Ruhun Mânevî Bahçevanı: Sâdî Şirâzî

Edebifikir, bu kez sayfalarını Sâdî Şirâzî’ye açıyor. Yazarlarımız, kaleme aldığı eserlerle yedi yüz yılı aşkın bir süredir gündemden düşmeyen, kendisini okuyanları hayrette bırakmaya ve yol göstermeye devam eden mana gülistanının bülbülü Sâdî Şirâzî ve eserlerini inceledi. Editörlüğünü Celal Kuru’nun yaptığı “Mana Gülistanının Bülbülü” dosyamız çerçevesinde her gün bir yazı yayımlayacağız.

İlk olarak Celal Kuru’nun Sâdî Şirâzî biyografisi ile başlıyoruz: “Ruhun Mânevî Bahçevanı: Sâdî Şirâzî”

***

Şair, edîb, sûfî gibi sıfatlarla mücehhez birini düşünün ki henüz yirmi altı yaşındayken şöhrete kavuşmuş, bu şöhreti yedi asrı aşkın bir zamandır hiç kesilmeden günümüze kadar gelmiş ve kıyamet gününe kadar da devam edeceği zahirdir. Sâdî Şirâzî’ye bu şöhreti kazandıran şüphesiz fesâhatidir. İlmîyeden olmasına rağmen, anlattıkları kitabî değil, tecrübeye dayalıdır. Gezip gördüğü yerlerden, tanışıp hasbihal ettiği insanlardan binlerce hikmet devşirmiş ve bunları, “Eğer sana faydalı bir şerbet lazımsa, Sâdî’den acı nasihat ilacı al. Sâdî’nin nasihati marifet eleğiyle elenmiş, söz balı ile karıştırılmıştır.” diyerek çağlara seslenmiştir ve yankısı hâlâ devam etmektedir.

Sâdî’nin en nefret ettiği tip cahil sofudur. Çünkü, kendi tabiriyle ilim şeytanla savaşmak için tedarik edilmiş bir silahtır. Sadece ilim öğrenip de amel etmeyenleri, çift sürüp de tohum ekmeyen kimselere ve amelsiz âlimi de balsız arıya benzetir. Cahil insanı tarifi de taşı gediğine koymaktadır: “Ne kadar okursan oku, ne kadar öğrenirsen öğren, ne kadar bilgi edinirsen edin. Onunla amel etmedikçe cahilsin.”

Nefret ettiği ikinci zümre ise, çok konuşan, gevezelerdir. Sâdî, bir köşede oturmuş ahrazı, diline hükmü geçmeyen bir insandan daha üstün tutar. Sözün sarrafı olmamızı, gevezelik etmememizi, sorulmadıkça cevap vermemizi, mumun dili yüzünden yandığını öğütler. Ona göre, gün görmüş, tecrübeli, hikmetli, olgun ve iyi yetişmiş bir ihtiyar ilk önce düşünür, sonra söz söyler ve başkaları seni susturmadan sen sükût etmesini bil, diyerek bize yol gösterir.  İnsanlar, konuşmasıyla hayvanlardan üstün olmasına rağmen,  şayet iyi ve doğru bir söz söylemezlerse hayvanı insandan daha üstün sayar ve son noktayı da şu şekilde koyar: “Akıllı kimsenin yanında susmak, edep icabıdır ve terbiye böyle gerektirir ama, yeri gelmişken sözü söylemeli. İki şey akıl hafifliğidir: Birincisi konuşulacağı ve söylenileceği vakit susmak, öbürü de susmak icap ettiği zaman söz söylemek.”

Sâdî’nin nefret ettiği üçüncü zümre de zalim yöneticilerdir. Eğer hükümdar, halkından birinin bahçesinden bir tek elma yerse, askerlerinin ağacı kökünden sökeceklerini, şayet padişah bir yumurta almak suretiyle haksızlık yaparsa askerleri bin tavuğu şişe geçirip kebap edeceklerini haber verir. Kolluk kuvvetlerine ve bulunduğu makama güvenerek, halkın malını haksız yere alıp yemek isteyen, onu afiyetle yiyemeyeceğini, iri bir kemiğin insanın boğazından geçip gitse de o kemiğin mideye inince karnı yırtacağı gerçeğini haykırmıştır. Ona göre kurttan çoban olmayacağı gibi, bir zorba da ülke yönetemez. Zulüm siyaseti izleyen bir padişah, kendi iktidarının temellerini yıkar. Zayıflara karşı merhametli olmayan her zaman kendinden daha güçlülerin zulmüne uğrar ve ona göre zalim padişah için en hayırlı ibadet öğle uykusudur. Çünkü birkaç saatliğine de olsa halka zulmetmekten kurtulur. Uyuyan bir zalim için de, “Bırakın, uyusun! O bir fitnedir. Bir şahsın uykusu uyanıklığından daha hayırlı ise yaşamanın ne yararı var?” demiştir.

Sâdî’nin en meşhur iki eseri Bostan ve Gülistan’dır. Zamanla bu iki kitap tek kitap sanılmaya başlanmıştır. Oysa, Bostan havas için, Gülistan daha ziyade avam için yazılmıştır. Eserlerinde Farsça’nın yaygın bilinen kelimeleri kullanmayı tercih etmiştir. Yaşadığı dönemde yaygın olan Arapça terkip ve cümlelerden genellikle kaçınmıştır. Şiir ve nesrinin en büyük özelliği akıcı, sade ve sehl-i mümteni olmasıdır. Gazeli müstakil bir tür haline getirmiştir.

Farsça’da etkisi o kadar büyüktür ki, bir kıtada, “Her ne kadar nebi olarak gönderilmemişlerse de şiirde üç kimse peygamberdir: mesnevî, kaside ve gazelde, Firdevsî, Enverî ve Sâdî.” denilmiştir. Fakat bu üçünün arasından faziletin Sâdî’de olduğu görülür. (Ziya Paşa, Harabat)

Henüz hayatta iken şöhreti yayılmış Emir Hüsrev Dihlevi ve Hasan Dillevig çağdaş şairler onun üslubunu takip etmişlerdir. Kendisinden sonra da birçok şairi ve edîbi etkilemiştir. 16. yüzyılın hükümdar şairlerinden 3. Murâd Han,

“Bülbülâ kıl nagmeler çünki Gülistan eldedür
Eylegil seyr ü temâşâ çünki Bostan eldedür”

diyerek tevriye yolu ile Gülistan ve Bostan kitaplarını okuduğunu anlatır. Aynı çağda yaşamış olan şairlerden Rahmî de bir gazelinin ikinci beytinde

“Bu Bostan-ı muhabbetde ruhun şevkıyla dil tıflı
Gülistan okuyup meyli Bahâristân’adır  şimdi”

deyip Gülistan ve Bostan’ın yanında, Gülistan’a nazire olarak yazılan Molla Camî’nin Baharistan’ını da zikreder. Şeyh Galib ve Ziya Paşa’nın bazı beyitlerinde fikren onu tekrarladıkları da bilinmektedir.  Ziya Paşa, Harabat’ın girişinde Sâdî’den bahsederken,

“Bir kimse okursa Bûstanı
Anlar o zaman nedir cihânı”

diyerek üzerindeki etkisini aşikâr etmiştir.

Gülistan ve Bostan Türkçeye tercüme edildikten sonra en çok okunan kitaplar arasına girmiştir. Osmanlı medreselerinde Farsça öğrenmek isteyenlere ders kitabı, ayrıca ahlâk ve öğüt kitabı olarak da yıllarca okutulmuştur.

Cumhuriyet döneminde harf inkılabı garabetinin ardından nisyana terk edilse de 1942 yılında Kilisli Rıfat Bilge, 1944 yılında Niğdeli Hakkı Eroğlu tarafından enfes bir Türkçeyle latinize edilmiş ve yeni okurların istifadesine sunulmuştur. Ardından Yakup Necefzâde, Hikmet İlaydın, Adnan Karaismailoğlu Mehmet Kanar, Hicabi Kırlangıç tarafından tercüme edilmiştir.

Genç yaşta hatırı sayılır bir şöhret kazansa da doğum ve ölüm tarihi, ismi hatta mahlası hakkındaki rivayetler ihtilaflıdır.

Sâdî’nin Şiraz’da 610-615 (1213-1218) tarihleri arasında doğduğu tahmin edilmektedir. Eserlerinin en eski nüshalarından isminin Müşerrefüddin b. Muslihiddin b. Abdullah b. Müşerrif olduğu belirtilmektedir. Mahlasının da babasının mülazımlığını yaptığı Ebubekir bin Sa’d bin Zengî’nin şehzadesi, Sa’d bin Ebubekir’den aldığı kabul görmüştür.  

İlk edebî ve dinî ilimleri babasından tahsil etmiştir. Babasını küçük yaşta iken kaybedince anne tarafından dedesi Mes’ud b. Muslih el-Fârisi yetiştirmiştir. Harezmşahların Şiraz’a saldırısı üzerine 620/1223 yılında Bağdat’a giderek Nizamiyye Medresesinde ders gördü. Mustansiriyye medresesi hocalarından meşhur İbnü’l Cevzi’nin torunu olan ve aynı ismi taşıyan İbnü’l Cevzî’den dersler aldı.

Mezhebi ve meşrebi hakkında bilgi bulunmasa da gerek Gülistan gerekse Bostan’ın girişinde dört büyük halifeye yaptığı medihlerden Sünnî olduğu anlaşılmaktadır.

Yaşadığı çağda İran ve Bağdat’ta Kadirî, Kübrevî ve Sühreverdî tarikatlar etkindi. Tasavvufun dört büyük eserinden biri sayılan Avârifü’l Ma’ârif’in müellifi Ebû Hafs Ömer Bin Muhammed es-Sühreverdî’ye intisap ettiği hattâ birlikte seyahat ettiklerini Bostan kitabından öğrenebiliyoruz.

Tasavvuf hakkındaki görüşünü de Gülistan’da şeyhinin dilinden şöyle aktarır: “Bizden önceki dervişler zâhirde perîşan ve dağınık, batında toplu ve müttefiktiler. Günümüzün sûfîleri ise zâhiren toplu hakikatte ise dağınıktırlar.”

Hicaz, Şam, Lübnan ve Anadolu’ya seyahatler yaptığı bilinmektedir.

İhtiyarlık yıllarını Şiraz’in kuzeybatısında şimdi metfun olduğu hankahında riyazet ve ibadet ile geçirdi. 27 Zilhicce 691/9 Aralık 1292 tarihinde vefat etmiştir. Zamanla harap olan mezarı Kerim Hân Zend tarafından 1180/1766 senesinde onarılmıştır.  

Sâdî’nin bütün eserlerini içine alan Külliyatı iki defa Ali b. Ahmed b. Ebû Bekr-i Bî-sutûn tarafından 726/1326 ve 734/1333 yıllarında iki kez tertip edilmiştir. 

Eserleri:

1. Gülistan: Sâdî’nin en meşhur eseridir. Türkçe pek çok tercüme ve şerhi yapılmıştır. Bunlardan en meşhur Sûdî Bosnevî’nin şerhidir.

2. Bostan (Sa’di-nâme): Manzum olarak yazılmış olan Bostan Sa’di’nin diğer eseri Gülistan ile birlikte anılır. Bostan’ın bilinen ilk Türkçe tercümesi, Hoca Mes’ûd b. Ahmed tarafından manzum olarak 755’te (1354) yapılmıştır.

Sadi’nin en çok tanınan bu ikisi dışındaki eserleri ise şunlardır:

Divan, Nasihatü’l Mulak, Risale-i Akl ü Işk, Risale-i Enkiyanú, Mecális-i Penegane, Risale-i Selase: Sual-t Sahib-Divan; Mülakat-i Şeyh bå Abaka Han, Risale-i Şemseddin Tâzi-guy. 

Sadi’nin cesedi toprak olsa da Bostan ve Gülistan’ına arttığı tohumlar hâlâ kalplerde yeşermektedir ve bu hâl kıyamete kadar böyle sürüp gidecektir.

Celal Kuru

Not: Bu yazı, İslam Ansiklopedisi’ndeki Tahsin Yazıcı’nın kaleme aldığı Sa’dî Şirazi maddesinden istifade edilerek hazırlanmıştır.

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir