Dünyaya Sürgün Edilmiş Bir Uzaylının Hüznü

Burası dünya ve artık dünyanın tüm enlem ve boylamları bizler için bir anlam ifade etmiyor.  Dünyaya sürgün edilmiş bir uzaylı için de bir anlam ifade etmeyeceğini düşünüyor ve ona da şimdiden zihnini böyle gereksiz bir bilgiyle doldurmamasını öneriyorum. Kısa cümleler kurarak bir sürgünün hüznünü yaşayan bizleri ortak bir acıyla birleştirip yüzümüzün fotoğraflarda neden yalancı durduğunu söyleyeceğim. Yüzümüzün asılmış gerçekliğini hiçbir yapmacıklık maskeleyemez, insanlığın ortak mirası acılarıdır çünkü. Bu yüzden her hüzünlü şarkıda kendimize gelebiliyor ve öfkelenecek bir şeyler bulabiliyoruz. En sahici yanımız da bu oluyor.

Meridyenler arasında 4 dakika zaman var ve biz şimdilerde o 4 dakika ile hayata tutunuyoruz. Hayatımız kimi zaman 4 dakikadan ibaret oluyor ve biz tutup kendimizi o 4 dakikayı yaşamış addediyoruz. Kinimiz oluyor o 4 dakika, öfkemiz oluyor. Yumruk attığımız yer oluyor o 4 dakika ve biz en çok o 4 dakikada yakışıklı oluyoruz. 4 dakikalık şiirlere vuruluyoruz.

4 dakikada kaç nefes aldığımızı hesaplamak istiyor ama işin içinden çıkamıyoruz, sonra oturup elhamd okuyoruz.  4 dakikalık hatıralarımız oluyor mesela. 4 dakikalık şarkılarla sevdalanıp, 4 dakikada dünyaları yıkabiliyoruz. Bu yüzden dünyaya sürgüne gönderilmiş herhangi bir uzaylı bu 4 dakikanın anlamını tam olarak kavrayamaz. Çünkü bu 4 dakikalık olay ve olgular insanlara özgü. Üzgünüm. Ama yine de bir uzaylı ürpertiyi duyabilir ve kendi gerçekliğini ispata kalkışırken kalbi buharlaşanları görebilir.

Kendini ispata girişenlerin neden kalbi buharlaşır. İki ucu ürpertili bu gerçekliğin öznesiyken bizler neden sürekli kendini ispata kalkışırken yakalarız o “ben” denen ezberi. Bir insan neden kendini ispata yeltenir?

Adına sevmek diyelim, aşkın kâvi kementlerle kendine bağlanmasını isteyenin haline. Kendi sıkletinden fazla olan ile dövüşmeyi istemek her ne kadar hükmen mağlup olduğuna yorulsa da insan en çok dövüşmedeki o hissiyatı görmek istiyor. Yani severken, çarpıntılı halin kendisindeki o duruşuna yankılanıyor.

Yankı insanda bir hüzün gibi durur ve bu hüzünle ancak dünyaya sürgüne gönderilmiş uzaylının hüznüne ortak olabilir. Belki de ortak tek nokta bu olurdu. Bir uzaylının gözünde nasıl durduğumuzu düşünmek de biz dünyalıların bilebileceği şey değil, nasıl ki bir uzaylının nasıl hüzünlendiğini bilmediğimiz gibi.

Bilal Can

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir