Sezai Karakoç, bugün sükût suikastına uğruyor. Sezai Karakoç’un başta düşünceleri olmak üzere şiiri, hayatı, şahsiyeti, yazdıkları, kitapları, ismi müzelik hâle getiriliyor. Sezai Karakoç’un dünyasına temas etmek ve ondan gıdalanmak genç nesiller için imkânsızlaşıyor.
Her ismi geçtiğinde abartılı bir ihtiramla anılmak, perçinliyor bu müzeleşmeyi. Artık o dokunulamayacak ve hayata dâhil edilemeyecek kadar uzakta, soyut, yüce ve muazzam! Devlet ödüller vererek perdelemeye ve müzelik hâle getirmeye güç katıyor. Belediyeler onun adına sempozyumlar düzenleyerek, külliyatını kurdukları belediye kütüphanelerine alarak Sezai Karakoç isminin sadece ve sadece bir ansiklopedi maddesine dönüşmesine çalışıyorlar.
Fakat Sezai Karakoç, bütün bunlara rağmen, durduğu yerde durmuyor. Mücadelesine devam ediyor. Çağdaşlık, kültür, iktisat, Türkiye’nin yakın tarihi, siyaset gibi alanlarda analizler yaptığı konuşmalarını sürdürüyor.
Türkiye’nin bugününe ve dününe getirdiği eleştirilerden ve analizlerden bir bölümü, 25 Ağustos 2012 tarihli konuşmasından Edebifikir okuyucusu için alıntılıyoruz:
Toplumun kendi kendisi olmasına en büyük engel olarak sözde demokrat, sözde demokrasi havarisi, sözde iktidarın sözde destekçisi, yazar, çizer, Avrupa ve insan hakları taraftarı bu insanlar… Bunlar aslında İslam’dan ruhları uzak kişiler… Uzaklaştırılmış… Ta dedelerinden itibaren, Tanzimat’tan başlayan bir şekilde azala azala din duygusu hemen hemen sıfıra inmiş. Bir kesimin… En öndedirler… Onlar yazarlar, onlar üniversitededirler. Onlar hemen iktidarı destekler veya iktidarın karşısına çıkarlar. Hatta zaman zaman önce destekler ve sonra yıkarlar. Söylemleri değişiyor ama ruhları aynıdır. Tabii “biz müslümanlığa uzağız, toplumu da uzak tutmak istiyoruz” diyemiyorlar. Cesaret edemiyorlar. Bazı cemaatlerle birtakım ilişkilere girip arkasından böyle bir tuzak kurup, bir ağ… Milletin geleceğini karartmak için…
(…)
Bunlar bugünkü mevcut iktidarın da göz bebeğidirler. Sözde islamî medyanın her tarafına yerleşmişlerdir. Kanallarında onlar konuşur. Kalemlerinde onlar yazıyorlar, bütün gazetelerinde. Hepsinin yüzü maskelidir, bir gün maskelerini atacaklar. İşte o attıkları gün, bir kötü gündür, kara gündür! Geçmişte bunları gördük, yaşadık. Tanzimat’ta yaşadı bunu bu toplum. Meşrutiyet’te de, Kurtuluş Savaşı’nda da, Cumhuriyet’te de, demokraside de… Bu tehlikeye karşı toplumun uyanması, kendi geleceğine kendisinin sahip çıkması ve bunun için bütün kanuni haklarını kullanması gerekir.
(…)
Siyasî parti konusunda çok geri toplum maalesef. Şu an iki buçuk partiye mahkûm durumda. Bunları kırması lazım toplumun, aydınların. Bizim kırmamız lazım. Kurbanlık koyun gibi durmamamız lazım. Gerçek medyayı kurmamız lazım, bugün sözde müslüman medya var. Fakat bunların hepsi, bu dediğim insanlar tarafından doldurulmuştur. Sözde islamî basın, gizli açık sürekli aleyhimize yazı yazıyor.
(…)
İslamî medya dediğiniz medyanın içi, doğrudan doğruya kendine liberal denen Avrupacı, batıcı; İslam’la ilgisi alakası olmayan ve İslam’ın da yolunu kesmek için her türlü yolu deneyen insanlar… Biz çıkıp hiçbir kanalda kendi görüşümüzü ifade edemeyiz ama bunlar hücumlarını yaparlar.
(…)
Bunlar işaretlerdir. Benim nazarımda hiç önemli değil. Bunlar su üstüne yazılmış şeylerdir, geçip gider. Fakat ne yazık ki bunların etkisinde kalan zümreler, toplumu alıp götürecek Batı’ya kayıtsız şartsız teslim edecek. Zaten şu 30-40 yıldır bu sıkıntıyı yaşıyoruz: Batı’ya kayıtsız, şartsız teslimiyet… Halk Partisi böyleydi, Demokrat Parti böyleydi, Adalet böyleydi, Özal böyleydi. Çok övdüler, millet hayran oldu ve peşinden koştu. Fakat neydi? Özalcılık, Batı’ya teslim olmaktı, başka bir şey değildi! Aynı şey bugün de… Ak Parti hareketi de Batı’ya teslim olmanın tam bir ifadesidir!
(…)
1950’de Demokrat Parti’yi en çok tutan gazeteler, Cumhuriyet Gazetesi’ydi. Nadir Nadi… Daha sonra Demokrat Parti milletvekili oldu. Ahmet Emin Yalman’lar… O zamanki Vatan Gazetesi… Hepsi… Hürriyet gazetesi… Bunlar ateşli şekilde tutarlardı. Bunlar getirdiler iktidara. Fakat sonra Menderes’in ipini de bunlar çekti.
(…)
Anap nerededir bugün? Milletin sevgilisi Özal’ın partisi, dört eğilimi birleştiren parti, iktidar… Şu anda nerede? Aynı şekilde bugün için geniş çapta destekleniyor Ak Parti. Fakat buna inanmayın, bunların hepsi sathîdir, yüzeyseldir. Aynı zamanda samimî değildir.
(…)
Selçuklu gibi, Osmanlı gibi uzun ömürlü müesseselere ihtiyacı var milletimizin. Millet 1950’den beri kalıcı, kendine ait bir parti kurmuş olsaydı, bugün ayakta kalırdı. Şimdi ben bu yaşta, arkadaşlarımla bir parti kurulmasına giriştimse… Eğer şahısla kaim olsa, bir şey değil. Benim ömrüm ne kadardır? Fakat şahısla kaim olsun diye kurmadım. Şu anda durumu ne olursa olsun, müessese olsun kuruluş olsun; sizler devam edesiniz diye kurdum. Onun için korkum yok. (…) Bilsem ki yarın öleceğim, bugün gene yapardım bu işi. Çünkü bu benim şahsımla ilgili değil.
(Bu konuşma metni Yüce Diriliş Partisi’nin internet sayfasından çözümlenmiştir.)
1 Yorum