Rüzgâra Tutulmuş Günler – 35

12 Mayıs 2020 – Salı

Acı, hayatımızın bir parçası. Tarihimizi oluşturan asli unsur hatta. Başımızdan geçen alelade olayları genelde hatırlamayız. Çünkü hatırlamaya değer görmeyiz. Ama sevinç ve acı ile mühürlenmiş anılar sürekli kendilerini hatırlatmayı başarırlar. İnsan, nedense acılarını anlatmayı daha çok sever. Sanki anlattıkça acısı dinecekmiş gibi hisseder. Hem dinleyen kişiyi acısına ortak etmiş olur. Buradaki ortaklıktan kasıt aslında üstlenmektir. Biz acılarımızı, biraz da diğerleri tarafından üstlenilsin diye anlatırız. Nelere göğüs gerdiğimizi gösterir ve böylece kendimizden güç devşiririz. Demem o ki insan genelde samimi değildir. Sadece anlatmak için bir şeyi anlatmaz. İçinde, derinlerinde, görünen yüzün altındaki katmanlarda başka niyetleri vardır. Boğulmak üzere olan kişi ister istemez yanına birilerini çeker. Yapacak başka hiçbir şeyi yoktur. Bu bağlamda belki de suçsuzdur. Acizlik dört bir yanına saran insan, en azından etrafındakilerin de acizliğin içinde olmasını ister. Beraber boğulmak her zaman tek başına boğulmaktan iyidir. Bu yüzden yaralarını göstermekten utanmaz. Son tahlilde insan vitrinde yaşayan bir canlıdır.

14 Mayıs 2020 – Perşembe

Eleştirinin kökeninde bence şu cümle yatar: “Ben bu işi ondan daha iyi yaparım.” Eleştirinin dayanılmaz cazibesinin kaynağı da işte budur. Aslında bu bir küçük görme durumudur. Beğenmeme… Üstten bakma. Kısacası kibir. Şeytanın en sevdiği günah. Şeytan bir şeyi seviyorsa, inanın insan da seviyor demektir. Yıllar bana bu gerçeği, acı bir şekilde öğretti. Şeytanın, eleştirinin cisimleşmiş hali olduğunu düşünürüm. Toprak ve ateş karşılaştırmasında da bu eleştiri mantığı yatar. Küçümseme kendini gösterir ve tenkit! Kabul edememenin verdiği hazımsızlıkla eleştiriye sığınma, belki bir savuşturma. Sorun şu ki “ben bu işi daha iyi yaparım” cümlesine cevap olarak bir başka kişi şunu rahatlıkla söyleyebilir: “Ben de senden daha iyi yaparım.” Burada bir kısır döngü olduğu çok açık. Ama kendine karşı son derece kör olan insan bu cümleyi duymak istemez ve duymamayı başarır. Tamam eleştirinin iyi yönleri de olabilir ama ben başka bir şey anlatıyorum. Çoğu eleştirinin bir hazımsızlık, eksikliğin üstü örtülü ifadesi ve hatta gerçekten bir kaçış olduğunu söylüyorum.

15 Mayıs 2020 – Cuma

Başarı, göründüğü kadar masum değildir. Her başarı mutluluk getirir, mutluluk ise akli yetilerin iptalini ve böylece de kişinin kendini olmadığı yerde görmesini sağlar. Kibrin arkasındaki saiklerden biri de başarıdır. Önce kendine güveni, sonra diğer insanları küçük görmeyi doğuran başarma arzusunun en altında ise insanın faniliğine karşı gizli bir isyan vardır. Çünkü başarı kişinin isminin duyulmasını, kendinin gidemediği yerlere adının-şanının gitmesini ve hatta başarı derecesine göre öldükten sonra da anılmasını sağlar. Bu ise ölümsüzlük tutkusundan başka bir şey değildir. Aslında her başarı diğerlerinin başarısızlığıdır. O halde her başarı kulesi, başkalarının yenilgilerini üst üste koyarak yükselir. Yani diğer insanların mutsuzlukları üzerinden mutluluk devşirmektir. Hayatı bir yarış olarak görmek ve birinci olmak için elinden geleni yapmak da diyebileceğim başarı aslında Şeytan’ın en büyük silahlarından biridir. Ne diyordu Cioran: “İstemeye başlar başlamaz Şeytan’ın hükmü altına gireriz.”

