Mümin Munis, Kadıköy’de, buğulu bulutlar altında seslendi.
***
Hayat tek adımlarla yaşanası bir düzlük değildir Sevgilim.
Şimdi biz Kadıköy’de irtifalı uçuşlar kaydeden güvercinlerin gölgesinde oturmuş şiirler söylüyorsak yağmurun üzerine, bulutun üzerine, ağacın üzerine… En çok da aşkın üzerine şiirler söylüyorsak; anla ki dudaklarımız ağır kan kaybındadır. Ben adını söylemek yerine şiirlerden Leyla’lar, Şirin’ler, Züleyha’lar, Belkıs’lar türetiyorsam sana doğru, bu taze çekingenlik delikanlı tarafımdandır. Adını söylersem güvercin düşer; yağmur susar; aşk aşk olmaktan çıkar. Senin adın ki söylenmeyerek dillendirilir çoğu kez, Kadıköy’ün mahcup delikanlıları arasında…
Yine de biz ışıklı vitrinlerin önünden başımızı eğip geçerken; birimizde heykellerin lisanını çözme girişimi, diğerinde yokuşlarda halkalanan bir hayranlık imgesi, öbüründe ötelerin resmine siluetini izdüşmek tutkusu, bir diğerinde aynalardan besteler dinlemek arzusu… Ama hepimizin cebinde kelimeler. Elleri cebinde yürürken sahil kenarından, çoğu kez mahcup ve sessiz seni düşünmeler… Sen kelimelerin en şiir olduğu yerde dostlar arası bir fısıldaşmanın konuğusundur illa. Ve ardın sıra kelimeler yarıştırılır senin varlığına dair ve sen aslında vurgunsundur Kadıköy’ün mahzun delikanlıları arasında…
Seni tanımak mı Sevgilim! Ölesi gelen bir topluluktur genç yaş haddini fazla aşmadığı halde… Hayatın tek adımlarla yaşanası bir düzlük olmadığını fark etmenin ötesinde, kimliğine hangi kelimeyi işleyeceğini bir türlü bilememiş, bir adını söylemekten kaçınmak için bin satırı kurban etmiş, kurban olmaya pek elverişli olduğu halde şiirler söylemekten imtina etmeyen bir topluluktur. Çay söylüyorken illa ‘açık’ diyorsak, anla ki açık veriyor gönlümüzün ortasında söylenen şarkı. Sen açıkça söylenmesen de açık açık özlenirsin aslında, Kadıköy’ün mesut delikanlıları arasında…
Kaldırımlara kaydedilmesi muhtemel görüşlerdir her bakışımda gözlerimden sızan. Sızma görüşler arasında tutar ‘İstanbul…’ der şiire çok yatkın olan yürek. ‘İstanbul hâlâ güzel… Demek ki sen hâlâ çok güzelsin’ der. Karşısında ‘sakalın kirlisi olmaz’ diyerek kirli sakallarının varlığını reddeden hafif sakallı simanın sahibi sükûtun boşluğunu doldururcasına konuşur; ‘Bu söz yere düşmez ama uçar gider. Çünkü söz uçar, yazı kalır… Ve insan alnına ne yazıldığını dahi okumak isteyecek kadar her yazılanı okumayı arzular.’ Hâlbuki şiirler yazmıyorduk, yazı boyunca hep şiirler söyledik sana dair. İstanbul hâlâ güzel… Yazıya gelmeyecek ve sözle uçup gidecek kadar güzel. Okuma ve yazmayı unuttuğumuz saatlerde satır bizim için et kesiminde kullanılan bir eşyadan başka bir şey değildir. Herkes vazgeçer okuyup yazma hünerinden… Ve sen her söylenen söze şahit tutulursun Kadıköy’ün mağrur delikanlıları arasında…
Meydanlarda yırtılmış birer pankart deneyimidir elimizle dilimiz arasındaki. Eylemleri cümle içinde bir öğe olmaktan öteye geçmemiş sağır kalabalıklar içinde dilsiz dudaksız haykırılan sloganlar gibiyizdir çoğu kez. Peşi sıra bir nefes sigara… Hele Kadıköy’de oturmuşsak, hele yağmur altında, güvercin gölgesinde, bulut buğusunda; hiçbir zaman kirletmediğimiz sakallarımızla şiirler söylüyorsak delikanlıca, dostlar arası fısıldaşmalarda İstanbul ve sen geçiyorsa muhakkak; neticede okuma yazmayı unutuyor ve hep cepten yenen kelimeler dökülüyorsa ortaya; anla ki senin bir benzerin olmadığındandır. Sen tek zafersindir, Kadıköy’ün mağlup delikanlıları arasında…
‘Buraya dört çay… Dördü de açık…’
1 Yorum