Hayat, şahitliktir. İnsan, öncelikle ve daima kendinin şahididir. Yaptıklarının ve yapması gerekirken yapmadıklarının zorunlu şahidi. Konuştuklarının ve sustuklarının… Bu sebeple kendine yalanlar söylemekten çekinmeyen ve üzerine elbise biçmekten bıkmayan bir şahit. Elbise olmayınca, olurmuş gibi yapan, -mış gibi anların şahidi… Her hâlükârda insan şahittir ve bu şahitliği zorunludur. Gözlerini kapatmasıyla hiçbir şey değişmez.
Hayat, aynı zamanda beraber yürünen arkadaşların/dostların da şahitliğidir. Yolumuza denk düşen hayatlara şahit oluruz. O hayatlar, bize şahit olur. İşin acı yanı ise yol, şahitlerden bir bir ayrılma sahnesidir. Yolculuğumuza hasbelkader eşlik edenler, eninde sonunda kendi yolunu bulup bizi terk eder. İnsan, terklerin de şahididir. Etrafına baktığında gördüğü yalnızlığın, kendi yalnızlığının şahidi… Ve elbette birilerini yalnız bıraktığının da…
Şahitlik, varlığı (şeyleri) hissetmektir. Var olduğunu hissetmek… Bu hisse başkalarını da ortak etmek… Her hâlükârda şahitlik; ben’de başlayan ve biz’le devam eden onamalar ve karşı çıkmalar silsilesidir. Çünkü şahitlik, ben’in biz’e açılması ve biz’de ben’i arama çabasıdır. Biz’deki ben’i görmemek, insanın içine kapanması ve şahitliğin tadına varamaması demektir. Şahitlik, nasıl olursa olsun aslında ve sadece ben’in şahitliğidir.
Hayatı; ihanet ve güç mücadelesi olarak görmek de bir şahitliktir, sadakat ve var olmanın sevincine eşlik etmek olarak görmek de… Her şahitlik bir çift göz ile sınırlıdır. Bu sebeple her şahitlik kendine özgü ve kendincedir. Kendi aklı ile sınırlandırılmıştır. Evet, insan kendi aklıyla sınırlıdır. Kendi aklının hapishanesinde günlerinin solmasını bekler. Şahitliği de bu hapishanede gerçekleşir. O halde şahitliği kutsamak ya da değişmez bir doğru ve sabit kabul etmek, insanın aklının zindanlarında mutlu bir şekilde yaşadığını gösterir. Hâlbuki insan, kendinden kaçışına da şahit olmalıdır. İnsan olmak biraz da böyle bir şeydir. Eflatun’un mağarası, insanın kendi aklından başka nedir? Ve mağarayı var kılan, yine insanın kendi aklı değil midir?
İnsan, kendinden gidişlerine de şahittir, kendiyle savaşlarına da. İnsanın kendiyle savaşının sebebi de kendine şahit olmasıdır. Şahit olduklarından (kendinden) memnun olmayan insanın, kendine açtığı şavaş, bir şahitlik mücadelesidir. Bu savaş, tekâmül ya da zevalin izlenişidir. Yahut tekâmülü (gelişimi) görme niyetinin izlenişi… Ama insan, en çok da kendi yenilgilerinin şahididir. Gözlerini kapatsa da böyledir. İnsan, kendine yenilendir, bile isteye…
Gidişattan memnun olmayıp, kendinde işleyen sisteme (kendine) dur diyen insanın şahitliği yenilgi yahut zafere sahnedir. Zaferler kadar yenilgilerin de inşâ ettiği insanın hayatı, şahitlikler altında akıp gider. Mesele, her şahitliği değerlendirebilmek ve yola dair öğrenilmesi gerekenleri şahitliklerden çıkartabilmektir. Kendinin körü bir insanın, şahitliklerinden ders çıkarmasını beklemek ise safdillik… Böyle kişilere göre hatalı hep diğerleridir. Bu sebeple şahitliği de diğerlerine şahitliktir. Kendine şahit olmak, kendini olduğu gibi görmeyi gerektirir. Ama insan kendini, kendiyle, kendi gözü ve aklıyla gördüğü için, kendine karşı müsamahakârdır. Kendinin (ben’inin) şahitliğinde adil değildir. Kendinin savcısı olmak gibi bir yetiye herkes sahip olamaz. Olamadığı için de şahitlikler başkalarının hatalarının şahitliğidir. Hayat böyle de geçer. Kör şahitliklerle…
Şahit olmak, öznel bir pencereden, sonsuz pencerelere sahip hayata bakmaktır. Her şahit, kendi penceresi ile sınırlıdır. Bu sınırın farkına varan ve acı çeken insan, başkalarının şahitliklerini kendi şahitliğine ortak eder. Böylece şahit olduğu pencere sayısını artırır. Karşılaştığı olaylar karşısında hemen karar vermez, diğer bakış açılarını duymak ve görmek ister. Ama kendini kibir sarayının ufkunda gören insan, şahitliğini, diğerlerinin şahitliğinin üstünde konumlandırır. Kibrin kollarında kendiyle barışık insan için şahitlik, kendi büyüklüğünü başkalarının küçüklüğünde görmekten ibarettir. Bu sebeple kördür ama gördüğünü sanır. Zavallı insan!
İnsan, öncelikle ve daima günlerin elinden kaçışısın, seneleri rüzgâra hediye edişinin, tabir-i caizse eskimesinin şahididir. İnsan, kendi ölüm yolculuğunun asli şahididir. Buna rağmen kendine karşı kör olabilen bir canlıdır. Her an ölüme doğru koştuğunu gördüğü halde, ölümü kendine yakıştıramayan ve bu sebeple gündemine almayan insanın kendine şahitliği şaibeli değildir de nedir? Bu bağlamda insanın şahitliği gözlerini kapamaktır. Görmek istemediği ya da kendini yakıştıramadığı durumlara karşı gözlerini kapatarak şahitlik eder. Ama şahitlik kaçınılmazdır.
İnsan, kendi gelişimi ve büyümesinin şahididir. Büyümek, sadece yaş almakla ilgili değildir hâlbuki. Büyümek, insanın, kendine şahitliğinin bilincine varmasıdır. Kendi büyümesinin bizatihi şahidi olarak, büyüdüğünün idrakine ermesi… Şahit olduğunu unutmadan nefeslerinin farkına varması… Bu farkına varış, her bir nefesin son derece önemli olduğu bilgisine ulaşmak ve böylece nefeslerin şahidi olmaktır.
Şahitlik, sorumluluktur. İnsan, şahit olduklarına karşı sorumluluk yüklenir. Öncelikle kendine ve sonra bir şekilde müşahidi olduğu olaylara/kişilere karşı sorumludur. İnsanı, insan kılan ana özelliklerinden biri olan sorumluluk, akıl sahibi olmanın bir getirisidir. İnsanın kendine şahitliği kendine karşı sorumlulukları, topluma şahitliği ise topluma karşı sorumlulukları doğurur. Bu sorumlukların en basiti haksızlık karşısında susmamak, düşeni kaldırmak için harekete geçmek olarak sayılabilir. Kendine karşı sorumluluğu ise bedenine baktığı gibi aklının ve kalbinin ihtiyaçlarını da gidermektir. Sorumluluğu üstlenmekten kaçınmak, insanın kendi şahitliğine ihanet etmesidir. Kötülük karşısında susanın dilsiz şeytan olması, şahitliğinin gereği olan sorumluluktan kaçmasının sonucudur. Var olmak, şahit olmaktır, şahit olmak ise sorumluluk üstlenmek. Üstlenilen her sorumluluk insanın akli ve kalbi gelişimini sağlar ve sağlam bir kişiliğin oluşumuna destek olur. İnsanın kişiliği şahit olduklarının doğurduğu sorumlulukları yerine getirdikçe olumlu yönde, sorumluluklardan kaçtıkça olumsuz yönde gelişir. İnsan, kişiliğinin şahididir.
İnsan, başkalarının şahitliklerine de şahittir. Çoğu bilgimiz, bir başkasının şahitliğine dayanır. Her kitap bir şahitliktir. Kitaplardan öğrendiğimiz her bilgi bir şahitliğin bilgisidir. Her yazılan kitap da başka kitapların şahitliklerine dayanır. Kısaca hayat, şahitliklerimizin üzerine kurulmuştur. İnsanlık olarak şu anki bilgi seviyesine gelmemizin sebebi, bizden öncekilerin şahitliklerinde yazılan kitapların (vb.) varlığıdır. Aynı şekilde biz de bizden sonrakilerin şahidi olacağız. O halde şahitlik, insani bir meseledir ve bu sebeple hakkıyla yerine getirilmelidir.
Varlık da şahittir. Her varlık (şey), var olması hasebiyle, kendini var edenin birincil şahididir. Şeyler ya da nesneler varlık sahasına çıktıkları an, lisan-ı halleri ile kendilerini var edenin şahidi konumuna yükselir. Bu sebeple varlığa bakan göz, varlıkta, var edene dair bir işaret görür ki bu da şahitlik doğurur. O halde tüm varlık, Mutlak Varlığın şahididir. Mutlak Varlık da, tüm var olanların şahididir.
Sözün özü insan, şahittir. Kalbine, aklına, fiillerine, etrafında gerçekleşen olaylara, gördüğü her bir varlığa ve varlığı var edene… Şahitlik, insan olmanın bir getirisi ve sonsuz bir imkândır. İmkânları değerlendirmemek de insanın kendi zevaline şahitliğidir.
Sulhi Ceylan
1 Yorum