Hayatın pratik yönleri sadece çalışma hayatı içerisinde karşılaştığımız zorluklar ya da fikir üretme aşamaları için geçerli değildir. Çoğu zaman içinde bulunduğumuz bir durumu, yaşadığımız bir olumsuzluğu ya da başımıza gelen, gelmesi muhtemel bir felaketi anlatmak için uzun uzun konuşmak yerine veciz bir sözle, atasözüyle, çok bilinen ve çevremizdeki birçok insan tarafından sıklıkla tekrar edilen bir deyimle ifade ederiz. Yani eskilerin deyimiyle “Sözün uzunu deliye söylenir” diyerek içinde bulunduğumuz hali kısaca özetleriz. Bu söz ve deyimlerin büyük bir kısmı kendi kültürümüzün, zengin kadim değerlerimizin ortak hafızamıza armağan ettiği sözlerdir.
Ancak az da olsa, farklı kültürlerden ya da tarihin hafızasına kazınmış ve bize ama uzak ama yakın coğrafyalardan, dillerden aldığımız sözlerle de kendimizi ifade ettiğimiz olur. İşte bu tarz bir ifade kalıbı da sıklıkla duyduğumuz ve hatta kullandığımız “Demokles’in kılıcı gibi…” deyimidir. Her ne kadar bizim tarihî köklerimizden beslenmese de yüklediğimiz anlamlarla daha da zenginleşen bu deyim sosyal hayatın her alanında kullanıldığından artık bizim olmuştur diyebiliriz.
Gerçekte söylenip söylenmediği tartışmalı olan bu deyim, aslında milattan önce dördüncü yüzyıla kadar uzanan uzun bir geçmişe sahip. Gündelik hayatımıza da giren bu deyimin hafızası neredeyse iki bin beş yüz yıllıktır. Deyimin bu yönü, bize tarihî olarak bir gerçekliğe dayandığı izlenimini verse de, bugün için bunu ispat etmek zordur. Ancak kullanıldığı ilk günden bugüne değin sahip olduğu anlam ve verdiği ders açısından belki de kullanmakta olduğumuz en önemli sözlerden birisidir.
Romalı tarihçilerden Cicero’ya ait olduğu bilinen “Demokles’in kılıcı gibi…” deyimi yaygın anlatıma göre İtalya’da Sicilya adasında yaşanan bir olayla anlam dünyamıza giriyor. Deyim, her ne kadar bir efsaneye dayanıyor gibi görünse de sonuç olarak sahip olduğu anlam derinliği ve içerik zenginliği açısından öneminden hiçbir şey kaybetmiyor.
Nakledilen hikâyeye gelecek olursak… İtalya’nın Sicilya özerk bölgesinde antik Yunan çağında bir koloni devleti olarak kurulan Siraküza Kralı meşhur titan Dionysos, sahip olduğu görkemli krallıkla her şeyi elde eden birisidir. Dionysos’un, sohbetlerinde sofrasında bulunan yakın dostu Demokles de kralın sahip olduğu göz kamaştırıcı hayatı bulduğu her fırsatta över ve devamlı ona ne kadar şanslı olduğunu hatırlatır. Demokles için kralın sahip olduğu imkânlar bir insanı mutlu etmeye yeterli görülür. Böylesi bir ortamda bir insanın mutlu olmamasını düşünemez. Bu açıdan Demokles, dostu olan krala ve onun sahip olduğu hayata özenir, onun olanaklarına imrenir.
Peki, her şey Demokles’in düşündüğü gibi midir gerçekten? İnsan, maddi zenginlikler ve büyük imkânlar elde ettiğinde mutlu olur mu? Zenginlik ve ihtişam, insanı mutsuz kılacak olumsuzlukları bertaraf eder mi?
Aslında Dionysos, sofra arkadaşı ve danışmanı olan Demokles ile aynı düşünmez. Onun devamlı güç-iktidar-zenginlik ve buna bağlı olarak da mutluluk vurgusu yapması kralın canını sıkmaya başlar. Bir gün Demokles’in bu imalarından iyice sıkılan kral, arkadaşına nasıl bir dünyanın içinde yaşadığını anlatmak hatta göstermek için ona bir ders vermeyi düşünür.
Efsaneye göre kral, arkadaşı Demokles’i “Bu mutluluğu ve bu saadeti senin de tatmanı istiyorum.” diyerek dostunu saraya davet eder. Hem tahtını hem de tacını dostuna bırakır ve bu arada mükellef bir sofra hazırlatmayı da ihmal etmez. Demokles, büyük bir sevinçle kralın elbiselerini ve tacını giyer ardından tahta oturur. Etrafına mutluluktan gülümseyen gözlerle bakarken kendini gerçek bir kral gibi hisseder ve böylece çok da mutlu olur.
Arzu ettiği her şeyin yer aldığı sofrada ziyafete başlayan Demokles bir süre sonra tam yukarıda, başının üzerinde bir şeyin sallandığını fark eder. Dikkatli baktığı zaman bunun bir at kılına bağlı büyükçe bir kılıç olduğunu görür. Kılıç, adeta her sallanışta neredeyse Demokles’in kafasına düşecekmiş gibidir. Demokles için bir anda sofranın güzelliği, sarayın zenginliği, saadeti gider ve gözleri sadece kılıca odaklanır.
Acaba, at kılına bağlı olan bu büyük ve delici kılıç ne zaman düşecektir? Düştüğünde, tam kafasına denk gelip ölümüne neden olacak mıdır?
Bu düşünceler Demokles’in tüm tadını kaçırır ve artık yemek sonuna kadar hiçbir şeyden keyif alamaz bir hale gelir. Kral, Demokles’in davetin başındaki neşeli halinden eser kalmadığını görünce “Neden bu güzel yemeklerin tadını çıkarmıyorsun? Neşeli kahkahanı neden kestin?” diye sorar. Demokles, kralın sorularına cevap vermek yerine sadece başının üstünde sallanıp duran kılıcı göstermekle yetinir.
Dostunun bu işareti üzerine kral kendisinin güçlü ve kudretli bir kişi olduğunu ama bütün hayatı boyunca boynunda böylesine büyük ve keskin bir kılıçla yaşadığını söyler. Büyük gücün büyük tehlikelerle birlikte olduğunu, doğal olarak birisini elde ettiğinde öbürüne de katlanmak mecburiyetinin bulunduğunu söyler. Anlatıya göre Demokles, kralın bu veciz ifadelerinin ardından iktidar, servet, güç, zenginlik, ihtişam gibi olguların doğasını daha iyi anlar. Sahip olunan krallık kişiye sadece zenginlik, ihtişam ya da güç sağlamaz bunun yanında kişinin hayatını daima tehlike altına sokan, düşman kazanmasına neden olan bir mirası da beraberinde getirir.
Sahip olunan maddi imkânlarla elde edilen mutlulukların geçici olduğunu insana hatırlatan “Demokles’in kılıcı gibi…” ifadesi bir anlamda, dünya hayatının çok kısa ve önemsiz olduğunu, ölümün ise her an insanın kapısını çalabileceğini ifade eder. Belki de Cicero, bu deyimle, dünyada elde ettiğimiz ya da edebileceğimiz tüm zenginliğin, servetin, güç ve ihtişamın bizi sadece “geçici olarak”, “bir süre için” mutlu kılacağını ve sonrasında yine insanın mutsuz olacağını anlatmak için böyle bir hikâye kurguladı. Belki de güç ve otoriteyi elinde bulunduranların, bu gücün devamını sağlamak adına sürekli baskı altında olduğunu ve böylesine bir yaşamın da uzun soluklu bir mutluluk getirmeyeceğini anlatmak istedi.
Öte yandan hikâyenin ana karakterlerinden olan Kral Dionysos için gerçekte antik çağın en çok nefret edilen tiranlarından olduğu söylenir. Zeki ama zalim olan kral, konumunu koruma pahasına ve lüksle çevrili hayatını devam ettirebilme adına bilgisini ve gücünü kötüye kullanmıştır.
Yüzyıllardır kullandığımız “Demokles’in kılıcı gibi…” deyimi kısacası, önemli görev ve sorumlulukların aynı anda büyük tehlikeler ve büyük sıkıntıları da beraberinde getireceğini ifade eder. Makam sahiplerinin taşıdıkları sorumlulukları unutmamaları gerektiğini vurgulayan bu deyim her an bir felaketle ya da kötü bir durumla karşılaşma ihtimaline karşı hazırlıklı olmak gerektiğini de ifade eder. Deyim, İtalya’daki antik çağ döneminde İtalyanca olarak kullanılmış. Ancak daha sonrasında Almanca, İngilizce, Fransızca ve İspanyolca gibi dillerde de kendisine yaşam alanı bulmuş.
İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz politikacı Winston Churchill, İngilizleri savaşın olası olumsuzluklarına karşı uyarmak için bu deyimi kullanmayı tercih etmişti. İngiliz romancı George Orwell ise “Demokles’in kılıcı gibi…” deyimini küresel bir başarı elde eden meşhur distopik romanı “1984”te kullanmıştı.
Türkçede de, her an her şeyin değişebileceği, ansızın bir felaketin kapımızı çalabileceği, belenmedik zamanlarda beklenmedik durumların ortaya çıkabileceği, bu nedenle de her an her şeye hazırlıklı olma anlamında kullanılıyor. Bir anlamda “ne zaman ne olacağını bilmiyoruz!” deyimi ile eş anlamlı bir kullanıma sahiptir diyebiliriz.
Davut Bayraklı