Ben Bir Avukatım

Baş dönmelerim geçmemiş olsa da, kendimi şu zıkkımın dehlizlerinden çıkaralı çok olmuştu. Şezlongdan sırtımı ayırır ayırmaz gözlerim kararmaya başladı. Duvarlara ve elimin değebileceği her şeye dayanarak yürümeye başladım. Mutfak iki gece önceden kalma dağınıklığıyla öylece duruyordu. Su içtim. Yüzümü yıkadım. Giyindim. Cuma gününden beri fermuarı dahi çekilmemiş, yatağın üstünde öylece duran çantamı kapıp dışarı fırlamam gerekirdi. Ama yapamadım, ulu orta yerde duran sandalyeye çöküverdim.

Pazartesi günleri hep böyle zehir zemberek olur. Akşama kadar çaycı Samet’in homurtularına aldırmadan on beş tane kahve içeceğim. Haftanın ilk iş gününde onun da ağzının tadını bozardım böylece. Ne kadar kahve içsem de bu baş ağrısı geçmez ya, neyse, o homurdandıkça ben isteyeceğim, inat değil mi arkadaş!

Adliyeye geç kalmıştım. Saat 9:10. Büyük bir günah failinin utanışıyla ayakuçlarıma bakarak ofisime seğirtecektim. Her geç kalmışlık insana mahcubiyet yükler. Bu mahcubiyetimi seyretmekten zevk alan Deniz Bey arkamdan “Ooo İdil Hanım! Ne zahmet ettiniz yahu, biz gelirdik size.” diyerek başlayacaktı üstten konuşmaya. Tüm bu azarlamalarına aldırış etmeden süzülecektim odama.

Öte yandan yasak yollarla umumevi işlettiği için gözaltına alınan müvekkilimle olan randevuya da yetişemeyeceğim. Tehdit ve küfürlerin ardı arkası kesilmez şimdi. Yetişmek dedim de; böyle çaresizken yetişemediği her şeye yetişmek ister insan. Hastalar, bir anda alaca atlar gibi koşup gözden yok olan sağlıklarına, yaşlılar gençliklerine… En çok nefes aldığı zamanlara yetişmek ister insan ölümle. Ölüm çığ gibi çöktü üstüme. İrkildim.

Ben avukatım. Kazandığım davalar, kaybettiklerimden daha sahte. Aldanmak peşi sıra aldatmayı da koyuveriyor insanın hayatına. Bu durumun vardır belki psikolojik, bilimsel, bilmem tıbbi bir açıklaması ama şuan, zamanında hissetmem gereken iç hesaplaşmanın sızısını yaşıyorum. Her davada çekip sorgulamalıydım, gerekirse savunmalıydım kendimi. Kendimi savunacak güçten yoksun olduğumu şimdi ayrımsayabiliyorum. Bugüne değin bu durumu fark etmemem doğal bir şey de, ya müvekkillerim?

Evet, ben bir avukatım; savunmak ve kaybetmemek… Bu iki kavram üzerine kurulu bir dünyaya sahibim. İçtiğim demli bir çayın bile hükümranlığını kendimde sanarak yaşıyorum. Her adımım, kahkaham, hazzım, üzüntüm benim eserim. Bende olan şeylerin hükmedicisi olduğumu zannettiğim için bunların yegâne savunucusu da ben olmalıydım ve kaybetmemeliydim. Ya şimdi aklın sınırlarını aşacak kadar küçüklükte olduğumu bana hatırlatan, ne savunabilecek ne de koruyabilecek güçten mahrum olduğumu bana hissettiren şey ne, kim bu güç? Kendime hükmedemiyorum.

Bir karar vermeliydim. Üstüme dağ gibi çöken bu sıkıntıdan kurtulmalı, feraha ulaşmalıydım. Aniden oturduğum yerden kalktım, tökezleyerek banyoya doğru yürüdüm. Duştan sonra kendime gelebildim. Bir hırsız esnekliğiyle dışarı çıktım, sessizce ve kaçarak. Notere gittim. Onaylanacağına dair kesin gözle baktığım istifa dilekçemi teslim ettim. İş arkadaşlarıma görünmeden hızlıca gerisin geri caddeye çıktım. İnsanlardan kurtulabileceğim ve kendimi yeniden bulabileceğim bir umman arayışındaydım; bir savunucu, koruyucu, hükmedici arayışındayım.

Zana Öngenç

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Yaman , 07/11/2017

    Çok nadir hikaye okurum aslında sevmem hikaye türünü fakat bu hikayeyi okumak istedim. beğendim de yani. Keşke arayışın nasıl olacağını da yazsa yazar …

  • Öylesi öyle, biradere selam süyle , 05/11/2017

    Avukat ben birim. Bir’mişim. Arayışım bundan.
    Bir avukat benim. Ben’ değilmişim. Bulamayaşım ondan.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir