İki aylık hikâye dergisi Olağan Hikâye, ikinci sayısında “Kahramanın O’nsuz Yolculuğu” konusunu irdeliyor. Akışın hikâyelerle başladığı, Sedef Soylu’nun hattat Ayşe Solak’la yaptığı röportajın yer aldığı sayı; Teorik Okumalar, Öykü Üç Nokta Atışı, Okuma Notları, Arka Dörtlü bölümlerinin de bulunduğu yine dopdolu bir içerikle karşımızda.
Yunus Emre Özsaray, “Kendi Hikâyemizi Bulabilecek miyiz?” başlıklı giriş yazısında hikâyenin/öykünün Tanzimat’tan günümüze uzanan serencamına yer verirken bu gidişat içinde eriyip giden “kahraman” yaklaşımını sorguluyor. Bir kısım Postmodern hikâyecisini “Tektipleştirici” olarak niteleyen Özsaray, “Bugün öykünün nereden başlayıp nereye geldiği, hikâyesinin bundan sonra nereye gideceği üzerine düşünmesi gerekiyor” diyor.
KAHRAMANIN O’NSUZ YOLCULUĞU
Destanların geleneğine eklemlenen klasik edebiyatımızdan bugüne, Modern-Postmodern kavramlarıyla kahramanın hikâyedeki varlık ve yokluk sürecini irdeleyen yazıların yer aldığı dosyaya katkı sunan isimler ve yazıları şöyle:
Celal Fedai, “Kahramana Tapınmadan Kahramanın Öldürülmesine”; Yunus Emre Özsaray, “Kahramanın O’nsuz Yolculuğu Yahut Melez Bir Ara Dönem Olarak Postmodernite”; Mehmet Bilal Yamak, “Bir Târihî ve Müstakbel Gazâ Tavrı : Alp-Erenlik”; Selvi Kuzu, “Kendi Ejderhanla Yüzleşmek”; Ali Sözer, “Klasik Edebiyatımızın Hikâyesine Cümle Kapısından Bir Giriş yahut Şemseddin-i Sivâsî’nin Gülşen-âbâd’ının Çiçekleri”; Kuddusi Demir, “Necip Fazıl’da Kahraman(lık) Halleri”; Mustafa Uçurum, “Kahramanını Yitiren Öykü”; Rabia Altuntaş, “Kahramana Ad Koymaktan Adsız Kahramana: Hiçoğlu’nun Serüvenleri”; Uğur Cumaoğlu, “Benim Kahramanım Senin Kahramanını Döver”; Yusuf Asaf, “Kahramanın Mekanikleşmesi”; Ahmet Melih Karauğuz, “Kahramanın Yolculuğunda Bir Sonsuzluk Uğrağı Olarak Transhümanizm”; Bilal Can, “Edebiyat Sosyolojisi Açısından Kahraman”.
Bülent Ata, Serkan Türk, İsmail Demirel, Ali Söyler’in hikâyelerinin, Kadir Daniş ve Hasan Hakan Boyraz’ın öykülerinin yer aldığı ikinci sayıya, Teorik Okumalar bölümünde Kamil Eşfak Berki, Hasan Akay, Asım Öz, İbrahim Aksu; Üç Nokta Atışı bölümünde Gökhan Yılmaz ve Handan Acar Yıldız; Okuma Notları bölümünde Özlem Karapınar, Tuncay Günaydın, Ayşegül Özdoğan, Ethem Erdoğan, Ömer Can Coşkun, Aslı Doğan, Zehra Büşra Karaman, Zeliha İlhan, İbrahim Can; Arka Dörtlü bölümünde Keziban Soylu, Cüneyt Dal, Berra Salman, Ahmet Mansur Tural metinleriyle katkı sunan isimler oldu.
…
Olağan Hikâye dergisinin ikinci sayısındaki giriş yazısı:
KENDİ HİKÂYEMİZİ BULABİLECEK MİYİZ?
Önce başarısız sonra da başarılı taklitlerle dünyayı takip etti edebiyatımız. Tanzimat’ta züppe kahraman ile başladı yolculuğumuz. Cumhuriyet sonrası anlatılarda modern aydın kahraman, sonra küçük adam ve ardından 1950’lerde modernist bunalımlı kahramansızlık belirdi. Dışarıdaki adamların hikâyeleri unutuldu. Unutmayanlar da hep aynı insana odaklandılar. Hikâyemizde, romanımızda ağaya başkaldıran köylü tipini görürüz de onsekiz yıllık aradan sonra ezan sesi duyan köylü tipini göremeyiz. DP’li yıllarda küçük burjuvanın varoluş bunalımını/huzursuzluğu anlatır 50 kuşağı, başvekilin idam edildiğini duyan Anadolu’nun bir kasabasındaki insanın umutsuzluğunu, huzursuzluğunu anlatmaz. Üniversite olayları, sokaklardaki gerginlik vardır da üniversiteye evladını gönderen annenin “Evladım anarşiye karışmasın!” diyerek ettiği dua, yaşadığı gerginlik yoktur…
Birilerinin bu görülmeyeni göstermek arzusuyla yola çıkmasıyla “o taraf” yaftasını yemesi de aynı döneme rastlar. Yakın dönemlere kadar Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Rasim Özdenören, Mustafa Kutlu, Ali Haydar Haksal, Hüseyin Su ve ilk hikâyelerini bu isimlerin çıkardığı dergilerde yayınlayan isimler de dahil olmak üzere kendine has bir sesi vardı o tarafın “bu taraf” olarak gördüklerinin. Ne var ki son zamanlarda postmodernizmin melezleştirme etkilerinin fazlasıyla hissedildiğini söyleyebiliriz. İlk isimlerden öyküye devam edenler postmodern yöntemleri kullansalar da hâlâ “kendine has” olma durumunu korumaya çalışıyorlar da yeni kuşaklar için durum değişiyor.
Öykümüz uzun suskunluktan sonra bilhassa 80’lerle birlikte kendi gördüğü hikâyeyi anlatmaya başlamıştı. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de modernizmin tek tipçi iddiası silikleşiyorken “öteki”nin söylemi beliriyordu. Bu belirginleşmeyi melezlikle bastırmak, suyu modern tek tipçilik lehine bulandırmak, üzerini çizmek için post-modernizm doksanların sonunda imdada yetişti. Böylece yok sayılan “öteki” artık bulanık şekilde üzeri çizili olarak var-sayılacaktı. Bu durumda “öteki” farkında olmadan tektipleştiricinin istediğine dönüşmeye başlıyordu. 2010’lardan sonra diğerinin post-modern hokkabazlıkla gör dediğini anlatmaya doğru gerçekleşen dönüşüm, son ucunda yine bu toprakların gerçeğinden kopuk bir hikâye ortaya çıkardı. Bugün öykünün nereden başlayıp nereye geldiği bundan sonra nereye gideceği üzerine düşünülmesi gerekiyor. Yoksa postmodernizmin postunda (sonrasında/ötesinde) hikâyesini kaybetmiş bir öykü ile var olmak aslında yok olmak olacak…
Yunus Emre Özsaray