18 Mayıs 2020 – Pazartesi

Hasan Basri hazretleri, Rabia el-Adeviyye hazretlerine “O’nu (Allah’ı) nasıl biliyorsun?” diye sorduğunda şu cevabı alır: “O’nu bir nedenle ve nasıllıkla bilen sensin, ben nedensiz ve nasılsız biliyorum.” Bu sözü nasıl anlamalı? İnsan aklı, nedenler üzerinden çalışır. Yapılan fiillerde bir neden ve nasıllık arar. Nedensizlik aslında mantıksızlık demektir ki bu da insanın konuyu anlayamamasına sebep olur. Mantıksızlık sebep sonuç ilişkisinin kurulamamasıdır. Allah’ı neden ve nasıllıkla bilmek ise ister istemez O’nu sınırlayarak bilmektir. Çünkü akıl doğası gereği sınırlar ve böylece tanımlara ulaşır. Sebepler zinciri ile çalışır. İşte Hazreti Rabia buraya atıf yaparak Allah’a sebepsiz bir şekilde bildiğini söylüyor ki bu kısaca akıl yoluyla Hakk’a varılamayacağının da itirafıdır. İmam Gazâlî hazretleri de metafizik âlemin akılla bilenemeyeceğini çünkü aklı aştığını söylemektedir. Burada Allah’a, Allah ile gitmeye de bir atıf var sanırım. Kişinin iradesini O’nun ellerine bırakması ve iradesizliği bile irade etmemesi hali de diyebiliriz. Tabii bunlar benim anladıklarım. Yanlış olması muhtemel.

Sulhi Ceylan

Resim: Joachim Lehrer

DİĞER YAZILAR

6 Yorum

  • Mesti bezm-i elest , 26/01/2021

    Hocam yani bir mecnun da evliya olabilir mi?

  • yağmur kaçağı , 27/08/2020

    Hz. Gazali’nin metafizik alanın aklı aştığına dair görüşünü çok duymuşuzdur, yani genel kabul bu yöndedir zaten. bu meselede şu soruyu soruyordum son zamanlarda: nasıl yani aklım (basit örneklerle) kerameti kabul ediyor, kalpten kalbe yol olduğunu kabul ediyor, beş bin zikrin on bin zikirden daha çok olduğunu da kabul ediyor, sadece akıl sahipleri mükellef oluyor… buralarda inkar yok, şüphe yok, öyleyse aklın metafizik alana ulaşamadığı nasıl söylenebilir?”
    sorumun cevabını Asım Cüneyd Köksal hocanın birkaç hafta önce yaptığı bir derste buldum çok şükür, anladığım haliyle özetliyorum: Tecrübelerden sıyrılmış akıl için imkansız diye bir şey yoktur, akıl her şeyi mümkün görebilir, bu anlamda mümkün sahası sonsuzdur, aklın hükümlerinden olan vacip ve mümteni’ kısımlar ise salt aklın yine ulaşabildiği hükümlerdir ancak bu alanlar tecrübeyle genişler mümkün saha ise yine daha geniştir ama tecrübeyle daralır, işte metafizik alan da tecrübelerden sıyrılmamış akıl için aşılmazdır.

  • sınır , 21/08/2020

    Ataullah İskenderi de şöyle söylemiş:
    “Yüce Allah’ı her şeye delil yapanla başka varlıkları O’na delil yapan arasında ne kadar fark vardır. O’nu delil yapan kimse, Hakkı layık olduğu şekilde tanımış, bütün işlerin ondan kaynaklandığını ispat etmiştir. Varlıkları O’na delil yapmak ise O’na vasıl olmamaktan ileri gelir. Yoksa O ne zaman kuldan ayrı olmuş ki kendisine delil aransın; ne zaman uzak olmuş ki yaratılan varlıklar kulu O’na ulaştırsın!”

    bu söz şok etkisiydi gerçekten. çünkü gözümüzün önündeki şu madde bazen o kadar silikleşiyor ki insan attığı adımda yerin orda duracağına bile emin olamıyor. hiçbir fizik kanunu insana güven vermiyor. öyle bir şey ki varlıkların var olup olmadıklarına bile emin olamıyorsun, nasıl onları dayanak yapıp yukarı çıkacaksın. ama işte bunu okuyunca insan güveniyor bedenin böylece bütün duracağına, yerin altından kaymayacağına…
    sonra şöyle diyorsun:
    alem var çünkü Allah var
    akıl da ancak böyle sakinleşiyor.

  • Talip , 21/08/2020

    Hocam, “her muvaffakiyet kulesi, başkalarının yenilgilerini üst üste koyarak yükselir.” demişsinizya, Atilla Pamirli’nin Semerkand dergisindeki bir yazısında, başarmak ile muvaffak olmayı ayırdığını okumuştum. Başarı, baş ezmek, üstesinden gelmek manalarına gelirken, muvaffak olmak ise elde edilen şeyin Allah’ın rızası uygun olması demekmiş. Yani bu pencereden bakınca muvaffakiyet kulesi tabiri doğru olur mu?

    ekşisözlükte’de şöyle bir entry var, güzel açıklamış

    >>>
    “kökü vefk. uygun gelme, uygun düşme gibi bir anlamı var kökünün. muvaffakiyet, muvaffak olma başarı kelimesinin bire bir karşılamaktan aciz düştüğü bir anlam derinliğine ve bütünlüğüne sahip. mü’min ve mütevekkil bir kelime. eylem-e, gayrete, çabaya inandığı kadar nasibe de inanan. tanpınar’ın benzetişiyle “ardından tanrısı çekilmiş” şeyleri imleyen kelimelerden değil.

    muvaffakiyet bir mutakabat (vifak) hâlidir; muvafakattır, muvafık düşme/düşürülmenin neticesidir.

    başarı nefsî bir anlamı karşılayan bir sözcük gibidir; her şeyin reklam filmlerindeki gibi hızla aktığı, “gökyüzü altında keşmekeşin giderek arttığı” bir döneme, yaratıcısı ile rabıtasını yitirmiş, bütünlükten koparak ve aşkın bağlarını kopararak kendi öz iradesine, kudretine, benliğine atıf yapan ve mutlak mânâsıyla hâl ve kâlen “ben yaptım, tırnaklarımla kazıyarak edindim, ben eyledim” diyenlerin sözcüklerinden biridir ve esası, temeli, kaidesi her ne surette olursa olsun şahsî dünyevî kazançlar olan ve bu kazanç yolunda önündeki bütün engelleri yıkmakta kural tanımayanları imlemektedir sanki.

    oysa, muvaffakiyet “uygun olan” sebepler dairesinde eşhasın gayretine, emeğine, nasibine karşılık tam da “rast gelen (getirilen), muvafık düşen” gibi bir anlama sahip. müslümanlar dünya üzerindeki edimlerini, eylemlerini, işlerini “gayret bizden tevfîk allah’tan”dır düsturuna sarılarak gerçekleştirmeye çabalar. gayret gösterir, eyler, sonucu o’na havale eder. o’nu vekil kılar ki -o ne güzel vekildir- o’ndan tevfîk bekler ve işlerinin sonunda elde ettiği “başarı”yı bir başına cahilce sahiplenmez. emeğinin, gayretinin, çabasının, yorgunluğunun suflörlüğünü yaptığı şirk kokulu cümleler kurmamış olur böylelikle.
    04.05.2013 23:43 natrium ”
    <<<

    • sulhi ceylan , 23/08/2020

      Uyarınız için teşekkür ediyorum. Yazıda düzeltme yapılmıştır.

    • Talip , 24/08/2020

      estağfurullah hocam.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir