Şiirden önce şair vardır, denilir. Bu söz modern şiir için doğrudur. Klasik dönemde ise eser sahibinden daha fazla eserin kendisi önemsenirdi. Lâedri mahlası var, adlarını bilmediğimiz birçok kudretli şair bu mahlasla şiir söylemiş. Anonimleşmek kötü bir şey olarak görülmemiş. “Söyleyene değil söylenene veya söyletene bak.” tabirinden anlaşılacağı gibi, sözün sahibinden ziyade, sözün kendisi ve ilham edicisi öne çıkarılmış.
Mesela Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk’ta bütün şairlere meydan okuduktan, kendisinden başka şair olmadığını söyledikten hemen sonra şöyle der:
“Ey hâme eser senin değildir
Ey şeb bu seher senin değildir.”
Hame, kalem demektir ve Mevlevîlikte insanı temsil eder. Allah’ın bir ismi de Sani’ (sanatlı yaratan) olduğu için, meydana getirilen bir güzellikte hep asıl sanatkâr görülmeye çalışılır. Klasik dönemde, merkezinde İlah’ın yer aldığı bir varlık hiyerarşisi ve buna bağlı şekillenmiş bir paradigma vardı; sözü söyleyen bu paradigmaya göre söylüyordu, anlayan ve yorumlayan da aynı durumdaydı. Mesela Yunan filozoflarının bazı sözlerini Müslüman âlimleri alıp kullanmışlardır fakat o sözleri kendi paradigmalarının süzgecinden geçirip kendi renklerine boyamışlardır. Sözler o derece dönüştürülmüştür ki o sözlerin sahibi filozofları irfan sahibi bir veli olarak algılamamız işten değildir. İslam’ın belirleyici olduğu bir paradigmada her şey İslam’a göre organize ediliyor, anlaşılıyor ve yorumlanıyordu. Fakat modern dönemde varlık hiyerarşisinin merkezine insan yerleştirildiği için, yazar eserden önce gelir. Bugün söylenen kadar söyleyene de bakmamız gerekiyor, aksi hâlde söyleneni anlamak pek de kolay olmuyor. Yazarın biyografisini bilmeden, söylediği sözün nerelere gittiğini kestirebilmek güç. Çünkü herkesin kendine has bir değer ve anlam dünyası var. Söz o değer ve anlam dünyasından neşet ediyor. Söz şiir suretinde olduğunda durum daha da karmaşık bir hâl alıyor.
Cemal Süreya ve Ahmed Hamdi Tanpınar şiiri köpüğe benzetirler. İsmet Özel ise şiiri tüye benzetiyor. Bu iki benzetmeyi çok yerinde buluyor ve benimsiyorum. Çünkü tüyün olduğu yerde et, köpüğün olduğu yerde su vardır, et ve su; yani gıda. Şiir gıdanın kendisi değildir, gıdaya işaret eder sadece, gıdanın alametidir. Gıdanın varlığından haber verir. Şiirin değeri tüy ve köpük kadardır. Şiir, şairin beslendiği yerin tüyü ve köpüğü olarak zuhur eder. Bununla birlikte şiir bizzat gıda olması niyetiyle meydana getirildiğinde veya okuyucular tarafından böyle algılandığında değerini yitirir. Yani şiir ideolojik bir enstrümana dönüştürülürse sanatsal değeri buharlaşmaya başlar. Tüy ve köpüğe gıda payesi verilemez. Şiire evvela bu nazarla bakılması gerektiğini düşünüyorum.
Benim etkin ve özerk bir özne olarak ifade ettiğim şiir okuyucusu, şiiri “anlamlandırabilen”, “yorumlayabilen” okuyucudur. Bununla birlikte şiir karşısında, daha doğrusu olup biten hemen her şey karşısında edilgin bir durumda olmayanın şiirden nasibi pek azdır. Edilgin olmak daha etkin olabilmek içindir; ok ileri gidebilmek için yayın gerilmesine muhtaçtır. Etki almayan, etki edemez. Zaten şairler edilgin ve hassas insanlardır, çabucak etkilenirler. Onlardaki bu edilginlik, meyvesini şiir etkinliği olarak verir. Bir bakıma şiir, şairin etkiye tepkisidir.
Hiçbir şairin anlaşılmak gibi bir mecburiyeti yoktur. Biz anladığımız kadarından hareketle şiiri yeniden anlamlandırır, şiire kendimizden anlamlar katarız. Şairin “karnındaki mana”dan azat oluruz. Etkinliğimiz ve özerkliğimiz tam da burada başlar. Şiir artık sadece şairinin değil, bizimdir de. Şiiri anlamlandıran ve yorumlayan bir okuyucu, etkin ve özerk bir şiir okuyucusudur. Gayrı o, şairin ortağıdır çünkü şiire tasarruf etmiştir, şiiri anlamlandırıp yorumlayarak zenginleştirmiştir.
Şairden önce şiir mi vardır, şiirden önce şair mi? Bu muallak soru cevabını bekleyedursun. Kanaatim şu: İyi bir şiir okuyucusunun olmadığı yerde her ikisi de zevale uğramaya mahkûmdur. Bugünkü şiirsizliğimiz şiir veya şair kıtlığından ziyade biraz da iyi şiir okuyucularının kalmaması nedeniyledir. Bir de tabii şu var: Kültür ve kültürü oluşturan değerler manzumesi zayıf olan bir toplulukta şiir veya diğer sanatların gelişmesi mümkün olmaz. Bizim kültürümüz güçlü olsa da kültürümüzle bağımız zayıf. Kültürümüzün temelini oluşturan dinimize ve tarihimize karşı lakayt bir tavır içerisindeyiz. Dolayısıyla hâlihazırda tedavülde olan şiirler hangi gıdanın tüyü ve köpüğü olma iddiasındadır? Bunu tespit edebilmek için bile iyi bir şiir okuyucusu olmak şart…
Feyyaz Kandemir
1 Yorum