Oyun ve Eğlence Aracı Olarak Şiir

Ağlayarak Dillenmek

İnsan doğar ve dünyaya maruz kalır. Ne zaman, nerede ve kimden doğacağına karar veremez. Edilgin ve kendi kendine yetemeyecek çaresizlikle gelmiştir dünyaya; ağlayarak gelmiştir. Niçin? Cennetten ayrılmıştır çünkü; cennetinden. Anne karnı bebek için bir nevî cennettir. Her insan dünyaya gelirken Hz. Âdem’in yaşadığı cennetten ayrılma hadisesini kısmen ve temsilen tecrübe eder. Cennette Hz. Âdem’in bütün ihtiyaçları karşılanıyordu. Herhangi bir emek sarf etmesine gerek yoktu. Anne karnındaki bir bebeğin bütün ihtiyaçları da kendiliğinden karşılanır. Doğan bir bebek bu konfordan ayrıldığı için, diğer bir ifadeyle dünyaya sürgün edildiği için feryat eder. Bu işin batınî boyutu. Zahirî boyutu ise, ağlayarak bebeğin akciğerleri açılır. Bebeğin sağlıklı bir şekilde teneffüs edebilmesi için ciğerlerinin açılması gereklidir.

Bu ilk ağlama hadisesinden sonra ağlamak zamanla bir ifade vasıtasına, lisana dönüşür. Bir bebek acıktığında, altını kirlettiğinde, bunları ağlayarak ifade eder. Ağlamak bebeğin ilk lisanıdır. Bütün sıkıntılarını ve ihtiyaçlarını bu lisanla ifade eder bebek. Sonra güler ki; gülmek, bebeğin ikinci lisanıdır. Gülmekle, hoşnut ve razı olduğu şeyleri bildirir. Zamanla ağlamak ve gülmek gibi yardımcı lisanlarla yetinemez olur ve dile gelir. İşittiklerini taklit ederek dili “edinme”ye başlar. İsteklerini ifade edecek kadar dile aşina olduğunda hayat çocuk için daha kolay ve katlanılır bir hâl alır. 

Gurbette Avunmak

İnsanın kalbi hüzünle damgalanmıştır. Kendisi için yaratılmış ve türlü güzelliklerle tezyin edilmiş bu gurbet yerinde bir sürgün, bir gariptir insan. Kimileri bu inanışı geçerli kabul etmez; dünyayı itibar edilecek bir yer olarak görür. Kimileri ise dünyada niçin bulunduğu üzerine pek düşünmediği için gurbetin ve garipliğinin farkına varmaz. Farkına varanlar ne yapar peki? Sanıyorum teselli arar. En azından benim açımdan durum böyle. Bu anlamda şiiri tesellilerden bir teselli olarak görüyorum. Şuara tezkirelerinde ilk kez şiir söyleyenin Hz. Âdem (a.s) olduğu nakledilir. Evladının vefatı üzerine bir ağıt, bir mersiye söylemiş insanlığın babası. Bu faraziyeden hareket ettiğimde, ilk insanın beşerî planda bir teselli vasıtası olarak şiiri keşfettiğini de varsayıyorum. Hz. Âdem’in içinde bir mevhibe olarak mevcut olan şiir, evlat acısının tazyikiyle tezahür edivermiştir. Şiir, oğlunun ölümüyle doğandır. Bir peygamber olması münasebetiyle O’ndan (a.s) kabih bir şeyin sâdır olması düşünülemez; bu nedenle hüsn ve bedi’ olan şiir ortaya çıkmıştır, diyorum. 

Dil ile Eğlenmek

Şiir yalnızca hüzünlerin, hasretlerin, acıların tetiklemesiyle mi ortaya çıkar? Şiir geleneğimize baktığımızda bu soruya “hayır” dememiz gerekir. Şiirin bizzat varlığımızla ilgili (ontolojik) bir boyutunun bulunduğunu ve ciddi bir meşgale olduğunu kabul etmekle birlikte dünyanın bir oyun ve eğlence yeri olduğunu hesaba katarak kendi adıma şunu söyleyebilirim: Şiir insanın oyun ve eğlence ihtiyacını da karşılar. Oyuna ve eğlenceye indirgenemez ama böyle bir yönü de vardır. Zaten oyun ve eğlence bir çeşit avuntu değil midir? Hayatın yakıcı, bunaltıcı, tahammülü zor gerçekliğinden biraz uzaklaşarak teselli bulmak, soluklanmak diyemez miyiz şiir için? Bu anlamda ben oyun ve eğlencenin bin bir türlü şekline şiiri de dâhil ediyorum. Mesela: 

“Dedim ki küllî cerahat beden dedi seri ver
Cerahatin gidicek başı Zâtî rahat olur”
 

Zâtî Efendi bu beyitte mealen, “Sevgiliye dedim ki aşkından bedenim yaralarla kaplandı, o ise dedi ki başını benim için feda et rahatlarsın” diyor. Yani yara anlamındaki cerahat kelimesinin başı olan ce’yi çıkart rahatlarsın. Çünkü cerahattan ce çıkınca rahat kalır, âşık da maşuk için başını vermeyi göze aldığında âşıklıktaki rüştünü ispatlar, rahata erer. 

Bir başka şiirinde ise; 

“Eyitdi ol peri bir gün düşüne girerim bir şeb
Sevincimden nice yıllar geçiptir görmedim uyku”
 

Yani o peri bir vakit bana bir gece düşüne girerim demişti, bu müjdeyle sevincimden uyuyamaz oldum diyor. Şu beyitleri söyleyen Zâtî, cerahat ile rahat arasındaki görece münasebetten ve düş ile uyanıklık arasındaki basit tezattan oyun devşirebilmiş olmanın hazzını duymuş, sanıyorum ki çok eğlenmiştir.

Yusuf Nâbî bir beytinde:

“İlm ve sa’y eylememekden hazer et
İlm ü say ikisi birdir nazar et”
demiş, burada da ebcede dayalı oyunlu bir ifade var. 

İlm kelimesinin ebced yani sayı değeri 140’tır. Say kelimesinin ebced değeri de aynıdır. Bunu fark eden Nâbî hem hikmet telkin etmiş hem de oynamış ve eğlenmiş: Kelimelerle…

Toparlamak gerekirse, insan ağlayarak dillendiği şu gurbet yerinde dil ile oynayıp eğlenebilir. Bu, avunmak ve dünyayı katlanılır kılmak için insana bahşedilen önemli bir imkândır.

Feyyaz Kandemir

 

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Tuğba Efe , 24/01/2025

    Kaleminize sağlık Feyyaz bey🙏ilhamınız bol olsun,sevgiler…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir