Hepimiz Ölümü Bekleyen Delileriz

Bilal Can, sakladığı heceleri bir bir açığa çıkarıyor.

***

Sanırım sabaha uyanamamış olarak kalktım. Bunun nasıl olduğuna dair düşüncelere dalmayacağım. Ellerim paslı bir demir gibi gıcırdayarak ağrıma doğru gidiyordu. Ağrı, insana insan olduğunu hatırlıyor. Bu önemli. Uzun süreli ağrılarla dalmış olmalıyım uykuya, bu yüzden yüzümü buruşturan karanlığa, dilimdeki ilaç tadıyla karıştım. İnsan ne garip oluyor öyle ağrıya saplandığında. Bir yanı karanlıkta dururken diğer tarafı sabaha ayıklıyor kendini.

Hantallaşmış bedenlerimizin bize artık birkaç beden büyük geldiğini düşünüyorum. Bu yüzden belki de bedensel sızlanmalarımın nedeninin bu büyümeden geldiğine dair kanaatler besliyorum. Kanaatlerim, bir ucu çöl olan diğer ucu deniz olan hayaller arasında bir yerde duruyor. Zaten tüm insanların hayalleri de bir ucu deniz diğer ucu çöl olan yerler arasında kurgulanmıyor muydu? Bunun aksini lütfen söylemeyelim şimdi, müsait değilim başka türlüsünü düşünmeye.

Karşılaştırmayı, dünyanın yuvarlağına vurduğumuzda ayrıntılı sonuçlar elde edebiliriz aslında. Ama buna gerek yok. Buna gerek yok. Buna gerek olmadığına inandırıyorum kendimi. Bunun gereksiz olduğuna dair nedenler sıralıyorum. Yoksa kendimi istatistik verileriyle, hiç hazzetmediğim sayılarla, işlemlerle, çözemediğim matematiksel önermelerle, ilkokuldan beri kâbusum olan o sayılarla muhatap olarak bulacaktım. Fakat mevzu bu değil.  İnsan öyle basit düşüncelerle zihnini işgale vermemeli. Bu peşinen yenilgi demektir çünkü.

Geceye uyanıp gündüz uyuyandık biz. Tüm insanoğlu gibi. Tüm insanoğlu gibi değildik belki de. Uyuyup uyuyan olduğumuz için insanoğlu ile belirgin biçimde benzerliklerimiz vardı. Ama tüm insanoğlular gibi değildik, olmamalıydık. Çünkü bazıları insanoğlu olmayabilirdi. Bunu başka bir şekilde söylemenin nasıl olacağını düşünmedim şimdi. İçimde ellerime dair, ellerim ve parmaklarıma dair, yani her el ve parmağa dair birkaç cümle ile atılmış buldum kendimi.  El ve parmak ayırdına vardığım için şükrettim. Demek ki el ve parmağa dair anlamlara sahiptim ve bunların neye işaret ettiğini biliyordum. Ellerimiz bir şekilde bütün bedenimiz gibi zamanla sürekli temas halinde. Parmaklarımız dakikaların nabzını tutuyor, insan denen o muamma kendini resmi jargondan, toplumsal çıkarımlardan, felsefî yorumlardan, sanat akımlarından, ritmik dalgalardan muaf tutamıyor. Hakikat ne ile ilintiliyse ona yakındır çünkü.

Kendimizi bileyleye bileyleye ulaştığımız şimdiki yaşımız bizim belki de en verimli yaşımız olabilir. Bir daha geri dönemeyeceğimiz şu halimiz, tavrımız zaman içerisinde geri dönülemez hale bürünecek. Biz elde ettiğimiz gerçekliği hangi gölgeleri aydınlığa kavuşturmak için kullanacağımızın seçiminde kaybolurken, asıl yanı başımızda duran gerçekten yani “ben”den yani insanın kendisinden de uzaklaştık.

Ne kadar konuşursak o kadar bir sessizlik olur. (Edip Cansever) Bir şeyleri anlatma gereği duyduğumda bu cümleye yaslanıyorum. Sessizlik zaman içerisinde bize sunulmuş en güzel armağanlardan biri. Dingin bir sessizlikten bahsediyorum. Serin gölgelerde dururken içinin yolculuğuna çıkmanın getirmiş olduğu o sessiz duruştan. Aniden başlayacak fırtına öncesi sessizlikten…

Zamana yaslamış zihnimizin neyi öğrenebileceğini, neyi öğrenmeye müsait olacağını kestirmeden. Belki de öğrenilmiş bir çaresizlik içerisinde koşulsuz ve şartsız düzlemler üzerinde sağa sola kaçmak için çizilen sonsuz eğrilerle soluk alıyorduk.

İçimizdeki yolculuğun dışımıza yansımaması ne garip. Ölümün o sessiz renginde bizler, yani ölecek olanlar. Rengin en mavisinden dilimize düşecek heceleri uzak ve ücra bir yere sakladık. Hatırladığımız neydi bizim topraktan. Belki de tekrardan ona dönünce anlayacağız.

 

Bilal Can

 

 

 

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • elifbetese , 22/01/2015

    Bilal biraz mutluluk rolü oynayıp dinlensin, doktora söyleyin reçeteye bunu yazsın.

elifbetese için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir