—Sonuç olarak ben aynalara bile küskünüm.
—Aynanın haberi var mı peki bundan?
—Maalesef
— O zaman sen aynaya değil kendine küssün.
—Korkuyorum
—Neden korkuyorsun?
—Yüzleşmekten
—Ne ile yüzleşmekten?
— Bilmiyorum, sadece korkuyorum. Ne olduğunu bilmiyor, anlamıyorum!
—Sen ilk başta yüzleşmeyle yüzleşmekten korkuyorsun, adım atmaktan, yorulmaktan, çileden korkuyorsun. Diğer korkuların ise arka perdede… Sonra kendin geliyor vehminde, kendinden korkuyorsun, kendinle tanışmaktan, asıl olan senin, senin bile tanımadığın senin zuhurundan, onu tanımaktan, kabul etmekten, sindirmekten korkuyorsun. Çünkü yıllardır kendini olmadığın biri olarak kabul ettin, kandırdın kendi bile bile. Ve bu seni mutlu etti.
—Ama bu çok ağır
— Hayır, ağır değil. Gerçeğin yükünü taşımaya hiçbir zaman cesaret edemememiz, iç sesimizi bile duymazdan gelerek kulak arkası etmemizin sonucu, var olan asıl sebeplerin her zaman ikinci planda kalması ve kendimizi kandırıyormuş gibi görünüyor olmamızdandır. Her maske ruha atılan bir gem… Ruhu daraltan, hareket sahasını kısıtlayan, nefes almasını imkânsız hale getiren, namütenahi ilerleme potansiyelini yoka indiren gem… Her gün maske değiştiren bizler, her gün bir pranga daha vurmaktayız ruhumuza ve böylece vehimlerin etki derecesi artıp şizofrenik bir hal almakta. Fakat en acıklısı tüm bunların farkında değiliz.
—Peki, vehimler değil midir insanı hayatta tutan? İnsanın ürkmeden nâmütenahi bir cesaretle yaşadığı, pervasızca tuttuğunu çekip kopardığı bir yaşam şekli var mıdır? Bu ütopik bir düşünce değil mi, imkan derecesi nedir bunun?
—Bu ideal insandır. İdeal ise her zaman en mükemmel, en kusursuz, en göz alıcı olandır. İnsanın yolculuğu mükemmeliyetedir, hiçbir zaman mükemmel olamayacaktır ama mükemmel olma yolundan vazgeçtiği an ruhen yok olma sürecine girer. Mükemmel olma potansiyelini içinde barındıran insan, bunu sağlamak için yeterli seviyeye gelmediği zaman yani kemal derecesini üzerine alabilecek durma gelmediği zaman, zevâle dönmeye mahkûmdur. Vehimler de bunun eseridir. Mükemmel olmaya inandığı an, insanın vehim derecesi artar. Çünkü o an muhasebe ve muhakeme yetisini yitirir. Ne yaptığını muhasebe edemeyecek, kusursuzluğuna inanmaya başlayacak ve yanlışını dahi doğru olarak görecektir. Soru sormayacaktır kendine. İnsanın kendisine soru sorması, kendine doğru cevaptan başka bir şey vermemesini gerektirir. Zira başka insanlara konuştuğun gibi politik cevaplar veremezsin kendine. Yalan söyleyemezsin. Kendini kandırman, kendine yalan söylediğinden değil, sorularına cevap vermekten kaçtığındandır.
—Kendimle yüzleşmekten yani?
—Evet, ama bu kolay değildir elbette ki. İçindeki bene dahi söyleyemediği sırları olur insanın. Sorular gelmeye başladı mı anında kulak arkası edilir, ya başka şey düşünmeye çalışırsın yahut bir şarkı söylemeye başlarsın. Ama hayat bundan ibarettir. Yüzleşmekten korktuğun olgularla ne kadar çabuk bir araya gelirsen o kadar kolaylaştırırsın işini. Faydalı olan korkuların dışındaki vehimlerini çöpe yollarsın.
—Nasıl yani, faydalı korku dedin. Korkunun faydalısı mı olur?
—Elbette ki olur.
—Aklım tamamen karıştı.
—Korkunun en faydalısı, korkulmayı en çok hak edene karşı duyulan korkudur, gerisi teferruattır. Bir kenara bırak hepsini ve kendini kandırmaktan vazgeç. O gündür asıl doğum günün. Kendinle barış, kendinle barışman demek kendini tanımaya başlamanın ilk adımı… Kendini tanımaya başlayan insan asıl tanıması gerekeni tanımak için ilk büyük adımı atmış olur. Kalk ve aynaya bak! Aynadakini gör ve aynanın ardındakini!
1 Yorum