Ömer Can Coşkun yoksa şizofren mi?
***
Ben bir şizofrenim. “Yazar” denilen kişinin şizofreniye yakın olduğunu duymuştum. Ben yazarsam şizofrenim demektir. Hayır, ben şizofren değilim. Dolayısıyla yazar da değilim. Eğer şizofrensem benim taşıdığım kişiliklerin hiçbirinde yazar kumaşı yok! Olsaydı, şimdiye kadar en azından sağlam birkaç öykü yazmam gerekirdi. Bende yazarlık kumaşı olsaydı okuduğum onca kitap boşa gitmezdi.
Ben bir mahkûmum. Kütüphaneyi andıran odamda kapı, pencere ve masanın bulunduğu yerler haricinde her yer raf. Raflarda ömrümün heba olduğunun kanıtı binlerce kitap… Hayır, hayır, ben bir komutanım. Çünkü öyle nizami dizilmiş kitaplara sahibim ki bazen onları bir tabura benzetiyorum. Ruhsuz, hissiz, cansız emrimi bekleyen… Odaya girerken “Merhaba kitaplarrr!” desem “sağol!!!” sesi alacağım sanıyorum. Belki de gerçekten bu sözleri sarf ediyorum, aynı şekilde kitaplardan da o tek nefeste çıkan “sağol!” nidasını duyuyorumdur. Ve ne yazık ki hepsinde göz nurum, el izim… Hepsinin içinde bazen hayranlıkla, bazen heyecanla çizilmiş satırlar, alınmış notlar, yıldızlar, kıvrılmış kâğıt uçları. Evet, ben bir komutanım, askerlerimin içini biliyorum.
Tüm bunlar okuduğum ilk romanın heyecanıyla “Benim de anlatacaklarım var, ben de yazar olmalıyım.” kararımın sonucu. Aldığım tüm teorik kitaplar, “okumalısın” diyordu ve ben kitap ayırt etmeden okumaya başladım. Günlerce, haftalarca, yıllarca… Okuduğum her kitabın bana bir şeyler kattığını düşünerek okudum. Diyaloglardan birini kaçırırsa filmi anlamayacağını, duyguyu hissedemeyeceğini düşünen bir film seyredicisi gibi her cümleyi iki üç kez okuyarak, sindirerek okudum. Arkadaşlarım “Kitabı yiyorsun oğlum.” diye dalga geçerlerdi. Evet, ben bir oburum. Kitaplarla beslenen birobezim.
Bir vampir de olabilirim. Yok, vampir avcısıyım. Ya da ikisi de benim. Kendi yazarlığım uğruna tüm yazarların, kitapların kanını emdim. Kalemimle hikâyelerin can alıcı cümlelerine, yüreklerine kalemimi sapladım. Hepsi kendi egomu tatmin etmek içindi. İşe yaradı mı? Tabiî ki hayır!
Peki, bunca zamandır yaptıklarım. Kendi hayatımdan çalarak kendimi kapattığım bu dört duvarın içinde ne yaptım. Neler yapmadım ki? Masamın başında elde kalem, önümde bembeyaz boş kâğıtlar sadece oturdum. Kalemi elde döndürmenin bin bir yolunu buldum. Saçlarımı yoldum. Kendimi delirttim. Bak, üst rafta Peyami Safa gözlüğünün üstünden bana bakıyor, Oğuz Atay bıyık altından gülüyor, Tolstoy ne zaman kalemi alsam sakalını sıvazlayarak beni seyrediyor. Ahmet Mithat Efendi elini başına dayamış oralı bile değil, benden çoktan ümidini kesmiş, Goethe “Ne olacak bu çocuğun hali?” dercesine yukarılara bakıyor. Bana neler oluyor? Bana neden istediğim şeyler olmuyor! Ben, ben artık tımarhaneliğim.
Ne zaman bu odaya heyecanla girsem tüm hafta boyunca tek sınava çalışan, sınav esnasında tüm bildiklerini unutan öğrenci gibi kâğıda bakıyorum. Kalem elimde beynimi zorluyorum. Bazen bir beynim olduğundan ümidimi kestiğim oluyor. Saatlerce bekliyor ve hiçbir şey yazamamanın verdiği gururla başlıyorum kalemimi dans ettirmeye. Evet, ben bir dansçıyım. Fakat öyle anlamlı şeyler beklemeyin. Benimki kalemin boş ve manasız şekilde kâğıdın üzerinde hareket etmesinden ibaret. Kime göstersem anlamsız gelecek, benim bile açıklayamayacağım insanda gülmekten başka his uyandırmayacak boş noktalar, çizgiler, şekiller… Ben bir iş adamıyım, kendi yaptığı toplantıdan kendisi sıkılan bir iş adamı… Sonra alınan kararları beğenmeyip toplantıyı bitiriyor herkese bağırıyor ve kâğıtları yırtmaya başlıyorum. Daha da hıncımı alamazsam top haline getirip odamın etrafına saçıyorum. Ben bir katilim, yazar denilen kişinin verdiği her eser çocuğuysa eğer ben bir çocuk katiliyim. Hatta ben, tüm bu cinayetleri eserler tamamlanmadan işlediğim için usulsüz kürtaj yapan bir doktorum. Tüm cesetler parçalanmış veya hırpalanmış şekilde odamın orta yerinde duruyor ve bundan dünyanın haberi yok!
Ben bir günahkârım, beyaz yüreklere düşen siyah noktaların sahibiyim. Bembeyaz kâğıtları kirleten mürekkeplerim, kalemlerim var benim. Tüm masumiyeti, tüm merhameti silen ve bütün bunları acımasızca, gaflet içinde, ileriyi düşünmeden yap…
Ömer Can Coşkun
4 Yorum