Ah Kılıcı – 4

Sensörlü kapının önünde durdu ve kendisini algılamasını bekledi. Kapı, ruhsuz bir şekilde açılır açılmaz içeriye girip her zamanki gibi yeni çıkan kitaplar bölümünün önünde durdu. Haftalık bir ritüeli yerine getirmenin mutluluğu ile raftaki kitaplara göz gezdirmeye başladı. İlgisini çeken kitapları eline alıyor, içindekilere bakıyor, arka kapaktaki -varsa- açıklamayı okuyor ve sonra tekrar aldığı yere koyuyordu. Sonra birden bire şimdiye kadar kaç kitaba bunu yaptığını düşünmeye başladı. Keşke kitapların dili olsa da kendisine cevap verseydi. Okunmak için çıldıran kitapları rafına geri koyduğunda kitabın yaşayacağı travmayı düşünmek istedi ama “Yok canım daha neler!” deyiverdi içinden. “Kitap değil, insandır travma yaşayan.” Travma demişken yine aklına arkadaşları geldi. Onu yalnız bırakan, dünya telaşının peşinde koşan arkadaşları… Bu sefer “Tamam, onları kınamayacağım ama en azından bir ah etme hakkım da mı yok!” dedi ve her zaman olduğu gibi cam kenarındaki kitap raflarının arkasında bulunan bir koltuğa kendini bıraktı.

Önce bir fincan kahve almak için kalkmayı düşündü ama sonra “Bunca yıldır kahve içiyorum, ne işime yaradı. Nefsimi tatmin etmekten başka!” dedi. Anlaşılan yine neşesi yoktu. Hem neşe peşinde koşmak basitlik değil mi idi? İnsanın, neşe ve üzüntü kavramlarının üstüne çıkması gerekmez miydi? Sonra bu cümlelerin zorluğunu, hayatın gerçekliğini düşünüp vazgeçti ve bir fincan kahve alıp tekrar eski yerine oturmak istedi. Lâkin yeri kapılmıştı. Mecbur en arkadaki koltuğa oturdu. Karşısında sözlükler rafı vardı.

Yıllardır sözlük okuduğunu, pek çok sözlüğe sahip olduğunu ve hâlâ yeni çıkan sözlükleri merak ettiğini düşündü. Ve yazmak istediği sözlüğü… Sonra kendi sözlüğündeki bir kavramı düşündü: Vefasızlık. Zihninden şöyle bir açıklama yazdı: Vefanın olmaması hali. Verilen sözün yerine getirilmemesi. Dostluğun şartlarına uymama durumu. Merhametten yoksun olma ve insan sevgisinden nasip almamışlık. Sosyal ilişkilerde sebat edememe. Bencilliğin bir şekli. Kendinden başkasına vakit ayırmama. Ben sevgisinin tezahürlerinden biri. Karşılıklı ilişkide ihmalkâr davranma. Kendini, dünyanın merkezinde görmenin getirdiği körlük hali. İnsanı ve kendini tanımamanın bir versiyonu. Acizliğinin üstünü örtmenin yollarından biri. Ruhunu unutup kendini bedenden ibaret sanmanın göstergesi…

Anlamlar zihnine sökün ediyordu. Bir anlamdan diğerine koşuyor ve gelen ilhamları unutmadan yazmaya çalışıyordu. Sonra birden bire buradaki sıfatların hepsini, kendisinin de taşıdığını fark etti. Kendisi de başkalarına göre vefasızdı. Merhametsizdi. Arkadaşlığın hakkını vermemişti. Bu sebeple yıllar önce eski bir arkadaşının kendisine attığı mesajı hatırladı: “Birkaç kitabın çıktı diye bizi unuttun değil mi! Senden arkadaş olmazmış meğer! Yıllardır arayıp sormuyorsun beni.” Evet, asıl vefasız kendisiydi. Ama arkadaşları da aynı haldeydi. Yoksa deliler köyünde mi yaşıyor ve her bir deli kendini akıllı mı sanıyordu?

Sessizce ve de üzgün bir şekilde başını kaldırdı. Raflardaki kitaplardan “Hayır, sen vefasız değilsin, en değerli vakitlerini bize ayırdın. Sen iyi bir dostsun. Kimselere vermeye kıyamadığın kalbini bize açtın. Zaten insandan dost olmaz. Sen aldırma onlara. Haydi aç sayfalarımızı ve yeniden kendi dünyamıza dönelim. İnsan okudukça insanlaşır. Bırak insanları kendi hallerine. Yıllardır uğraşıyorsun, kendin de dâhil kimi değiştirebildin ki!” diye bir avaz duymak istedi ama nafile. Kitaplar da suspus olmuştu. Çaresiz koltuğun altına daha önceden sakladığı ah kılıcını çıkardı ve kendi kalbine hiç tereddüt etmeden sapladı. Sonra kılıcı çıkarıp tekrar sapladı. Bir yandan insan insanın acısıdır, diyor, bir yandan da kılıcı saplamaya devam ediyordu. İnsan insanın acısı…

Sulhi Ceylan
 

 

DİĞER YAZILAR

6 Yorum

  • Birisi , 30/05/2022

    Bi tarafım Üstâd Cemil Meriç gibi “insanlar kıyıcıydılar, kitaplara kaçtım” derken; diğer tarafım ah kılıcını hakediyorsun diyor. İkilem..

  • Latif Nektari , 30/05/2022

    sulhi abinin ah kılıcını sadece edebifikir okurlarına özel bir müzayede ile pazar günü 14:53’te satışa çıkarıyoruz. detaylar hakkında daha sonra bilgilendirme yapılacaktır.

  • okur , 29/05/2022

    e işte siz de sadece kendinizi düşünüyorsunuz. arkadaşlarınıza olan siteminiz sizi yalnız bırakmaları sebebi ile. onların derinine dair hiçbir çıkarım yok. belki de asıl aranmaya, hal hatır sorulmaya ihtiyaçları olan onlardır. bunu kim, nasıl bilebilir?
    vefasızlık da yine kişinin kendisine odaklı bir sıfat.
    herkes kendi halinden ibaret sanıyor dünyayı. “bu adamın ne derdi var da beni aramıyor?” bu da bir başka yol mesela. fakat vefasızlık sıfatını kullanmak daha kolay. o yüzden herkes bunu yapıyor. kimsenin kimseyi umursadığı yok. varsa da azdır işte.

    • A.b , 29/05/2022

      Bundan mülhem ah kılıcını kalbine saplıyorya

    • okur , 29/05/2022

      niçin saplıyor? insan geri dönüşü olmayan bir şey için ah eder. ama arkadaşlarını arayabilirdi. birinin yanına gidebilirdi. yahut artık başka bir dünya başka kelimeler bulmak için adım atabilirdi. ama yok işte. niye peki?

    • A.b , 31/05/2022

      Evvela şurda anlaşalım. Pekala geri dönüşü olan herhangi bir şey için de ah ederiz ki bu mevzu ettiğimiz vefaya açılan mebde.
      Evet adım atılabilir yeninyollar arzulanabilir ama hayatta biz inanlar için “nasib” diye bir kavram var. O ahbap ile yola devam edemeyiş ilişkinin tedavülden kalkmasının, nasibin nihayete ermesinin tezahürü. Ama insan nasibine türlü sebeplerle koştuğundan o sebeplere düşüyor, kendi muhasebemize düşen ahidsizliğede yanıyoruz çünkü levvamede seyr etmek böyle bir şey. Hülasa dost kavramı Allah için olan bir kavram ve biz bunu beşere hasr ettiğimizde yollarımız o veya bu şekilde nihayete eriyor. Ataullah iskenderi hazretleri şöyle özetliyor; ” ihsan ve nimetleriyle Allaha yönelmeyen bela ve imtihan zinciriyle ona çekilir.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir