Kerim Kolat’tan küçürek bir öykü…
***
İlk kitabımın imza günüydü. Heyecanlıydım. Erkenden standa gelip imza masasındaki yerimi aldım. İlan edilen saat gelmiş olmasına rağmen ortalarda kimsecikler yoktu. Ellerimi dizlerime koymuş beklemeye devam ettim. Az sonra otuzlu yaşlarda birisi masaya yanaştı. Elindeki poşetleri yere bırakıp kitabımı incelemeye koyuldu. Sayfaları üstünkörü karıştırdı. Kapağa geldiğinde uzun uzun baktı. Avuç içiyle yokladı. Gayet afili olan kapakta mıhlanıp kalmıştı adamcağız. Bir süre sonra; “Valla güzel kapak olmuş” deyip elini cebine attı. Başını kaldırıp etrafına bakındı. Ardından benim orada olduğumu görüp; “Kaç lira bu kitap?” diye sordu. Demek bu dakikaya kadar beni fark etmemişti! İlk deneyimim olduğu için bu işin oluru demek ki böyle diye düşündüm. “10 lira efendim” diye yanıtladım sorusunu. Yüzüme bakmadan parayı uzattı ve kitabı aldı. Şimdi ne olacaktı peki? İlk okuyucumdu bu ve elindeki kitabın giriş sayfasına alımlı bir imza iliştirmem gerekmiyor muydu? Çekinerek; “Şey, isterseniz imzalayabilirim” dedim. Uzun saçlı adam; “Hayır teşekkür ederim, gerek yok” demesin mi? Donup kaldım.
Birkaç adım atmıştı ki, olduğu yerde birden durdu. Bir şeyler düşünüyordu. “Yaptığı hatanın farkına vardı herhalde.” deyip kaleme sarıldım. Dönüp yanıma yaklaştı. “İsterseniz poşetleri arabama kadar taşımama yardımcı olabilirsiniz” deyiverdi. “Peki” dedim bende. Ne deseydim?
Poşetleri taşımasına yardımcı olup standa döndüğümde, küçük bir kalabalığın masanın önünde birikmiş olduğunu gördüm.
Yayınevini arayıp şu kapak işini görüşmeliydim.
5 Yorum