Dünyaya gözlerini açmak, hayat denen bir yolcuğa ilk adımını atmaktır. Bu yolculuğa başlamak insanın elinde olmayıp tamamen bir lütuftur. Lütuf ise kişinin eriştiği veya nail olduğu imkânların farkına varması ile anlaşılır. Aynı yolu yürüyen iki kişiden biri yolu kahır, diğeri ise lütuf olarak nitelediğine göre mesele yola biçilen anlam ve bu anlamın kişiyi inşâ etmesidir.
Maddi ve manevi olarak ikiye ayrılabilen yolculuk her hâlükârda insanın bilinçlenme sürecidir. İnsan hem içinde hem de dışında yolculuk ederken, dışında (âfak) gerçekleştirdiği seyahatlerin her biri içinde (enfüs) gerçekleştireceği seyahatlere kılavuzluk eder.
Arayış, insanı yola düşürür ki aslında bu “anlam”a ulaşma çabasıdır. Etrafında ya da içinde fark edemediği bu “anlam”a, yolculuk sayesinde ulaşmayı umut eden insan, yolculuk boyunca kalp kapısında nöbet tutmalı, kısaca hedefini (niyetini) hiç unutmamalıdır.
Yol, başlı başına bir öğreticidir. Yola düşen, yolda yaşadıkları sayesinde kendine dair bilgiye ulaştığı gibi kendinde olup fark etmediği özellikleri ile de karşılaşır. Bu sebeple “yol insanı terbiye eder” denir.
Yol, insanın kendini bütünleme ihtiyacının dışa vurmuş halidir. Çünkü bir şeyler eksiktir ama eksiğin ne olduğu bilinmemektedir. Şehirleri, ülkeleri gezen biri son takdirde kendi kalp ülkesinin labirentlerinde de gezdiğinin farkına varırsa, yolculuktan beklenen “anlam” vücut bulur ve yol insanı terbiye eder hale gelir.
İnsan, bazen yola çıkar ama ne aradığını bilmediği gibi hedefini de belirleyemeyebilir. Böyle durumlarda kişi yola devam etmeli ve karşısına çıkan işaretleri okumaya çalışmalıdır. İşte bu gayret, yolun insanı tekâmüle erdiren yönüdür. Tekâmülün olduğu yerde kokuşma olmadığı gibi tekrardan da bahsedemeyiz.
Genel olarak insan değişimden çekinir, alıştığı konforunun bozulmasını istemez. Yıllarını vererek inşâ ettiği imajının zedelenmesine göz yumamaz. Fakat bu durum, kişinin kendine karşı körlüğünü doğurur. Bu durum, şair Hayâlî’nin işaret ettiği “Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler” mısraının hayat bulmasından başka bir şey değildir. İşte böyle körlükler için yolculuk ilaç hükmündedir. Yeter ki kişi kokuştuğunun farkına varsın!
Yolculuk insanın hayata yeni bir gözle bakmasını sağlar. Yolda yaşanılan olaylar ise tamamen bir işaret hükmünde olup yolcu tarafından anlamlandırılmayı bekler. Eğer yolcu başından geçenler sayesinde bir şuura eremiyorsa, ortada koskocaman bir gaflet vardır.
Yola, yol ismini veren insandır. O halde yol, aslında yol değildir. Yol kişinin kendini bilme ve sonsuzluğa adım atma isteğinin tecessüm etmiş halidir.
Yolda olmak (süreç), yolun sonuna varmak kadar önemlidir. Yol insanın kendisine tuttuğu bir aynadır. Bu aynada iyi özelliklerimiz yanında, karanlık ve kötü sıfatlarımız ile de karşılaşırız. Kişi, kendiyle yüzleşmeye, içindeki kara noktaları fark etmeye güç yetirmek istemez veya korkarsa, yoldan çıkar. Yoldan çıkmak bir anlamda iyidir, çünkü tekrar yola koyulmak için güç biriktirmektir. Ama bir yandan da kötüdür, insanı tembelliğe sevk eder ve durağanlık sayesinde kokuşma başlar. Kokuşma insanın zihni ilerlemesinin durmasından başka bir şey değildir.
“Yolculuğa çıkanın anlatacakları vardır.” der Walter Benjamin. Yolculuğa çıkan içinde biriktirdiklerini ve ifade etmede güçlük çektiği şeyleri kendini hiç tanımayan birine anlatma isteği taşıyabilir. Ya da yolcu, bütün bunları kendine anlatacaktır ve bu sebeple yolda güç toplamaktadır. Güvenli evinden çıkıp, kendine bile itiraf etmekten çekindiği konuları yine kendine itiraf etme isteğindedir. Bu sebeple yol bir olgunlaşma sürecidir. İnsanın kendine katlanma ve hatta içine kıvrılma süreci. Belki de yola çıkan, duraklarında karşılaştığı insanlara anlatması gerekenleri aktaracak ve böylece yavaş yavaş bir değişime uğrayacaktır. O halde yüklerinden kurtularak bir kuş olup uçma özleminin sonucudur yola çıkmak.
Bazen yol, kişinin kendini ait hissedeceği bir durağı arama eylemi halini alır. Bütünlenme isteği ve bir yere eklemlenme ihtiyacının sonucudur yolculuk. Çünkü ait olmak, insana bir kimlik sağlar. Böylece ne olduğu (kendi tanımı) hakkında tatmine ulaşabilir. Kısacası insanın kendini tanıma ve sınırlarını bilme ihtiyacının karşılanması için de yol şarttır.
Zunnûn-i Mısrî hazretleri “İnsan, tedirgin olduğu, korku ve kaygı içre bulunduğu sürece, yol’dadır; bunları kaybeden kişi, yol’dan çıkar; dolanır durur” der. Yol; korku ve kaygı barındırır ve bu ikisi yolcuyu uyanık ve diri tutar. Böylece yolcu kat ettiği mesafelerin anlamının farkına varır. Yoldaki işaretleri çözer. Ama kişi emniyete kavuşursa, ister istemez arayıştan da vazgeçer. Arayışın bitmesi ise yine kokuşmuşluğu doğurur.
Yol insanın kendini inşâ etme sürecidir. Bu sebeple yol bitmez. Yolda karşılaşılan her olay bir erzak mesabesindedir. Yani azık… Duraklarda çok takılan ve sürekli bir durağı öven insan farkında olmasa da yolcuğunu sona erdirmiş ve parçanın sevgisiyle kendinden geçmiştir. Hâlbuki parça bütüne âşıktır.
Tarih döngüseldir. İnsan hayatı dairevîdir. Başlanılan yere geri gelmektir mesele. Fakat her ne kadar yolcu başladığı yere geri gelmiş gibi gözükse de aslında yepyeni biri olarak geri gelmiştir ki bu sebeple baştaki yolcu ile sondaki yolcu bir değildir. Bunun farkına varan insan asla yolu terk etmez. Çünkü yol, insan olmaktır. Sadece insan.
Sulhi Ceylan
editor@edebifikir.com
1 Yorum