“Devrim ve Devrimci Olmak” dosyamızın ilk yazısını Mehmet Raşit Küçükkürtül yazdı.
“bir dünyagörüşünün takipçisi olmak ve bunun sosyal tezahürünü elde etmeye çabalamak…”
***
1.
tarihte darbeyle, ihtilalle iktidar değişiklikleri pek çok. belli bir ideoloji adına teşkilatlanıp iktidar elde etmek dediğimiz devrim ise taze bir kavram. herhalde 1789’daki fransızların ihtilal-i kebiri milat sayılıyor.
inkılap veya sonraki adıyla devrim.
seküler, firenk menşeili, masonik mahreçli bir vakıadan söz ediyoruz.
şerh düşerek, süzerek ele almak mecburiyetindeyiz.
2.
müslüman dini aşikâre, diye bir sözümüz var.
masonik, gizli kapaklı, dar bir kadronun menfaatine ve kuvvetine dayanan bir hareket bize uymayacaktır.
yine de ihtilale meyilli kimseler çıkmış: n. f. kısakürek.
kısakürek’in reel politik’e yanaştığını, tek parti idaresinden de demokrat parti idaresinden de 27 mayıs cuntasından da kendi fikirleri için istifade etmeye çalıştığı ortada. elinde imkan bulunsa ihtilal yapmayı istediği de muhakkak, metinlerinden bunu rahatlıkla anlayabiliyoruz.
kadrocu, adanmış, idealist, birbirine bağlı bir toplulukla iktidar elde etmeyi istemek bizim hayatgörüşümüze ve inanışımıza uygun değil.
3.
bir dünyagörüşünün, bir hayatgörüşünün takipçisi olmak ve bunun sosyal tezahürünü elde etmeye çabalamak… böyle bir devrim olabilir, bunu isteyelim, istemeliyiz. iktidarı istemek ayrı, kendi anlayışın çerçevesinde bir cemaat hayatı teşkil etmek ayrı. iktidarı istemek yozlaştırır, saltanat hırsını, tahakküm hırsını pekiştirir. fakat zulme rıza göstermemek ve doğru bildiğin hayatı yaşamak çabası bize her daim gerekli olan tavırdır.
“halkın sesi, hakk’ın sesidir” deyip tamamen halkın peşine giden demokratik tavırdan veya “avamın dini yoktur.” veya “yığınlardan ne çıkar?” diye aristokratik tavırdan birini tercih etmek zorunda değiliz.
4.
“mücahitlerin müteahhit olduğu, devrimcilerin aktivist olduğu günlere geldik. şimdi bu devrim mevzuu da nereden çıktı?” denebilir. fakat bu tavır doğru değil.
“kim gaza etmeden ve gaza etme arzusu duymadan ölürse kalbinde nifaktan bir parça ile ölür.” hadis-i şerif
bir muhaddis de ashaptan otuz kişiyle görüştüğünü, bu zatların hepsinin de münafıklığa düşmekten sakındığını ve hallerini bu anlamda devamlı murakabe altında tuttuklarını ifade ediyor.
biz biliyoruz ki iman-küfür zıtlaşması kıyamete kadar devam edecektir. küfür tamamen zeval bulmayacaktır. bu kıyamete kadar uğraşacağımız bir meşguliyet sahasına işaret etmektedir: küfrün tahakkümünü kırmak, küfrü geriletmek ve tesirsiz bırakmak. bunun da yolu gazadır.
günümüzde münafıklıktan sakınmak hassasiyeti çok az görülmektedir. münafıklıktan sakınma ile gaza etme iştiyakı arasındaki irtibat ise hiç vurgulanmıyor. münafıklıktan sakınabilmek için gaza edilebilecek şartları oluşturmak zarureti vardır. yalan söylenen, dedikodu yapılan, iftira edilen bir muhitteki insanlar birlikte savaşmaya gidip sırt sırta verip vuruşamaz. namazda omuzları birbirine değmeyen ve düzgün saf tutamayan insanlarız. demek ki savaşta da intizamlı durmamız mümkün değil. bu şartları yeniden elde etmek gerekiyor.
5.
aklımızın sıhhatini korumamız gereklidir. çünkü aklı olmayanın dini yoktur. ancak
kişide akıl olsa dahi imanın ve islam’ın üstünlüğünü görüp tanıyacağı ve kabul edeceği bir sosyal yapı yoksa durumu müşkildir. hayy bin yakzan gibi tabiata bakarak iman etmek istisna bir durumu ifade eder. tabiata değil, tarihe ve cemiyete bakılır. imanın üstünlüğünü ve şerefini hayatıyla gösteren bir müslümanlar topluluğuna rastlamamız gerekir.
bu da her seviyeden gayreti hak eder:
akaid dersleri verip sağlam bir itikad için çalışmak gibi bir ana faaliyeti düşün.
veya şunu: otomobilin arkasına maşrapaları yığıp cami cami gezerek “temiz ve düzenli olmayan hela kalmasın, bu şehirdeki bütün helalara temiz ve sağlam maşrapa koyacağım” diyen bir genci düşünün.
büyüğünden küçüğüne gayretlerin hepsi kıymetlidir.
kendimizi bu hedefin içerisinde anlayacağız ve bileceğiz.
işini, ailesini, evini, yolunu, okumasını, yazmasını bunun içerisinde anlamayan biri bu hedefin dışında değil, aleyhinde bir dünya için soluk alıp vermeye başlıyor. aleyhte duruma düşmekten kaçması hemen hemen mümkün değildir.
6.
her yerde, her durumda ve her zaman devrimciliği arayalım.
cuma namazına devam ettiğim bir camide ayakkabılar kapının önünü intizamsız, yığılmış vaziyette kalıyordu. birkaç ay boyunca ayakkabıları çiftleyerek, sıraya koydum. bir müddet sonra geldiğimde ayakkabıların burnu kapıya dönük, çiftlenmiş, yan yana güzelce konmuş vaziyette bulunduğunu gördüm. bu bana şunu düşündürttü: ne kadar yozlaştırılmış, ahengi bozulmuş bir millete de dönse türk milleti derlenip toparlanacak öz suyu bünyesinde bulundurmaya devam ediyor. fakat şu var: devamlı o öz suyu beslenecek, hiç kesilme olmayacak. bunun için de “beyni her sabah devrimcinin beyni” olacak kimselerin sayısının artması ve devamlı bulunması şarttır.
bulunmazsa?
bulunmazsa türkiye’nin endemik bitkileri, hayvanları, arkeolojik kalıntıları, müzeleri, kütüphaneleri, yazma eserleri, mezarlıkları, mezar taşları… hasılı bütün maddî ve manevî kıymetleri talan edilmeye devam edilecektir.
7.
“kim gaza etmeden ve gaza etme arzusu duymadan ölürse kalbinden nifaktan bir parça ile ölmüş olur.” hadis-i şerif
“türklük, allah resulünün mescid-i dırar’ı yıkmasıyla başlar.” ismet özel
“kafirle çatışmaya göze alan müslümana türk denir.” ismet özel
ismet özel’in “kafirle çatışmayı göze alan müslümana türk denir” tarifi ile “gaza etme arzusu duymak” arasında irtibat olduğunu düşünüyorum. yani türklüğü münafıklıktan arınmanın tarihle tespit edilen bir yolu olarak işaret ediyor ismet özel. bu işaret anlaşılırsa “biji serok obama” sloganı atanların durumu daha iyi anlaşılır.
insan, zaman ve mekânla kayıtlı bir varlık. hem beşerî tarafıyla hem aklî tarafıyla mahdut ve âciz bir vaziyettedir. bu kayıtları aşarak evrensel, her yerde geçerli, her zaman geçerli bir söz söyleme, bir bilgi tespit etme gücü yoktur. tarihe bakacak, lisâna bakacak. bunlar üzerinden kendi yerini bulacaktır. baştan beri tavzih etmeye çabaladığımız hususlara yakınlık duyuyorsa, baktığında göreceği türklüktür.
goldzhier’den hadis-i nebevî tahsil etmeyi hor gören, leone caetani’nin yazdığı kitaba “müsteşrikten mi siyer öğreneceğiz?” diye yaklaşan zihinlerin türklük mevzu olunca müsteşriklerin yazdıklarından ve onların türkiye’deki acentası olan yazarlardan türk tarifi ve türk tarihi alması büyük bir tenakuzdur. bu tenakuz sebebiyle gâfil kimseler, tıpkı kafirler gibi, macarların da türk olduğu türünden safsataları geveleyip duracaktır. kafirlerin, insanı tamamen evrimci bir bakışla, beşerî vasıflara indiren ve onu hayvanlara yaptığı gibi ırkla açıklamaya çalışan anlayışları reddedilmelidir. bu ret, mensup olduğumuz türk milletini itikat, lisân ve tarihî hedeflerle izah etmekle başlar.
peki, bu yolu tercih etmezse ne olur?
“emribilmaruf nehyianilmünker” ile meşgul olduğunu söyleyerek bakanlıklardan aldığı hibelerle gençlik merkezlerinde robotik kodlama ve satranç kursları tertip eder.
sohbet sırasında “abi, şu câri açık olmasa var ya… dünyayı dize getiririz, dize…” diye hayıflanarak arkadaşına cevap verirken, telefonundan bankaların faiz oranlarına bakar ve önündeki glikoz şuruplu baklavadan bir lokma daha alır.
kudüs-i şerif’e tâtile gider, umre’den ucuza telefon getirir, gittiği kaplıcalardan açık büfe kahvaltı üzerine salavat zincirini tamamlar, amerikan dolarıyla ürdün’den arapça tefsir getirtir. dahası vakıf parasıyla afrika’ya kardeşlik köprüleri kurmaya gider ve orada tanıştığı müslümanlarla facebook’tan arkadaşlık sürdürür. afrika’daki hafızlık yöntemini öldürdüğünün farkına bile varmadan oralara matbû mushaf-ı şerif götürür.
sıcak paranın, silah baronlarının ve genetik şirketlerinin talimatlarını bağımsızlık, yerlilik ve millîlik zanneder.
kendi kendisine hiçbir vakit sormayacaktır: “sultan hamid-i sânî, mushafları niye matbaada bastırmak mecburiyetinde kalmıştı? bizim kur’an-ı kerîm ile alâkamız nasıldır?”
hiçbir zaman aklına getirmeyecektir: bir vakitler, domatesin suyu eldeki kesiğe değince niye yakmaktaydı ve şimdiki domatesler niye poşet fabrikasından çıkmış gibi?
mehmet raşit küçükkürtül
(22 ocak 2021 cuma – kahramanmaraş)
5 Yorum