Hoş geldin. Uzun süredir seni bekliyordum. Beni bu kadar yalnız bırakmana alışık değilim.
Konuştuklarımızı düşünmen için yeterli süreyi vermek istedim sana. Birçok şey konuştuk ve konuştuklarımız kolayca hazmedilir cinsten konular değil. Yalnızlığa gelince, düşünen bir insan asla yalnız olamaz ve sen artık düşünen bir insansın.
Sayende.
Hayır, ben sadece sana içindeki cevheri kullanmanın gerekliliğini anlattım ki sen bunu başarma yolunda ilerliyorsun. Neyse bırakalım bunları en son sorduğum soruyu hatırlıyorsun sanırım. “İlk sözünü kime vermiştin ve tuttun mu ?”
Elbette hatırlıyorum ve sorduğundan beri bunu düşünüyorum.
Ver bakalım cevabını.
Sorduğundan beri uzun uzadıya düşündüm. Anneme, babama, arkadaşlarıma verdiğim sözleri hatırlamaya çalıştım. Anneme, bir daha teneffüslerde okulun bahçesinde kola tenekeleriyle maç yapıp terlemeyeceğime, babama derslerime iyi çalışıp sınıfı takdirle geçeceğime dair sözler verdiğimi hatırladım ama ardından düşündüm ki eğer sen bu soruyu bana sorduysan bu sorunun cevabı elbette ki herhangi bir insana verilmiş bir söz olamaz; konumuzla, düşüncemizle bir alakası yok.
Güzel
Ardından aklıma bir dost meclisindeki sohbet esnasında birisinin söylediği bir söz geldi. Şöyle diyordu o kişi; “ biz verdiğimiz sözün sıddıkı olamadık, biz ki cehûl ve zelil insanlar dünyaya yegâne geliş amacımızı ve ruhumuzun söylediği ve kabul ettiği ‘bela’yı unuttuk ve insanlığımızı unuttuk.” Bela’nın ne olduğunu öğrenmeye çalıştım ki burada çok ilginç bir durumla karşılaştım, bunun da senin sorunun cevabı olduğunu düşünüyorum.
Çok güzel bir noktadan anlatıyorsun, bence de sorunun cevabını buldun ama önemli olan sorunun cevabını bulmak değildi.
Yine başladın aklımı karıştırmaya. Neydi peki önemli olan?
Onu sonra konuşacağız sen anlatmaya devam et.
Bela, evet demekmiş. İnsanların cesetleri yaratılmadan önce âlem-i ervâh yani ruhlar âlemi denen yerde hiçbir şey yaratılmamış, yalnız dünyada kıyamete kadar gelecek bütün insanların ruhları yaratılmış olduğu halde Allah insanlara “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” diye sormuş ve bütün ruhlar hep bir ağızdan; “Bela” yani “Evet Rabbimizsin” demişler.
İşte sorumun cevabı, tebrikler.
Senden ilk defa takdir sözcüğü duymak çok güzel.
Ben senin için buradayım övgüm de yergim de senin için. Senin sen olabilmen için.
Benim ben olabilmem mi, bu da ne demek oluyor şimdi?
Senin sen olabilmen… Bu cümle bulduğun sorunun cevabının kilit noktası. Sanırım buradan sonrasını benim izah etmem gerekecek.
Dinliyorum.
Verdiğimiz ilk söz, henüz bedenimiz yaratılmadan önce, yalnız ruhlarımız var iken Allah’a olan sözdü değil mi?
Evet.
Bizim Allah’a verdiğimiz söz, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?“ sorusunun cevabı olarak; “Evet Rabbimizsin” oldu. İnsanoğlu herhangi birisine verdiği sözü tutmakta kendisini mükellef sayar. Verdiği sözü ekseriyetle yerine getirmek için çabalar. Peki Allah’a verilen söz nedir?
Bunu sen söyleyeceksin.
Bezm-i elestte Allah’ı Rab kabul etmek insanın verdiği ilk ve en önemli sözdü. Allah’ı Rab kabul etmek kulluğu kabul etmek ve kelâmullah doğrultusunda hareket edeceğinin sözünü vermek demekti ve bunların hepsinin yekûnunda “Lâ” kılıcını kuşanmak demekti.
Söylediklerini anlıyor gibiyim ama teker teker açarsan bunları daha iyi kavrayacağımı düşünüyorum. Özellikle son söylediğin “Lâ” kılıcını.
Lâ’yı anlaman demek bütün olayı tamamıyla kavraman demektir ama biliyorsun ki anlamak insan için yeten bir kavram değil. Anlamak, hayat düzeyine indirgenmediği müddetçe yarım kalacaktır ve hiçbir işine yaraması düşünülemez.
Yine yoğun düşünceye girdik.
Bu bizim amacımız. Düşünmeyi düşünmeye başlamalıyız ki adım atabilelim. Konuştuklarımızın hepsi büyük bir müsabaka öncesi sıkı bir antrenmandan ibaret. Bu antrenmanı ne denli sıkı tutar ve faydalı kılarsak müsabakamıza o denli sağlam gireriz ve nihaî olarak zaferle çıkarız.
Kulluk, lâ, müsabaka… Bunlar ne demek ne zaman açıklayacaksın?
Güzel, yine kafan karıştı değil mi?
Kesinlikle evet.
O zaman dinle şimdi. “Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.”ayet-i kerimesi şunu gösteriyor ki insanoğlu büyük bir yanılgıyla insan olma emanetini kabul etti. Bu emanet, kulluk demektir. Kulluk verilen sözün sıddıkı olmak demek. Allah yeri göğü ve insanı yarattı. İnsana insanlık emanetini verdi. Yaratıldığında “eşref-i mahlûk” olan insan, gelişim, daha doğrusuyla gerileyişim devresinde “esfel-i mahlûk” seviyesine düştü. Bununla da yetinmedi “belhum edal” yani hayvandan aşağı oldu.
Hayvandan aşağı olmak çok ağır bir söz değil mi?
Hayvan yaratılış gayesine göre hareketinden taviz veriyor mu?
Nasıl yani?
Şöyle; hayvan fıtratında düşünme, akletme, şükretme, kulluk gibi vazifeler yok. Sadece yaşamını sürdürecek şekilde beslenme ve üreme ile kodlanmış yapısını en güzel şekilde devam ettirmekte. Ama insan? Defalarca akletmesi, şükretmesi, kulluk etmesi öğütlenmiş ve fıtratına kodlanmış olan insan bunların hangi birisini yapmakta? Şimdi bir tarafta yaratılış gayesine uygun hareket eden hayvan diğer tarafta yaratılış gayesinin tamamen dışında hareket eden insan var. Hangisi daha üstündür sence?
Sanırım haklısın. Yani şunu söylemek istiyorsun: O emanet insan olabilmek, kulluk yapabilmek demek.
Tam olarak söylemek istediğim bu.
Peki ya diğer söylediklerin?
Hepsi birbiriyle bağlı, kulluk kavramını idrak etmen diğerlerini anlamanı kolaylaştıracaktır.
Bütün taşlar yerine oturmaya başladı. Bir zincirin halkası gibi düşünmek mümkün. Biz ruhlar âleminde Allah’ı Rab olarak kabul ettik. Allah’ı Rab olarak kabul etmek söylediği şeyleri yapmak, dolayısıyla kul olmak demek. Kul olarak yaşayan insan elbette ki ölürken kulluğunu taçlandırarak, şehadet kelimesini söyleyerek ölecek.
Sen bu işi başaracaksın.
İnşallah. Peki ya “Lâ” kılıcı nedir?
Geldik son ve en önemli noktaya. Şimdi başından beri anlattığım bütün sözleri kafanda toparla ve dinle. Lâ, yok demek. Lâ kılıcının imgesel anlamı yokluk kılıcıdır ki insan verilen sözün arkasında durduktan ve bunu liyakatiyle tamamladıktan sonra ölmeden önce masivâya lâ kılıcını çekmek ve büyük bir iştiyakla o kılıcı indirmek, ruhlar âlemindeki sözün sonuna bir nokta koymak demektir. Şöyle demektir ki o kılıcı çekmek; “Ben yalnız seni bilir ve seni görürüm. Elimdeki kılıcı veren sensin ve ben bu kılıcı sadece senin için, senden özge herkese ve her şeye indirdim. Ben sözümün sıddıkı oldum.
Şimdi her şeyi anlıyorum. İdeal insan, aynanın ardı, benim ben olabilmem, korkularımla yüzleşebilmem, kulluk, müsabaka, bela, insan…
Anlaman kesinlikle yetmeyecektir. Bu sözü sana ikinci kez söylüyorum. “Kalk ve aynaya bak! Aynadakini gör ve aynanın ardındakini!” Şimdi gidiyorum belki yine gelirim.