gezecek ve sonra yorulduğunu zannederek eve dönecekti.  Diğer günlerden bir farkı olmadığını düşündüğü yılın en uzun gecesinin bitip sabahın öğleye bağlandığı saatlerde “lunch, lunch” diye zır deli zır deli ortada dolaşan mesai arkadaşlarını hiç mi hiç dikkate almayan Neriman, dün geceden kalma dairelerini ceplerinden çıkartıp oynamaya koyulmuştu. Masalar arasından bir dere yatağında akar gibi dolanan ve dökülmek için bir deniz arayan yüzlerin arasından sıyrılabilmeyi başarıp dışarıya çıkmış ve yine çizdiği daireleri yutan sevimsiz insan kalabalığının orta yerinde kalakalmıştı. Arkadan bir arkadaşı omzuna dokunmuş ve hadi ne bekliyorsun “lunchlayalım” demişti. İkinci kere kalakalan Neriman, bahane aramadan iş yerine dönmemek üzere gününü dürüp katlamıştı. Eve döndüğünde sürekli bozulduğu halde ısrarla tamir ettirdiği müzik setinden bir şarkı açtı. Bu, hemen her gün dinlemekten bıkmadığı Mor ve Ötesi’nden Cambaz’dı. Daireler çize çize dans etti, döndü, kendine dolaşacak kadar kafasını bozan şeylerin üzerinde tepindi. Şarkıya eşlik etti, müzik duruncaya kadar dans etti durdu.

“Yandı dertler, bitti tasa
Ben kurbanım bu cambaza
İki gözüm kadar eminim, sen yoksun
Var mısın? Yoksun
Var mısın? Yoksun
İki gözüm, eminim, sen yoksun
Var mısın? Yoksun
Var mısın? Yoksun”

Rahatlamış hisseti. Ama rahatlamış değildi. Hissetmek böyledir. Neyi hissediyorsanız hissettiğiniz şeyden yoksun bir eylem gibidir bu. En azından Neriman için böyleydi. Sonra Ekrem takıldı kafasına. Bir daha karşılaşır mıydı ya da karşılaşmak için onu define arar gibi arar mıydı bilmiyorum fakat telefon numarasını almamıştı. Bu da Neriman’ın Ekrem’e olan ilgisini anlatıyordu. Ekrem’in zihninde sadece bir imgeden ibaret olan Neriman, Neriman’ın zihninde kendisinin sıradanlığını görebilecek miydi? Bahanesiz yaşamayı öğrenmeye başladığı şu günlerde Neriman için yılın en uzun gecesinin ertesinde anlamsız karşılaşmalar defterine diğerleri gibi hapsolan bir yarı gerçeklikti Ekrem. Yılın en uzun gecesinin ertesi, katlanıp dürülürken pencere kenarı oturmasını ihmal etmeyen Neriman uzattığı ayaklarına doğru esneyerek yeni daireler çizmeye odaklanıyordu. Ertesi günü olduğunda çizdiği daireleri cömertçe fırlatacak ve kalabalığın onu eğlendirmeye başladığını hissedecekti. Eğlendiğini bilmeden sadece hissedecekti.

Her şey nasılsa hızlıca yaşanıp son buluyordu. Zamanla duyduğu acıları ve sıkıntıları da hızlıca üzerinden atabilecek duruma gelmeyi becerebilmeliydi. Yoksa iki duvar arasında sıkışmaktan bir farkı kalmadığını düşündüğü Mecidiyeköy ile Pendik arasında dokuma tezgâhına dönüşecekti. Hıza ayak uyduramazsa bir nesne haline gelecek ve sonra o çizdiği daireler de onu buradan çıkartmaya yetmeyecekti. Daireler kendi içlerinde alt anlamlar taşıyan hırsları, hevesleri, özgürlükleri, öfkeleri, düzeni ve düzensizliği içeriyor olabilirdi. Daireler Neriman için hıza karşılık ördüğü bir duvar da olabilirdi. Nasıl anlıyorsak öyle ya da nasıl hissediyorsak… Gelgelelim Neriman’ın hissetmediği tek şey dairelerdi. Çünkü onları hareket ettirebiliyor ve istediği gibi yönetebildiğini düşünüyordu. Bu da bir yanılgı değil miydi? Yanılgı Neriman için tecrübe edildikçe çoğalan bir hazdı. Daha fazlası için insan nelerini vermezdi. Yoksa insan neden ısrarla hep aynı kuyuya düşsün? Dilemmaların orta yerinde, ertesi gününü iple çekecek bir işi olmadığı için mutsuz fakat yine de yeni karşılaşmalar ve tanışmalar defterine yeni yüzleri ekleyecek olmanın heyecanını içinde duyan Neriman, kendisine yeni Ekremler bulmak için mi yaşıyordu? Bunu bilemeyiz ama o gerçekliklerini yitiren ve hissizleşen, birer nesneye dönüşen iş arkadaşları gibi olmamaya direniyordu. Belki de tüm bunlar onun kuruntusuydu. Belki de hissizleşen ve kendi gerçekliğinden uzaklaşan kendisiydi. Şu çok açık ki hemen her gün herkesin yaptığı gibi olan biteni sadece kendisine göre değerlendirmeyi sevmeye başlamıştı. İnsanları olduğu gibi kabul eden bu kadın hız denizinde kurtarılmayı bekleyen onlarcasına katılmak üzereydi. Neyse ki daireleri onu su yüzeyinde tutabilirdi. Bununla avunabilirdi. Bununla yaşayabilirdi. Tek başına, kimseye yük olmadan, kimseye minnet etmeden ayakta kalabilirdi. Ertesi sabahın ilk ışıkları kafasında kurduğu türlü senaryolarla başlarken o yine tanımakta güçlük çekeceği insanların arasına karışıp onları olduğu gibi kabul etmeye çaba göstermekte zorlanacaktı. Bu, her gün biraz daha artan bir zorluktu. Buna yenildiği gün dairelerin döngüsünü bozmuş olacak ve yavaş yavaş dairelerin içlerinden dışarıya taşanlarla boğuşmak zorunda kalacaktı. Bu en son isteyeceği bir şey olsa da otonom bir sürüşten farkı kalmayan ilişkilerin onu getireceği yer tam olarak buydu. Bu, aklını yitirmeden üç ay evvel işine gitmek üzere hazırlanırken yılın en uzun gecesinin ikinci gününde hatırladığı son şeydi. Neriman, Ekrem’in de kabul ettiği biçimde artık bir imgeden ibaretti. Deliliğe direnilemeyişin imgesi!

Mehmet Erikli

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir