Farklı İnsanlara ve Başka Şehirlere Dair

2015 yılından bu yana ülkemizi bilinçli olarak gezip görmeye çalışıyorum. Bilinçli olmaktan kastım, gezeceğim yerleri daha önceden araştırıp önemli bilgileri edinmem. En başlarda şehirleri birer ikişer görüp fikir edinmeye çalışırdım. Yani merkezi noktalar belirledikten sonra oralara gidip dönmek şeklinde bir seyahat yaklaşımına sahiptim. 2018 yılından sonra gezi rotalarımı uzun tutup geniş zamana yaymaya başladım. Elbette bunda zamanla şehirleri öğrenmeye yönelik tecrübelerimin artması etkili oldu. Rota ya da varılan yer aynı olsa bile her yolculuk deneyiminin bambaşka olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Yolculuğun atmosferi ve iklimi içinde bulunduğum mevsimden bağımsız olabiliyor. Ve tabiî bu yolculukların en önemli amacı tanımak. Ülkemi ve ülkeme dair her şeyi tanımak, tanımaya çalışmak. Güttüğüm en temel kaygı gittiğim her yerde imaj ve realite kıyaslaması yapmak. İmajın realitenin üstünü kapatan bir örtü olduğunu idrak ettiğim günden beri “olduğu söylenen” yahut “olduğu iddia edilen” ile değil “olan” ile ilgilenmeye çalıştım, çalışıyorum. Tanımayı istememin sebebi en sonunda herkesi ve her şeyi tanımlayıp kendime Türkiye’ye dair konfor alanları ve yorumlama baloncukları oluşturmak değil. Gerek bireysel gerek toplumsal olsun ülkemizin tamamında insanlarımızın sorunlarının doğru tespit edildiği konusunda şüpheliyim. Doğru soruların sorulduğunu ise zaten düşünmüyorum. Neler oluyor merak ediyorum. Olması gerekenin bu kadar çok vurgulandığı bir ülkede yaşamak kişiyi realiteden koparabilir. Koparıyor da. Etrafıma baktığımda “olmalı” veya “olması gerekir.” ile biten çok fazla cümle duymaya başladığımda kendime sorduğum soru şu oldu: “Peki olan gerçekten biliniyor mu?”

Ülkemi gezerken her yörede kendimden bir şeyler görebilmek kimlik bilincimi artırıyor. Nerelisin denildiğinde, farkındalığına varmış olarak, Türkiyeliyim diyebilmek en büyük hayallerimden birisi. Sadece Batı Trakyalı, Bursalı, Kadıköylü ya da herhangi bir memleketli olarak değil de Türkiyeli Müslüman bir Türk olarak anılmak istiyorum. Bu coğrafyayı önemsiyor olmam dünyanın geri kalanını es geçtiğim anlamına gelmiyor. Sağın dünyadan, solun Türkiye’den bihaber olmasını hiç anlamlandıramamışımdır. Bu aşılamaz bir durum değil. Şehirler bir yana aynı şehir içindeki farklı ilçelerde yaşayan insanların bile birbirlerinin paradigmalarından habersiz olduğunu düşünüyorum. “İnsanların gerçek(!) sorunları tespit edilip doğru sorular sorulabilir mi?” sualine dair bir kanaat edinmeye çalışıyorum. Bu, sonu bilinmeyen bir süreç benim için. Belki hiçbir zaman oturmuş bir kanaatim olmayacak ama en azından denemiş ve bunun için çabalamış olmayı kendi adıma çok ama çok değerli buluyorum. Bu uğraş beni hayatsız bir insan olmaktan da alıkoyuyor. Gittiğimde yerlerde yeni insanlarla tanışmak ve birkaç kelam etmek bile mutlu olmama yetiyor. Yediğim onca leziz yemek ve kendisini izleten manzaralar da cabası.

Şehirlerle konuşmanın belirli bir yolu yok. Zaten şehirlerin tek bir dili de yok. Bazı şehirler ilk önce kendisiyle konuşturur ardından insanıyla muhatap eder. Bazı şehirlerse ilk önce insanıyla hemhal eder ardından kendisiyle iletişim kurmamıza izin verir. Şehirlere bakıldığında ilk önce idarecileri hakkında oradan hareketle de insanı hakkında bir kanaat edinilebilir. Bu pratik bir yargı olup önyargı değildir. Şehrine saygı duyan insanların yaşadığı yerlerde sizi bir esenlik karşılıyor. Bunu algılamanın ve anlamlandırmanın gizli bir tılsımı var. Bu yüzden bir ülkenin insanları kadar şehirleri de tanımaya değer. Sessiz, hareketsiz ve sinematografik ama gerçekle bağı kuvvetli olan yarı canlı yarı ölü dokulardır şehirler. Bu dokuyu oluşturan insanların zihinsel dünyasının eleştirel bir analizini yapmanın belki de en kısa yollarından birisi şehri adımlayarak gezmektir. Gecenin koyuluğunun arttığı vakitlerde şehir tüm çıplaklığıyla meydandadır. İnsanların ve gündüzün örttüğü ne varsa gece ortaya çıkar. İnsana dair tespit edilen sorunların ve sorulması gereken soruların sağlaması bu yolla yapılabilir. Çünkü çıplak olan kendisine dair yalan söyleyemez. Tüm benliği ve varlığı ile oradadır ve ortadadır.

Olumsuz çağrışımlar uyandıran bir olaya şahit olduğumda bunun sebeplerini irdelemek olması gereken üzerine düşünmekten daha değerli gelir bana. O anda olması gerekene odaklanmak ütopik olasılıklar arasında zar hesabı yapmaktan başka bir anlam ifade etmiyor. Hâlbuki sebebini anlamaya çalışmak tıkanan damarları tespit etmek adına çok önemli. Teori asırlardan bu yana üretilen bir şeydir. Ama üretilen teoriler arasında zamana dayananlar pratikle uyuşan ve pratiği kendi içinde açıklayabilenler oldu. Bunu göz önüne almadan yani bulunulan zemin için fizibilite çalışması yapmadan bir inşâ faaliyetine girişmek eşyanın tabiatına aykırıdır. Eldeki malzemenin etüdünün iyi yapılması bu yüzden olmazsa olmazdır.

Beni bu yolculuklara iten sebepler daha iyi bir insan olmamı sağladı mı, emin değilim. Zaten bunun tespitini insanın kendisinin yapamayacağını düşünüyorum. Hayatı anlamlandırma arzumun bir parçası olan Türkiye’ye dair her şeyi tanımaya çalışma faaliyetimin idrakimi kuvvetlendirmesini ve zihnimi genişletmesini umuyorum. Bu faaliyet uzaktan gözüktüğü gibi sadece keyif veren ve mutlu eden bir etkiye sahip değil. Farkındalığın insana acı veren yönüne en baştan hazır olmak gerekiyor. Zamanla azalacağını umduğum sorunların fazlalığını gördükçe ve bu sorunların görünürlüğü arttıkça yükümü daha derinden hissediyorum. Türkiye’de her birkaç yüz kilometrede bir değişebilen çok çeşitli sosyolojiler mevcut. Bu sosyolojilerin çok farklı boyutları, yüzeyleri ve derinliklerinin olduğunu sokaklarda, camilerde, kahvehanelerde ve diğer kamusal alanlarda her fark edişimde güçlenen kanaatim şu oldu: Bir tane Türkiye yok, herkesin tasavvurunda bambaşka bir ülke var. Herkes aynı topraklarda ama başka bir Türkiye’de yaşıyor. Bambaşka!

Muhammed Furkan Kâhya

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • La Edri , 03/09/2021

    Kalemine, yüreğine sağlık.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir