Ya robotlar düşünebilirse! Mehmet Erikli yazdı.
***
Bu sıralar insanın arayışlarını ve bu eğilimin sınırlarını düşünüyorum. Bir yandan da bazı okumalarla sorduğum sorulara cevap aramayı hızlandırıyorum. Arayışın her şeyden önce metafizikle açıklanabilirliği aklımın bir ucundayken, insanın eşya karşısında onu salt maddî olanla ilişkili görmesi zihni kıtlaştırıyor. Kılının kıpırdamasından rahatsız olan insan, tasarladığı dünya haritasında kendisine yer aramaktan, kendini “bilinen” kılamadan yapmak istediklerini en başından itibaren gömmüş oluyor. Bakıyoruz ki yirminci yüzyıl, bazı hayvanların klonlanması, genetik kodun çözülmesi gibi çalışmalarla fennî anlamda ivme kazanmış vaziyette. Bunların yanında arayışını genişletmek isteyen insan “yapay zekâ” denen bir şey ortaya atıyor. Atıyor diyorum çünkü önce kavram ve onun teorisi, sonra eylem ve onun pratiği ortaya koyuldu. Bu kavram ilk defa 1956 yılında John McCarthy tarafından, insan aklıyla yapılması gereken işlerin bilgisayarlar tarafından yapılmasını sağlamaya çalışan bir bilgisayar dalını adlandırmak maksadıyla ortaya atılmış. Peki, neymiş bu “yapay zekâ?” Söylendiğine göre yapay zekâ ile uğraşanların amacı görmek, öğrenmek, alet kullanmak, insan konuşmasını anlamak, mantık yürütmek, iyi tahmin yapmak, oyun oynamak, plan oluşturmak gibi faaliyetleri makinelere yaptırmak imiş. Tanım vermek gerekirse insan zihninin ve zihnî süreçlerin bir makine tarafından taklit edilmesini kapsayan bir şey bu. Yani insan gibi düşünen bir makine icat etmek üzere onun yetilerinin kutulanacağı bir beyin tasarlanacak ve böylece insan dışında makinelerin de düşünmesi (yaptığı iş çapında) sağlanacak. Fakat bir sorunumuz var. Makinelere yüklenmiş bu yapay zekâlar insanın elindeki bir kumandayla, verilen bir komutla harekete geçiyor. Bu onların iradî bakımdan başka bir güce teslim olmuş olduklarını söylüyor bize. Bunun üzerine şunu akla getirebiliriz: İnsan düşünen bir varlıktır. Fakat insan aynı zamanda irade sahibi bir varlıktır.
Bizce insan düşünme eylemini “iradî” olandan bağımsız gerçekleştiriyor da değildir. Peki, insan eliyle tasarlanmış bir mekanik, elektronik bir parçanın makinaya “irade” sağlayabilecek gücü (tek başına) var mıdır? Güç kavramı burada insanın varlığıyla ilişkili. İnsan yoksa makine de yok! Basitçe şunu düşünelim: Şarj edilmez ise çalışmaz o şey, elektrik yoksa o şey de yok, benzin, gaz, akü… Daha sıralayabiliriz. İsterse bilim adamları kendini yenileyen bir enerjiyle, yani hiç bitmeyen bir kaynakla desteklesinler o makinayı. Gene de ona bir irade verebilecek güçleri yoktur. Bu meselenin bir de “organizma” tarafı vardır. Yani “canlı” olana ait bir şeydir bu. Kant’a göre bir organizmanın “erekli olması” kendi amacını kendi içinde etkin bir neden olarak taşıması, kendi kendisinin son nedeni olması demektir. Bu tanımlamayı şöylece destekleyelim: “Modern bir deyişle söylemek gerekirse: organizmanın erekli olması, kendine göre bir “yapı planı”, kendine göre bir görev (fonction) planı olması demektir. Örneğin bir buğday tohumunda, buğday dediğimiz bitkiyi bütün yapı ve görevleri ile geliştirecek bir erek gizlidir. Onun için o ürer, büyür, bozulmuş ya da yitirilmiş bir organın yerine bir başkasını getirebilir. (Karaciğerin bir kısmı alınsa da organın zaman içinde kendini yenilemesi hatırlansın) Makine ise ne kendinden üreyebilir, ne büyüyebilir ne de bozulan bir parçası ya da kaybolmuş bir yerine başkasını koyabilir. Demek ki organizma yalnız mekanik olmaktan daha fazla bir şeydir.” (Prof. Macit Gökberk)
Bu alanda önemli sayabileceğimiz deneylerden biri olan Çince Odası Deneyi bize müspet anlamda fikir veriyor. John Searle bu deneyi, bilgisayarların düşünemediğini göstermek amacıyla tasarlamıştır ve bu bir düşünce deneyidir. Bu deneyin sonucunda şuna ulaşılmıştır: Bilgisayarda Çince simgeleri işleten bir program vardır ve bir dili anlamak demek, bir takım biçimsel simgeleri bilmek demek değil, uygun zihinsel durumlara sahip olmak demektir. Bilgisayar özelinde kavranmış olan bu gerçek, yani bilgisayarın asla düşünememesi durumu, makinenin maddî form üzerinden tasarlanan kısmıyla gene asla “bilme” edimini ve ayrıca iradeyi hiçbir şekilde yerleşik kılamayacağını bize göstermiştir.
Makineye kodlanan bir takım komutlar ve onun yapay zekâsında bulunan hazır bilgiler, pek tabiî öğrenilmiş değil programlanmış ya da yüklenmiş şeylerdir. Bir biçimde söylenebilir ki makinalar bugün konuşturulsalar da, hareket ettirilip birçok işi görüyor olsalar da irade gösteremeyip, bilemeyip, karar veremeyip, öğrenemeyip salt otorite tarafından yön verilen asalak icatlardır. Şimdi bazı kimseler makinalar çağının başladığından ve tüm dünyaya tasarlanmış bu metal yığınlarının hâkim olacağını söyleyip duruyor. İşi sanayi devriminden başlatacak olursak, zaten fabrikalarımıza, tüm üretim sahalarına insan gücünün üstüne çıkmış olan bir makine gücünden söz etmek yanlış olmayacaktır. Fakat halen bizzat tasarlayan tarafından yönetilen makinanın insanın üstüne çıkma ihtimaline inanan kişilere de gülerim. Yoksa bu Kant’ın Aydınlanmaya getirdiği tanıma ulaştırmaz bizi. Kant ne diyordu? “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmayış durumundan kurtulup aklını kendisinin kullanmaya başlamasıdır.”(Was ist Aufklaerung? (Aydınlanma Nedir?) – 1784) Bize aklımızı kullandırmayacak kadar gözümüzün içine giren sözde “akıllı cihazlar” tehlikeli bir yüzyılı başlatacak olmanın verdiği gururla dünyanın her bir yerinde; insanların ellerinde, ceplerinde, çantalarında, masalarında ve hatta yatak odalarında. Evet, artık çalışma sahalarından çıkıp yaşam alanlarına sökün eden makinanın bu yükselişi ona bir irade kazandıracak değildir fakat insanın sahip olduğu iradeyi ve zihni bozmaya yetecektir. Başlığı makinelerin düşünebilme ihtimali üzerine diye atmıştık fakat daha doğrusunun şöyle olacağı kanısındayım: “Düşünce düştü! Yeni makinaların tehdidi: Aklınızı esir alacağız!”
3 Yorum