12 Mayıs 2020 – Salı
Acı, hayatımızın bir parçası. Tarihimizi oluşturan asli unsur hatta. Başımızdan geçen alelade olayları genelde hatırlamayız. Çünkü hatırlamaya değer görmeyiz. Ama sevinç ve acı ile mühürlenmiş anılar sürekli kendilerini hatırlatmayı başarırlar. İnsan, nedense acılarını anlatmayı daha çok sever. Sanki anlattıkça acısı dinecekmiş gibi hisseder. Hem dinleyen kişiyi acısına ortak etmiş olur. Buradaki ortaklıktan kasıt aslında üstlenmektir. Biz acılarımızı, biraz da diğerleri tarafından üstlenilsin diye anlatırız. Nelere göğüs gerdiğimizi gösterir ve böylece kendimizden güç devşiririz. Demem o ki insan genelde samimi değildir. Sadece anlatmak için bir şeyi anlatmaz. İçinde, derinlerinde, görünen yüzün altındaki katmanlarda başka niyetleri vardır. Boğulmak üzere olan kişi ister istemez yanına birilerini çeker. Yapacak başka hiçbir şeyi yoktur. Bu bağlamda belki de suçsuzdur. Acizlik dört bir yanına saran insan, en azından etrafındakilerin de acizliğin içinde olmasını ister. Beraber boğulmak her zaman tek başına boğulmaktan iyidir. Bu yüzden yaralarını göstermekten utanmaz. Son tahlilde insan vitrinde yaşayan bir canlıdır.
14 Mayıs 2020 – Perşembe
Eleştirinin kökeninde bence şu cümle yatar: “Ben bu işi ondan daha iyi yaparım.” Eleştirinin dayanılmaz cazibesinin kaynağı da işte budur. Aslında bu bir küçük görme durumudur. Beğenmeme… Üstten bakma. Kısacası kibir. Şeytanın en sevdiği günah. Şeytan bir şeyi seviyorsa, inanın insan da seviyor demektir. Yıllar bana bu gerçeği, acı bir şekilde öğretti. Şeytanın, eleştirinin cisimleşmiş hali olduğunu düşünürüm. Toprak ve ateş karşılaştırmasında da bu eleştiri mantığı yatar. Küçümseme kendini gösterir ve tenkit! Kabul edememenin verdiği hazımsızlıkla eleştiriye sığınma, belki bir savuşturma. Sorun şu ki “ben bu işi daha iyi yaparım” cümlesine cevap olarak bir başka kişi şunu rahatlıkla söyleyebilir: “Ben de senden daha iyi yaparım.” Burada bir kısır döngü olduğu çok açık. Ama kendine karşı son derece kör olan insan bu cümleyi duymak istemez ve duymamayı başarır. Tamam eleştirinin iyi yönleri de olabilir ama ben başka bir şey anlatıyorum. Çoğu eleştirinin bir hazımsızlık, eksikliğin üstü örtülü ifadesi ve hatta gerçekten bir kaçış olduğunu söylüyorum.
15 Mayıs 2020 – Cuma
Başarı, göründüğü kadar masum değildir. Her başarı mutluluk getirir, mutluluk ise akli yetilerin iptalini ve böylece de kişinin kendini olmadığı yerde görmesini sağlar. Kibrin arkasındaki saiklerden biri de başarıdır. Önce kendine güveni, sonra diğer insanları küçük görmeyi doğuran başarma arzusunun en altında ise insanın faniliğine karşı gizli bir isyan vardır. Çünkü başarı kişinin isminin duyulmasını, kendinin gidemediği yerlere adının-şanının gitmesini ve hatta başarı derecesine göre öldükten sonra da anılmasını sağlar. Bu ise ölümsüzlük tutkusundan başka bir şey değildir. Aslında her başarı diğerlerinin başarısızlığıdır. O halde her başarı kulesi, başkalarının yenilgilerini üst üste koyarak yükselir. Yani diğer insanların mutsuzlukları üzerinden mutluluk devşirmektir. Hayatı bir yarış olarak görmek ve birinci olmak için elinden geleni yapmak da diyebileceğim başarı aslında Şeytan’ın en büyük silahlarından biridir. Ne diyordu Cioran: “İstemeye başlar başlamaz Şeytan’ın hükmü altına gireriz.”
18 Mayıs 2020 – Pazartesi
Hasan Basri hazretleri, Rabia el-Adeviyye hazretlerine “O’nu (Allah’ı) nasıl biliyorsun?” diye sorduğunda şu cevabı alır: “O’nu bir nedenle ve nasıllıkla bilen sensin, ben nedensiz ve nasılsız biliyorum.” Bu sözü nasıl anlamalı? İnsan aklı, nedenler üzerinden çalışır. Yapılan fiillerde bir neden ve nasıllık arar. Nedensizlik aslında mantıksızlık demektir ki bu da insanın konuyu anlayamamasına sebep olur. Mantıksızlık sebep sonuç ilişkisinin kurulamamasıdır. Allah’ı neden ve nasıllıkla bilmek ise ister istemez O’nu sınırlayarak bilmektir. Çünkü akıl doğası gereği sınırlar ve böylece tanımlara ulaşır. Sebepler zinciri ile çalışır. İşte Hazreti Rabia buraya atıf yaparak Allah’a sebepsiz bir şekilde bildiğini söylüyor ki bu kısaca akıl yoluyla Hakk’a varılamayacağının da itirafıdır. İmam Gazâlî hazretleri de metafizik âlemin akılla bilenemeyeceğini çünkü aklı aştığını söylemektedir. Burada Allah’a, Allah ile gitmeye de bir atıf var sanırım. Kişinin iradesini O’nun ellerine bırakması ve iradesizliği bile irade etmemesi hali de diyebiliriz. Tabii bunlar benim anladıklarım. Yanlış olması muhtemel.
Sulhi Ceylan
6 Yorum