1330’lu yıllarda dünyada iklim değişikliği yaşanınca bozkırlarda yaşayan kemirgenler yok oldu. Böylece hem kuru rüzgâr hem de sıcaklar, bakteri taşıyan pireleri bozkırlarda hayat süren Moğolların yaşam alanına taşıdı. Vebayı taşıyan bu pireler Moğollarla birlikte koca İpek Yolu’nu dolaştı. Böylece Çin, Hindistan ve Asya’nın belli bölgelerinde salgınlar baş göstermeye başladı. 25 milyon insanın canına kasteden veba, Anadolu üzerinden Akdeniz kıyılarına ulaşıp buradan, Polonya, İngiltere, Almanya ve Fransa’ya yayıldı. Hastalık çok ölümcüldü ve bu yüzden de “kara ölüm” adıyla anılmaya başlandı. Ancak veba sadece insanları öldürmekle kalmamış Avrupa’nın sosyal hayatını, toplumsal dokusunu da ölümün eşiğine getirmişti. Girdiği coğrafyada milyonlarca insanın ölümüne neden olan hastalık Avrupa’nın ekonomik ve kültürel yapısını da değiştirdi. Sosyal ve siyasî olaylar, yıllarca süren savaşlar bile bu kadar büyük bir iz bırakmamıştı.
Tatarlar Cenevizlilere Kızınca
Salgın büyük bir hızla yayılıyor ve bir türlü durdurulamıyordu. 1346 yılında Hindistan’dan Suriye’ye kadar her tarafın cesetlerle dolduğu söyleniyordu. İpek Yolu kervanlarının taşıdığı veba 1346 yılında Rusya’ya hâkim olan Tatarlar arasında da yayılmaya başladı. O dönemde Kefe şehrinde yaşayan Cenevizliler, Tatarlar tarafından veba salgınının baş sorumlusu olarak görüldü. Tatarlar, salgından kurtulmak için Cenevizlileri ortadan kaldırmak gerektiğine karar verdiler. Ancak Tatarlar, vebaya yenilmeye başlamışlar ve ordu salgından dolayı perişan olmuştu. İşte tam burada Avrupa’nın kaderini belirleyecek bir şey oldu. Tatarlar, kendilerini perişan eden veba hastalığını Cenevizlilere bulaştırmak için vebadan ölen askerlerin cesetlerini mancınıkla Kefe’ye fırlattılar. Görünüşte şehri alamayan bir ordunun kızgınlıkla yaptığı öfkeli bir hamle gibi duran bu olayın sonucunu belki de Tatarlar da düşünmedi. Peki, sonra ne mi oldu? Tatarların saldırılarından kurtulmak isteyenler, gemilere hücum ederek Akdeniz’e doğru hareket ettiler. Ancak gittikleri her limana Tatarlardan aldıkları vebayı da götürüyorlardı. Çaresiz bir şekilde sürüklenen Cenevizliler, salgını da gittikleri her limana taşıdılar. Tedavinin faydasız olduğu salgın İtalya’yı kasıp kavurdu; şehirlerde yaşayan insanların yarıdan çoğu öldü.
Mezarlığa Dönen Şehirler
Fransa ve İspanya’ya yayılan veba, sanki ses hızında ilerliyor, geçtiği her yeri harabeye çeviriyordu. 1348’de salgın İngiltere’yi sardı. Bazı yerlerde cenazeleri kaldıracak rahip dahi kalmamıştı. Ölenler günah çıkarma görevini yerine getiren ruhban sınıfı vebaya yakalanırken tüccar ve asiller vebadan kısmen kurtulabildiler. İngiltere’de nüfusun üçte biri vebaya yenik düşerken salgından nasibini köpekler, kuşlar ve inekler de aldı. Sokaklar köpekler, kediler, domuzlar tarafından parçalanmış cesetlerle dolmuştu. Eğer şehir deniz kıyısındaysa, cesetler sandala koyulup açığa götürülüyor, imkân varsa ateşe veriliyordu. Kokuşmuş cesetler yüzünden şehirler aç kurtların saldırısına uğruyor, gökyüzü akbaba sürüleriyle dolup taşıyordu. Ölülerin sayısı bu kadar çok olunca cesetler, büyük çukurlar kazılarak toplu gömülüyordu. 15 bin cesedin gömüldüğü çukurlar bile vardı.
Nereden Çıktı Bu Veba?
Sadece Tatarların, Cenevizlilere kızıp vebalı cesetleri kötü bir şaka gibi mancınıklarla atması yüzünden mi işler içinden çıkılmaz bir hale gelmişti? Avrupa, sekizinci yüzyılda 25 milyon nüfusa sahipti ve elindeki doğal kaynaklar bu nüfusu bakabilecek bolluktaydı. 13. yüzyıla gelindiğindeyse nüfus 75 milyon olmuştu. Derken bu kadar kalabalık bir nüfusu besleyecek kaynaklar tükenmeye başladı. İnsanlar da beslenme kaygısıyla ormanları yok edip bataklıkları kurutarak otlakları tarlaya dönüştürdü. Hayvanlar yerlerinden edilince gübre miktarı azaldı. Ekim alanlarının artmasına rağmen üretimde bir artış görülmedi. İklim değişiklikleri baş gösterdi, havalar gittikçe soğudu, göller dondu, otlaklar buzullarla kaplandı. 1308-1332 yılları arasında kıtlık yaşandı. İnsanlar da bu kıtlık döneminde ısırgan otundan kediye, köpeğe varıncaya kadar ne buldularsa yediler. Mutfak kültürü, damak tadı dediğin şey bu kıtlık zamanında rafa kalktı. Yani koruyucu kalkanların düştüğü, insanların en zayıf olduğu bir noktada salgın başladı ve yayılması da bu zayıflıklar nedeniyle daha hızlı oldu.
Vebadan Önce Vebadan Sonra
Vebadan önce işsizlik oranı yüksekti ancak vebayla birlikte Avrupa’nın neredeyse üçte biri ölünce, işçi ücretleri arttı. İki gün çalışmak, bir ayı kurtarmaya yetiyordu. 14. yüzyılda yok edilme aşamasına gelen ormanlar veba salgınıyla bu tehlikeden kurtulmuş oldu. Din adamları arasında ölüm oranlarının yaygın olması yüzünden Latince bilenlerin sayısı azaldı. Latince bu yüzden güç kaybedince Latince bilmeyen mahalli dil sahibi insanlar kilisede görev aldılar. Latince bilen neredeyse kalmadığı için eski filozofların klasik eserleri her ülkenin kendi diline tercüme edildi. Bu arada vebaya karşı hiçbir şey yapamayan kilisenin otoritesi zayıfladı, kilise insanların güvenini kaybetti. Dinî bilgisi olmayanların kiliseye doluşması ve sahtekârlık yapmaları da kilisenin kalan itibarını yerle bir etti. Bu nedenlerin sonunda da reform hareketleri ortaya çıktı.
Yahudilerin Çilesi
Avrupa’da vebanın nedeni olarak Yahudiler görüldü. Bunun üzerine Yahudilere saldırılar başladı. İnsanlar, Yahudilerin yok edilmesiyle vebanın biteceğine inanıyorlardı. 1348 yılında ilk katliamlar Güney Fransa’da başladı. Narbonne ve Carcasone’deki Yahudilerin tamamı öldürüldü. Basel’de bu öldürme olayları biraz da hayal gücüyle yapıldı. Ahşap evlere doldurulan Yahudiler ateşe verildi. Bavyera ve Erfurt’ta 15 bin Yahudi öldürüldü, Strasburg’da 2 bin Yahudi diri diri yakıldı. Tüm bunlar öfkelendiği için vebayı gönderen tanrıyı yatıştırma adına yapılıyordu. Avrupa’nın her yerinde bu tarz şiddet olayları görülüyordu. Bazı yerlerde Yahudiler, bu insanların eline geçmemek için kendilerini yakıyorlardı. Çünkü bazı yerlerde kazığa geçiriliyorlar ya da fıçıların içine balık istifi yapılıp nehirlere atılıyorlardı. Kaçmayı başaranlar Rusya ve Polonya’nın yolunu tutmuşlardı.
Davut Bayraklı