

Önce bir fincan kahve almak için kalkmayı düşündü ama sonra “Bunca yıldır kahve içiyorum, ne işime yaradı. Nefsimi tatmin etmekten başka!” dedi. Anlaşılan yine neşesi yoktu. Hem neşe peşinde koşmak basitlik değil mi idi? İnsanın, neşe ve üzüntü kavramlarının üstüne çıkması gerekmez miydi? Sonra bu cümlelerin zorluğunu, hayatın gerçekliğini düşünüp vazgeçti ve bir fincan kahve alıp tekrar eski yerine oturmak istedi. Lâkin yeri kapılmıştı. Mecbur en arkadaki koltuğa oturdu. Karşısında sözlükler rafı vardı.
Yıllardır sözlük okuduğunu, pek çok sözlüğe sahip olduğunu ve hâlâ yeni çıkan sözlükleri merak ettiğini düşündü. Ve yazmak istediği sözlüğü… Sonra kendi sözlüğündeki bir kavramı düşündü: Vefasızlık. Zihninden şöyle bir açıklama yazdı: Vefanın olmaması hali. Verilen sözün yerine getirilmemesi. Dostluğun şartlarına uymama durumu. Merhametten yoksun olma ve insan sevgisinden nasip almamışlık. Sosyal ilişkilerde sebat edememe. Bencilliğin bir şekli. Kendinden başkasına vakit ayırmama. Ben sevgisinin tezahürlerinden biri. Karşılıklı ilişkide ihmalkâr davranma. Kendini, dünyanın merkezinde görmenin getirdiği körlük hali. İnsanı ve kendini tanımamanın bir versiyonu. Acizliğinin üstünü örtmenin yollarından biri. Ruhunu unutup kendini bedenden ibaret sanmanın göstergesi…
Anlamlar zihnine sökün ediyordu. Bir anlamdan diğerine koşuyor ve gelen ilhamları unutmadan yazmaya çalışıyordu. Sonra birden bire buradaki sıfatların hepsini, kendisinin de taşıdığını fark etti. Kendisi de başkalarına göre vefasızdı. Merhametsizdi. Arkadaşlığın hakkını vermemişti. Bu sebeple yıllar önce eski bir arkadaşının kendisine attığı mesajı hatırladı: “Birkaç kitabın çıktı diye bizi unuttun değil mi! Senden arkadaş olmazmış meğer! Yıllardır arayıp sormuyorsun beni.” Evet, asıl vefasız kendisiydi. Ama arkadaşları da aynı haldeydi. Yoksa deliler köyünde mi yaşıyor ve her bir deli kendini akıllı mı sanıyordu?
Sessizce ve de üzgün bir şekilde başını kaldırdı. Raflardaki kitaplardan “Hayır, sen vefasız değilsin, en değerli vakitlerini bize ayırdın. Sen iyi bir dostsun. Kimselere vermeye kıyamadığın kalbini bize açtın. Zaten insandan dost olmaz. Sen aldırma onlara. Haydi aç sayfalarımızı ve yeniden kendi dünyamıza dönelim. İnsan okudukça insanlaşır. Bırak insanları kendi hallerine. Yıllardır uğraşıyorsun, kendin de dâhil kimi değiştirebildin ki!” diye bir avaz duymak istedi ama nafile. Kitaplar da suspus olmuştu. Çaresiz koltuğun altına daha önceden sakladığı ah kılıcını çıkardı ve kendi kalbine hiç tereddüt etmeden sapladı. Sonra kılıcı çıkarıp tekrar sapladı. Bir yandan insan insanın acısıdır, diyor, bir yandan da kılıcı saplamaya devam ediyordu. İnsan insanın acısı…
Sulhi Ceylan
6 Yorum