Nietzsche’nin Kronolojik Yaşam Öyküsü – 2

 Abdussamed Geçer, bu sefer Nietzsche’nin felsefesini Schopenhauer ve Wagner üzerinden değerlendiriyor.

 ***

1. NIETZSCHE’NİN FELSEFESİ

Nietzsche’ye sosyal olarak baktığımızda pek de yalnız görmüyoruz onu. Ama yalnızdır bu filozof. Çünkü tek başına münzevi bir kalenin tahkimatında bulur kendini birden. Din onun hayatını doldururken vazgeçmiştir tanrıya inanmaktan, bu yüzden boşlukta dahi hisseder kendini.1 Fakat yılmaz yine de. Net düşmanları vardır. Metafiziktir düşmanı, Hıristiyanlıktır.

a) Fikriyatının Harcı

Her düşünür için olduğu gibi filozofumuz için de fikri oluşumu açısından mühim şahsiyetler vardır. Bizim inceleyeceğimiz ve filozof açısından mühim bulduğumuz kimseler filozof Schopenhauer ve müzisyen –düşünür Wagner’dir.

Schopenhauer

Nietzsche Leipzig’de çalışmalarını sürdürmektedir. 1865’te bir gün sahafa girer ve kitaplara bakarken Schopenhauer’in “İstem Ve Fikir Olarak Dünya” adlı kitabını bulur. Okumaya başlar filozofu. Kitaptan oldukça etkilenir. Aralıksız olarak saatlerce okur. Okurken tebessümlere boğulmuştur, çünkü kafasında yatan düşüncelere bu filozofta rastlamıştır. Okuduğu satırlarda tüm tasavvurların ve objelerin görüntüden ibaret olduğu yazıyordu. Tam da kafasına yatan düşüncelerdi bunlar. “das Ding an sich”in2 irade olduğunu öğreniyordu. Biraz üzerinde çalışıp bu öğretiyi “iktidar idaresi” yapacaktı. Fakat filozofumuz büyüdükçe Schopenhauer’den uzaklaşmaya başladı. Çünkü pek eksik gelecekti ona. Schopenhauer’in “irade”si kötülük kavramları, cümleleri içerisinde mahvolmuşken Nietzsche’nin “irade”si artık yolunu “üstüninsan”a ulaşma doğrultusunda değiştirmişti. Bu yüzden Nietzsche’nin irade anlayışı canlanmaya, dirilmeye, yücelmeye ve üstün olmaya meyilliyken, Schopenhauer’in irade anlayışı durağanlığa, kötülük tanımlamalarına hapistir. Kış ölümdür Schopenhauer için; Nietzsche ise bir bahar alameti olarak bakar kışa. Nietzsche’nin yanında hayatından mutsuz asık suratlı ev kadınları gibi durmaktadır Schopenhauer’in irade anlayışı.

Arthur Schopenhauer

Nietzsche, Schopenhauer’in aksine insan halleri ve görevleri ile ilgili her zaman bir mücadele, yiğitçe bir mücadele peşindedir. Üstüninsanı aramaktadır. Var olan tüm enerjiyi burada harcamak gerekmektedir filozofa göre. Schopenhauer bize “Dünyaya güvenmeden yaşamayı öğrenmemiz lazım, çünkü güven veren bir dünyada yaşamıyoruz.”3 derken sadece bir tanımlama, açıklama getirme, anlamlandırma ve uyarma amacı gütme seviyesinde kalmışken, Nietzsche bunları zaten bilmesinin ötesinde daha üst bir faal amaç gütmüştür. Çünkü Nietzsche bize dair en temelde “İnsan, üstüninsan ile hayvan arasına gerilmiş bir iptir.” diyor. Yani bu sözle bir ara vaziyet belirterek yolculuk, üstüninsana doğru yolculuk gerektiğini söylüyor.

Olgun Nietzsche ile Schopenhauer çatışma içerisinde değildir daima. Belki de en büyük ortak noktaları müziktir. İkisi için de müzik, metafiziğin yerini alabilecek yegâne şeydir. Müzik iradenin tasviridir. Plastik sanatlardan ve şiirden de ayrılır bu açıdan.

Schopenhauer bahsini Nietzsche’nin minik bir itirafı ile kapayalım: “Schopenhauer’i doğru anladığıma inanmaktan çok uzağım. Tam aksine Schopenhauer vasıtasıyla şimdi kendimi biraz daha iyi anlamayı öğrendim. Bu yüzden ona büyük şükran borçluyum.”4

Wagner

Müzik ruhun ya da “das Ding an sich” yansımasıdır duyumuza. Plastik sanatlardan ayrılan en bariz yönü bu belki de. O olmadan önce hiçbir şey yok ortada. Evrendeki tüm ses ihtimallerinin belirli bir düzen ve ahenk içinde ortaya çıkması; müziği de bu durum yüceltiyor. Dahiler bu karmaşadan bir yücelik oluşturabilir. Müzisyenler karşılaşacağımız dahi sınıflarının başlarında gelir belki de.

wagner

Şahsım adına Wagner ile alâkalı “dâhi” gibi bir yargıya varmak istemem fakat Nietzsche, Wagner’in bir müzik dâhisi olduğunu düşünüyordu. Onun sanatı ile kendi fikrinin nasıl ahenkle raks edebildiğini görüyordu. Nietzsche, Wagner’in müziğini baştan çıkarıcı bulur. Kendi üslubuna benzetir müziğini.5 Nietzsche’nin felsefe ile anlattığını Wagner müzik ile anlatıyordu. Pek fark yoktu düşünsel olarak aralarında bir zamana kadar. Bu fikir kardeşliklerinin kerameti, ikisinin de Schopenhauer’i tanımasından doğuyordu. Nietzsche, Schopenhauer’i gıyabi olarak tanırken, Wagner bizatihi onunla tanışma şansını elde etmişti. Wagner için filozofların filozofu Schopenhauer’di.

Nietzsche Wagner’in hakkında iki sene içerisinde oluşmuş kanaatini anlamamıza yardımcı olacak, en yakın arkadaşı Erwin Rohde’ye yazdığı mektuba göz atalım:

Geçenlerde Jahn’ın da müzik hakkındaki yazılarını okudum, tabiî Wagner hakkındakileri de. Böylesine bir insanın hakkını verebilmek için biraz şevk ve heyecan lazım: Oysa Jahn, insiyaki bir gönülsüzlükle ve sadece yarım kulak bir dinleyişle yapmış bunu. Buna rağmen ona pek çok yerde hak veririm; özellikle, Wagner’i modern sanatın, tüm ilgilerini emen ve hazmeden bir dilettantizmin (heveskârlığın) temsilcisi olarak görmesi hususunda haklıdır. Bunun haricinde Wagner’in bir duygu alanı vardır ki, Otto Jahn, bundan tamamıyla bihaberdir. Gerçi Jahn, sağlıklı, kahraman bir sınır mesajcısıdır; ancak ona, Tanenhauser efsanesi ve Lohengrin atmosferi kapalı bir dünya olarak kalırlar. Bana gelince, Schopenhauer’de hoşuma giden neyse, Wagner’de de hoşuma giden odur: etik hava, faustian koku, çarmıh ıstırabı, ölüm ve kabir derinliği v.s.6

Gördüğümüz üzere bu mektup Nietzsche’nin gözünde Wagner’in nasıl bir konumda olduğunu ortaya koyuyor. İkisinin de en büyük ortak yanı Schopenhauer ve onun öğretileri. Fakat filozofumuz Schopenhauer ile yollarını nasıl ayırdıysa Wagner ile de öyle ayıracaktı. Çünkü Nietzsche, durağan değildi hiçbir zaman. Daima kendini ileriye atıyor, yiğit bir savaşçı gibi kafa yoruyordu. O kendini aştıkça Schopenhauer ve Wagner -kendi binasının oluşumunda ne kadar etkili olsalar da- öğrencileri Nietzsche’den kopmak durumunda kalıyorlardı. Nietzsche için her düşünce anı Schopenhauer’in ya da Wagner’in bir eksiğinin ortaya çıktığı ve her ikisinin de filozofumuzun nezdinde yavaş be yavaş eriyip gittiği anlara tekabül ediyordu.

Doğrusu ve yanlışı ile Wagner önemli ve değerli bir konuma sahipti; Nietzsche son zamanlarındaki cinnetlerinden birini geçirdiği sırada Wagner’in resmini görür ve “Onu çok seviyordum,” der.7

b) Ebedi Tekrar Dönüş

“Ebedi Tekrar Dönüş” farklı bir sonsuzluk anlamına gelmektedir. Filozofa göre yaşam sonsuz bir döngüden ibarettir. Bu aynı bir kum saatinin içindeki tozların bir hazneden diğerine dolması ve dolan hazneden tekrar boşalması şeklinde sonsuza kadar giden bir olaya benzer. Yani aynı kum tanelerinin aynı hareketleri meydana gelecek. Bir önceki tekâmülde olan şimdiki tekâmülde de karşımıza gelecek. Burada tekâmül tanımlamasını bilerek kullandık. Çünkü bu nazariye her ne kadar ego fatum’u doğursa da ve bu da üstüninsan yolculuğuna ters görünse de filozof bundan vazgeçmeyecektir. Filozof için üstüninsan ne kadar yüce ise o yolda çaba sarf etmek yani tekâmül hali de o kadar yücedir.

Enteresan olan ise filozofun “Ebedi Tekrar Dönüş”8 düşüncesiyle alâkalı arkadaşlarına yazdığı mektuplarda bu düşüncesini entüitif yani sezgisel bir biçimde bulduğunu anlatması. Pekâlâ, sezgisel bilgiye iman etmiş filozoflardan olan Nietzsche bu şekilde bir nazariye ortaya koyabilir. Ancak burada daha da enteresan olan bir olayla karşılaşıyoruz ki o da filozofun bu nazariyeyi hiçbir somut biçimde kanıtlama çabasına girişmemesi ve bu sezgileri karşısında kendisini “İnsan hiç aramaz, olduğu gibi duyar; kimden geldiğini sormaksızın aynen alır; düşünce bir şimşek gibi çakar, zaruri olarak en son şekliyle,- hiçbir zaman seçme imkânım olmadı,”9 gibi cümlelerle pasif bir pozisyona sokması ilgi çekicidir.

Nietzsche bütün felsefesini bu düşünce üzerine oturtuyor. Kendisi buna “En büyük sıklet merkezi” diyor. İsterseniz filozofun Şen Bilim adlı eserindeki şu satırlara bir göz atalım:

Eğer bir şeytan, bir gece veya gündüz, yalnızlığın en yalnızlığında yanına sokulup da sana deseydi: Şimdi şu yaşadığın ve yaşamış bulunduğun hayatı bir kez daha ve hatta sayısızca tekrar tekrar yeniden yaşayacaksın ve bu yaşayışta hiçbir yenilik olmayacak, bilakis her acı ve sevinç, her düşünce ve özlem, hayatının en büyük ve en küçük her şeyi, senin için yeniden dönüp gelecek, aynı sırada ve aynı düzende ve şu örümcek de ağaçlar arasında görülen şu ay ışığı da, yaşadığın şu an da yeniden gelecek. Varoluşun ebedi kum saati tekrar tekrar altüst olacak, -sen de birlikte, ey tozların tozu. Kendini yere atmaz ve dişlerini gıcırdatmaz ve o şekilde konuşan Demona lanet okumaz mıydın? Yahut, ona şöyle cevap vermek istediğin korkunç bir an, bir kez olsun yaşamadın mı?: ‘Sen bir tanrısın ve senden tanrısalını hiçbir zaman duymadım! Şayet böyle bir düşünce sana hâkim olsaydı, bu düşünce seni olduğun halden başka bir hale dönüştürür ve belki de ezerdi’; herkesin sorduğu: ‘bir kez daha ve sonsuz kere daha ister misin?’ sorusuna bir sıklet merkezi olarak senin faaliyetlerinin üstünde dururdu! Yahut kendine ve hayata karşı nasıl iyi olmalısın ki, hiçi daha çok isteyesin?10

Görülen o ki “en büyük sıklet merkezi” diyerek kendi düşüncesinin denge merkezini buraya oturtmaya çalışmış Nietzsche. Tanrı öldü ve yerine geçecek ve onun yerini dolduracak bir olgu gerekliydi. Bu da “Ebedi tekrar dönüşüm” nazariyesi oldu. Buna somut bir açıklama getirmemesinin sezgi ile hareket etmesinin nedeni belki de tanrının yerine geçecek fakat tanrıdan daha az sorgulanabilecek bir denge unsuru ortaya koymaktı. Daha az sorgulanacaktı çünkü filozof bunu kanıtlamamıştı ve sezgiye dayandırmıştı yani ondan bu nazariyeyi açıklamasını isteyenler “Ben bunu sezgilerimle kazandım ve ancak sezgilerimle anlatabilirim.” gibi sonuç vermeyecek cümlelerle karşılaşabilecekti. Bunu kabul etmeyenler gidebilecekti istedikleri yere. Filozoflar düşüncelerini kabul etmeyenlere “git” diyebiliyorken bunu hiçbir tanrı demez. Belki de akıl yüzyılındaki düşünürlerin tanrının yerine konacak olgu konusunda sıkıntı yaşamalarının yegâne sebebi budur.

2. VE ‘‘TARİH ÜZERİNE’’

Nietzsche, Goethe’nin faydası olmayan bilimden nefret edişini anlattığı sözü kendisine düstur edinmiştir.11 Bu düstur da ‘‘ebedi tekrar dönüş’’ nazariyesi kadar filozofun tarih algılayışını etkilemiştir. Aynı zamanda da Nietzsche tarih anlayışını belirli hatlara oturtarak bir standart kazandırıyor:

Tarih ancak yaşama hizmet ettiği ölçüde, biz de ona hizmet etmek isteriz; ama tarihle uğraşmanın da, yaşamı tüketen ve soysuzlaştıran bir tarihe değer vermenin de bir sınırı (ölçüsü) vardır; işte zamanımızın dikkat çekici görüntü ve belirtilerinde kendisini ortaya koyan bir olguyu şimdi burada göstermek, ne denli acı olursa olsun, zorunludur.

tarih-uzerine-nietzsche-nejat-bozkurt-2001__39549268_0

Nietzsche bakış olarak tarihe bir anılar yığını, dev hafıza olarak bakıyor. İnsan ile hayvanı koyuyor ortaya, insanın hayvanların mutluluğunu istediğinden bahsediyor12 ve aralarındaki bir farkı koyuyor ortaya; hatırlamak veyahut tarihe sahip olmak.13

“Her eylem unutma ile bağlantılıdır”14 diyor filozof. Anahtar cümlelerden bir tanesi de bu. Bu cümle üzerinde biraz düşündüğümüzde şöyle bir durum ortaya çıkıyor: Eğer her eylem unutma ile bağlantılı ise ve unutmak aslında bir zafiyet ise; biz bu zafiyeti ortadan kaldırdığımızda unutmamak ya da mutlak hatırlamak ile karşılaşıyoruz. Yani bu da örneğin, on iki sene önce kolumuza aldığımız darbenin acısının hâlâ sürmesine neden olur. Daha da açıklayacak olursak her amel tesiren yapıldığı anki kadar aktif, kuvvetli ve canlı olur. Bunu “an” mefhumuna indirgersek külli yaşamın “an”dan ibaret olduğunu ve Goethe’nin “An ebediyettir” sözünün aslını görmüş oluyoruz.

Nietzsche kafasında tasarladığı tarih algısına göre tarihi şu bölümlere ayırıyor bunlar; anıtsal tarih (monumentalische), eskiyi koruyucu tarih (antiquarische) ve eleştirici tarih (kritische).15

a) Anıtsal Tarih

Anıtsal tarih, bir şeylere ulaşmaya çabalayan kimseler bakımından meydana gelmiştir. Büyük olanın yaşamasını sürdürmesinde yaslandığı tarih anlayışıdır. Tarihe bakanlar her zaman güçlü olanlar ile karşı karşıya geleceklerdir. Bu bakış onlara iyi gelmektedir.

Tarihi anıtsal açıdan ele alan kimse şu sonucu çıkarır: Bir zamanlar var olan büyüklük bir kez var olabildiğine göre, pekâlâ yeniden var olabilecektir; böyle bir kimse cesaretle yolunu sürdürür, çünkü zayıf saatlerinde yoksa olanaksız bir şeyi istemiş olmayayım diye sorduğu, içine düşen bu kuşku şimdi artık bir yana atılmıştır.16

Anıtsal tarih, kişiye yoluna devam etmek konusunda beceri ve cesaret kazandırır. Bu tarih bir takım yetenekli kimseler tarafından ele alındığında hükümetlerin sayısı artacak, krallar öldürülecek ve devrimler çıkacak. Kendinden sonrakileri için öğüt verici bir konum elde eder.

Tarihe anıtsal olarak bakan kimsenin amacı genel olarak kendi mutluluğu değil, ulusun veya insanlığın mutluluğudur. Anıtçı tarihçilerin kendi çağlarındaki büyüklere beslediği hınç, eski çağlardaki büyükler üzerinde bir hayranlığa dönüşüyor. Girdikleri davranış biçimi şudur: “Bırakın ölüler, yaşayanları gömsünler.”

b) Eskiyi Koruyucu Tarih

Bu tarih ile geldiği yere önem veren, saygı duyan korumacı güdü ile hareket eden kimseler ilgilenir. Bu kimse bulunduğu konumda iken kendisinden sonra gelecek olanları düşünür. Böylece yaşama hizmet etmiş olur. Yaşadığı şehrin tarihi onun tarihidir. Kendi malını ve canını korur gibi yaşadığı şehrin tarihini de korur. Ancak filozofa göre burada bir tehlike ile karşı karşıya gelinebilir. Bir usun eskiye bu kadar koruyucu ve kollayıcı olarak bağlı kalması eskiye saygı duymadan ortaya çıkan yeniyi kabullenmemelerine yol açar. Bu da daha yüksek bir yaşamın oluşmasına engel teşkil edecektir. Yaşam ne kadar korunursa korunsun bir yerde bu tarih anlayışı yaşamayı zorlaştırır filozofa göre.

c) Eleştirici Tarih

Bu tarih anlayışı az evvelki tarih anlayışının ortaya çıkaracağı olumsuzlukları yok etmek içindir yani yaşanılabilirlik sağlamak için. Eskiyi koruyucu tarih anlayışının meydana getirdiği aşırılık ancak tarihin sorgulanması ile aşılabilir. Geçmiş sorgulanır, mahkûm edilir. Filozofa göre bu yöntem çok tehlikelidir. Bu anlayışla hizmet edenler her zaman tehlike içinde olanlardır. Kimseler kendinden öncekilerden mütevellid olduğu için onlardan da bütünüyle kopamazlar.

Fiat Veritas pereat vita. 17

 

 

Yazının ilk bölümü:  https://edebifikir.com/biyografi/nietzschenin-kronolojik-yasam-oykusu.html

DİPNOTLAR

1. Durant, Will (2010) Felsefenin Öyküsü, (Çev: Ender Gürol), İz Yayıncılık, İstanbul, s. 395
2.(alm.), Bizatihi kendinde şey.  
3. Özkan, Senail (2007) Nietzsche-Kaplan Sırtında Felsefe, Ötüken Yayınevi, İstanbul, s. 314
4. Aktaran: a.g.e. , s. 318
5. a.g.e. , s. 27
6. Aktaran: a.g.e. s. 325
7. Durant, Will (2010) Felsefenin Öyküsü, (Çev: Ender Gürol), İz Yayıncılık, İstanbul, s. 402
8.Bu nazariye ile alakalı bazı yerlerde ‘‘Ebedi tekrar dönüşüm’’ ve Goethe’nin ‘‘An ebediyettir’’ sözü eşleştirilmeye çalışılmaktadır. Şunu belirtmek gerek ki Nietzsche’nin bu nazariyesi bir süreklilikten ve süreçten bahsedişi Goethe’nin mezkûr sözündeki ‘‘An’’a sığmayacak sürededir. Yani biri doğru ise diğeri kesinlikle ve kesinlikle yanlıştır.
9. Özkan, Senail (2007) Nietzsche-Kaplan Sırtında Felsefe, Ötüken Yayınevi, İstanbul, s. 86
10.Aktaran: a.g.e. s. 90
11. Nietzsche, Friedrich 1997 Tarih Üzerine, (Çev: Nejat Bozkurt), Say Yayınevi,  s. 57
12. a.g.e. , s. 63
13. Almancada tarih manasında kullanılan geschichte kelimesi aynı zamanda hikâye anlamına da geliyor.
14. a.g.e. , s. 64
15. a.g.e. , s.75
16. a.g.e. , s. 78
17.Doğruluk (Hakikat) olsun da varsın yaşam son bulsun.
 
 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir