Benim açımdan lügatlere başvurarak çözülemeyecek kavramlardan birisi zamandır. Zaman dediğimiz şey, yokluğa meyli ölçüsünde var olan bir şey mi, yoksa insan zihninde bir fikirden ibaret midir? Sorulduğunda izahı zor, tanımı müphem olan zaman kavramı, sorulmadığı demlerde herkes tarafından bihakkın bilinir.
Geçmişe dönüp baktığımızda, doğal bir gerçek olduğunu gördüğümüz “zaman”, Batı dünyasının onu bölüp, parçalayıp kendi dünya görüşüne uygun bir hale getirmesiyle hem şekil hem de boyut değiştirdi. Eskiden bir muamma gibi dursa da insanların ihtiyaçları çerçevesinde faydalanılan bir olgu iken bugün kullanışlı bir araca döndü. Her toplumun kendi zaman ve saat anlayışı küreselleşen ve kapitalist anlayışa teslim olan dünya ile ortak bir merkeze çekildi. Bu ortak kullanım alanı diyebileceğimiz merkez ilk bakışta faydalı gibi dursa da çeşitliliği yok etmesi ve kullanışlı bir araca evrilmesi ile amacından çıktı aslında. En başta günü 24 saate bölen/parçalayan Batı dünyasının bizlere sunduğu yeni saat ve zaman anlayışı farklılıkların kalkmasıyla tüm insanların ortak paydası yapılırken gerçekte insanları makineleştiren bir düzen ortaya koydu. İşin gerçeği şu ki, Batı medeniyeti, arzuladığı yeni bir dünya modeli için yeni bir zaman, yeni bir saat ve yeni bir tarih anlayışı geliştirdi.
Müslüman Saati
Takvimi ve saati değiştirerek zamanla olan kadim bağımızın kopması aslında bize çok pahalıya mâl oldu. Ahmet Haşim’in “Müslüman Saati” isimli yazısında da vurguladığı gibi geçmiş değerlerimizle aramıza mesafe koymanın başka bir oyunuydu bu durum. Dedelerimizin öldüğü, babalarımızın doğduğu, içinde büyüdüğümüz şehirlerin fethedildiği zamanı kaybettik bu yeni saat ve takvimlerle. Sadece bununla kalsa iyi! Batı dünyasının kurguladığı ve insanı mekanikleştiren bu zaman ve saat algısı hem bizi hem toplumumuzu hem ilişkilerimizi hem de yaşam tarzlarımızı da mekanikleştirdi.
Peki, Batı dünyası neden zamanı mekanik bir sistem üzerinden okumaya başladı acaba? Sanırım bu hastalığın ana nedeni Batı kafasının zamanı kullanışlı bir araç olarak görmesinden kaynaklanıyor. Çünkü metalaştırılan bir şeyin kullanılmaması, pazara sürülmemesi bu toplumda ahmaklık olarak değerlendiriliyordu. Dünyanın siyasi haritasını önüne alıp cetvelle parselleyen ve baba mirası gibi dağıtan, mekânı şekillendiren, çekip çeviren bir kafa yapısı elbette ki zamanı da kendi ölçülerinde tanımlayacak, onun nasıl kullanılması gerektiğini belirleyecekti. Aslında yapılmaya çalışılan şey de tam olarak buydu: Zamanı ve mekânı belirlemek. Bu belirleme gücü üzerinden de hem zamana hem de mekâna sahip olmak, onun üzerinden hak iddia etmek arzusu yani.
Vakit Nakittir!
Zamanı mekanikleştiren Batı dünyası, bunun üzerinden insanı da aynı formata sokmaya, zaman ve insan olgusunu aynı doğrultuda kullanmaya çalışırken asıl hedefi dünyayı tam bir üretim ve tüketim pazarına dönüştürmekti. İnsan, makine gibi işleyecek, çalışacak, zaman da bu insana uygun bir sistemle kullanışlı bir meta olarak onun hizmetine sunulacaktı. Böylece üreten ve tüketen yenidünya insanı ortaya çıkmış olacaktı. Daha 500 yıl öncesine kadar insan bir şeylerin tarihini, zamanını her daim “hasat, doğal olaylar, doğum” gibi hadiseler üzerinden gerçeklikten ve doğadan kopmadan ölçüyordu. 18. yüzyılda yaşanan ve yukarıda anlattığımız nedenlerden sonra zamanda yaşanan değişimle “vakit nakittir” anlayışı insana hâkim oldu. Artık insanın kendisi gibi zamanı da alınıp satılabilen, bölünüp kontrol edilebilen bir metaya dönüştü. İşte bu anlayışın en veciz ifadesi de “Vakit nakittir” oldu.
Zamanın Çarkları Arasında İnsan
“Zamanla yarışmak, zaman kazanmak, zamana uymak, zamana karşı durmak…” vb. deyişler hayatımıza girmeye başladığından beri neler oldu ya da neler yaşamaya başladık?
“Modern hayat” ya da “modern zamanlar” tabirleri üzerinde biraz düşününce göreceğiz ki, bu tabirlerle bize sunulan aslında daha hızlı yaşama anlayışıdır. Duran, dinlenen, yorulan, uyumak zorunda olan bir varlığın, hiç durmayan, yorulmayan, dinlenme durumu olmayan bir mefhumla mücadele etmesi ya da onunla yarışması, baş etmesi nasıl mümkün olabilir? Zaman ilerledikçe daha hızlanmak zorunda kalan insan bu koşuşturmacanın ardından sadece daha fazla yorgunluk ve tükenmişlik elde edecek. Kazanma mı? Bu hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir rüya. Yani zamanın çarkları bizi kendi dişlileri arasında ezecek ve öğütecek. Sonunda kazanan da o olacak. İnsan ise hiç kazanamayacağı bir savaşta tek sermayesi olan zamanını yani ömrünü tüketip heba edecek.
Günü 12 saate ve namazdan namaza zamanı bölen bir medeniyetin çocukları modern zamanların kıskacından kurtulmadan bu kısır döngüden nasıl çıkacak? Kaybolduğunuz zaman yapacağınız en iyi şeyi yaparak, yani başa dönerek, yani kadim değerlere ve kadim bilgilere başvurarak… Bize ait zaman dilimini ve tarihi geri alarak…
Davut Bayraklı
1 Yorum