Düşün Düşüşü

Âgâhî karıştır kanı yaş ile
Hak bulunmaz hayâl ile düş ile
Eremen menzile bu gidiş ile
Hemen aşk atına binip sürmeli

Düş’ün kökeni nedir, düşünmeyi kapsayan bir ifadeyi nasıl kavrayabiliriz? Aşağıya yönelik olan bir kelimenin kökü, başka bütün köklerden daha derine kök salmış olmalıdır. Düş’ün kökünü bulup çıkarabilmekte, gördüğümüz düşü olduğu gibi anlatmaya çalışıp üstesinden gelememektekine benzer güçlükler var. Bu hususta efrâdını câmi mantıklı bir açıklamaya kavuştuğumuzun delili ancak kurguya yer vermeyen saf düşünceyle mümkün olabilir ki; bu, zaten ağır olan ‘metn’in taşıyabileceği yüklerden değil. Benzer sebeplerle böylesi bir yazı, yarım kalmış bir teşebbüs olmanın ötesine geçemeyecektir.

Öncelikle düş, Uygurca tül’den gelmiş olamaz. Lam harfinin şın’a dönüşmesi, iki dudağımız arasındaki dilin ameli olan lisanın imkânları için oldukça uzak bir ihtimal olarak gözüküyor. Düş kelimesinde bulunan, üşüşmekten de bildiğimiz üş, anlamlı bir sese karşılık gelmekte. Toplamak anlamındaki üş’ün usla olan ilişkisi sebebiyle düş’e “aklın topladıkları” veya “akla toplananlar” diyebiliriz. Üş’ün evvelâ zihinsel bir toplantı olduğunu Karahanlı Türkçesindeki “hatırlamak” anlamına gelen üşgür kelimesi de teyit ediyor. D-üş veya t-uş, başındaki d/t sesiyle birleşince yaklaşık olarak derlenip toplanan anlamlarına geliyor. Böylelikle düş diyerek zihne üşen ve üşüşenleri kastediyoruz. Düş-ün-mek ise doğrudan düşün çoğaltılmasıyla elde ediliyor. Belirgin olmayan ve sürekli çoğalan düşün şuurla münasebetinden düşünce meydana geliyor ve düşünmek, insanı şüpheye düşürdükçe yeni başka düşüncelere sevk ediyor.

Biz yoğ iken var olanlar, rüyaya neden “düş” dediler? Kökeni kadar önemli olan sorunun cevabı, düş’ün öncelikle, misal âleminden uyurken zihnimize düşenler ve orada yumak yumak toplaşanlar olmasıyla alakalı. Düşü yukarıdan aşağıya doğru yakıştırıyoruz çünkü düşte akıl sekteye uğruyor, rüya bizim ihtiyarımız olmaksızın gökten zembille iniyor. Gördüklerimiz belli belirsiz, silik ve kaygan; uyanınca hükmü düşüyor. Rüyayla amel edilebiliyor ama hüküm verilemiyor. Düş, düşünceye de benziyor çünkü uyanık olduğumuz hâlde ordan oraya savrulmak yalnız düşünürken mümkün oluyor. Yemek yerken, su içerken, oturur yürürken önümüze birden Ebu Cehil karpuzu düşmüyor ama düşünürken akla ansızın gelebiliyor. Düşte de düşüncede de tedâîler baş köşede. Herhangi bir çağrışım, insanın hayalini alıp bambaşka yerlere götürebiliyor. Sürekli bertaraf edilmeye çalışılan ama asla tam anlamıyla üstesinden gelinemeyen dağınıklık kol geziyor.

Hayâle de düş denilmesi, düşü neden yukarıdan aşağıya tasavvur ettiğimiz hakkında ipucu vermekte. Arapça’da hayal, “gölge” yani “düşen, yansıyan” demek; hayal kurmak ise arzulamak anlamlarında kullanılıyor. Hayallerimiz kalbimizi meşgul eden arzulara ayna tutuyor. Burada meşhur kıssayı hatırlayabiliriz. Adamın biri Peygamber Efendimizi (asm) düşünde görmeyi istediğini söyleyerek bir hocaefendiye akıl danışıyor. Hocaefendi ise o kişiye, çarşıya gidip balık almasını, iyice kızartıp bol tuz ekledikten sonra yemesini ve su içmeden öylece yatmasını nasihat veriyor. Hocanın söylediklerine hayret eden adam, hikmetinden sual etmeyip söylenenleri yaptığında, sabaha kadar şırıl şırıl akan ırmaklar; temiz, berrak, serin sular görüyor. Uyandığında gidip vaziyeti bildiriyor ve “kimin neye susarsa rüyasında onu göreceği” ibretli dersini alıyor. Düşün kimyası böyle, arzulamakla göbekleri birlikte kesilmiş. Hadis-i şerifte “Sizden birinin hevâ ve arzuları benim getirdiğime uymadıkça mümin olamaz” buyruluyor. Arzu o kadar kaygan ve zaptedilebilmesi güç bir kuvve ki ona mukayyet olabilen, imanını tamamlamış sayılıyor. Hayale düş denilmesi, hayalini kurduklarımızın kalbe nüfuz etmesinden ve bu itibarla hayallerin, kalbin gölgesi yani iz düşümü olmasından ileri geliyor. Bir işi arzulayana da düşkün deniyor bir kişiyi tahkir etmeye de. Hayâlin hîle ile olan ünsiyeti yani kişinin ayağını kaydırıp düşürmekteki mahareti mühim. Mümeyyiz vasfı hîlekârlık olan çakala Eski Türkçe’de “arzu” denmesi yine arzuların ayartıcılığıyla ilgili.

Düşün düşmesinde, ilham ve esin gibi ne yönden geldiği belli olmayan, yanı yöresi kestirilemeyen ama hazır bulunan tecellilerin de hissesi var. Türkçe, muamma olanları açıklarken in-anmaya yani olanların –arşta hükümran olan– Allah tarafından oldurulduğuna iman etmeye müsait bir dil. Düş bu yönüyle tasavvuftaki vâridâta yani insanın “kalbine düşen”ler olmasındaki kavrayışa benzemekte; başka bir yönüyle de zıddına yani vesveseye benzemekte. Hatırlamakla aynı kökten gelen “hatarat” diye tehlikenin çoğuluna deniyor ve çoğu zaman havâtır-ı nefs ile şeytanın üfürüğü kastediliyor. Cenab-ı Allah’la kulu Âdem’e (as) karşı kendi hatrını dava eden İblis’ten bahsedildiğinde hâtırâlar ehemmiyet kesbediyor; düşte, şeytanın üfledikleri de esip düşüyor.

Düşün rahmani ve şeytani olanları bulunduğu gibi; düş kelimesi de birbiriyle zıt anlamlara gelebiliyor. Düşmek bazen alçalmak bazen konmak kah inmek kah batmak, kimi zaman da yağmak anlamında. Azap gibi kar ve yağmur, rahmet de gökten düşerek geliyor. Düşün hâtırayla ilişkisi iptilâ boyutuna ulaştığında ona “düş olmak” yani müptelâ olmak deniyor. “Miskin Yûnus gözü tuş oldu sana” derken, hazret, içine düştüğü amansız dertten bahsediyor. “Düş gelmek” rastgelmeyi ifade ediyor çünkü o da düş gibi lâlettâyin ve hasbelkader gerçekleşiyor. Dilimizde yardımcı fiil olarak kullanılan düşmelerin sayısı oldukça fazla. Tufaya düşüyor, saça kır düşüyor, ayıp düşüyor, açığa düşüyor, uygun düşüyor, denk düşüyor, zıt düşüyor, miras düşüyor, şehit düşüyor, esir düşüyor… Düşmez kalkmaz bir Allah deniyor. Düşünce ise çoğu zaman hatıra boyutuyla ele alınarak, düşünceli insanlar hayatı ıskalayan kimselermiş gibi değerlendiriliyor. Arpacı kumrusu gibi düşünmek, derin derin düşünmek, dertli dertli düşünmek, kara kara düşünmek, kukumav gibi düşünüp durmak…

Diller arasında iştikâkî nakiller kadar bir de mânevî olanlar var. Biz düşünmeye, hatırlayıp kafa yormaya taakkül diye pek dememişiz ama bir bakıma bunu tercüme etmişiz. Arapça’da akıl, “deveyi çökertip ayağa kalkmaması için bağlamak” ve “düş-manı çelme ile düşürmek” anlamlarına geliyor. Her ikisinde de düşmek anlamı mevcut. Kezâ Türkçe’de dereke olarak da kullandığımız idrâk kelimesinin köklerinde hem “aşağı, alçak seviye” anlamı hem de “yağmurun yağmaya (düşmeye) devam etmesi” anlamı var. Düşünceye daha yakın mânâlarda kullandığımız diğer kelime “fikir” ise “akıl yürütmek” demek. Fikir için refik ve tarik gerekli; düşünceden farklı olarak düşey değil ileri yönlü bir kelime. Sanki düşüncenin fikir olana kadar olgunlaşması bekleniyor ve fikir, ham olan düşüncenin işlenmesi gibi kabul ediliyor. “Düşünüp taşınmak” da bu yüzden, düşüncenin zamanla kıvam bulmasından dolayı olmalı. “Fikir adamı” yerine “düşünce adamı” demek sakil duruyor ve çok rağbet görmüyor. “Allah akıl fikir versin” derken fikri yine düşey olan akılla beraber kullanmamızın sebebiyse, erişebilmek için evvel bir erişene yani vârid olana ihtiyaç bulunmasında.

Mehmet Emir

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir