Dağın Zirvesinde Bir Van Kedisi: Nemrut Krater Gölü

(Tatvan)

Her dakikasından ayrı haz aldığımız Van’dan, iki saatlik bir yolculuk sonrası Tatvan’a geçtik. Tatvan’a varışımızı özellikle sabah vaktine denk getirmemizin sebebi Avşor çorbasıydı. Soluğu Meltem Büryan Salonu’nda aldık. Burası Tatvan’ın en meşhur yerlerinin başında geliyor. Büryan Kebabı’ndan yapılan bu çorbayı günün her saati bulabilmek kolay değil. Pişmiş kemiksiz et ve yağın salça, tuz ve suyla tekrar pişirilmesinden sonra yapılan bu çorbaya mevsimlerinde taze fasulye ve patlıcan da konulabiliyor. Bizim tattığımız çorba sadeydi. İçine çok fazla malzeme harç edilmeden pişirilebilmesi, etin tadının bastırılmasının önüne geçtiği ifade edilebilir. İrice dilimlenmiş soğan, biber ve domates tırnak pide ile beraber ücretsiz olarak servis ediliyor. Etlerin parça pinçik edilerek değil kuşbaşından daha büyükçe kesilerek çorbanın içine katıldığını fark ettiğimde çorbanın yapılışının pratikliği yöre insanı hakkında bir fikir vermedi değil. Çorbanın sadeliği damak tadımızla çok uyumluydu. Ardından Büryan’ın kendisi geldi. Karadeniz’in muhteşem(!) ve çok çeşitli yemekleriyle büyüyen dostum Emirhan kuzu etini yağlı bulduğu için yiyemedi. Bu duruma hiç üzülmedim. Allah’a şükredip onun porsiyonunu da yedim. Bu yüzden Doğu Anadolu’da kendinize seyahat arkadaşı arıyorsanız o kişinin Karadenizli olmasına dikkat edin.

Mutsuz insanları mutlu, mutlu insanları sermest edebilecek bir öğünden sonra Nemrut Krater Gölü’ne gitmek için ulaşım imkânlarına dair bilgi almaya başladık. Göl civarında hâlihazırda yaşayan insan olmadığı ve sadece sıcak günlerde kamp alanı olarak kullanıldığı için sürekli işleyen bir hat olmadığını öğrendik. Yolların bir kısmı bozuk olmasına rağmen binek araçlarla gölün kenarına kadar gidildiği bilgisi içimizi ferahlattı. Büryan Salonu’nun sahibi aracılığıyla bir taksi ile anlaştık. 25 kilometrelik mesafedeki krater gölüne 40-45 dakikalık bir yolculuktan sonra ulaşıldığını öğrendik. Saat on bir gibi Tatvan’dan ayrıldık. Merkezden ayrıldıktan sonra dağa doğru sürmeye başladığımızda çalışmayan telesiyejler ve faal olmadığı anlaşılan bir otel gözümüze çarptı. Yerin iyiden iyiye kar tutmasından erimesine kadar Tatvan’da kayak turizmi yapıldığını bu şekilde öğrendik. Kardelen Otel Van Gölü’ne de nazır olduğu için en çok tercih edilen yermiş. Yollar yer yer iyi olmasına rağmen yüksek olmayan araçlar için dikkatli bir sürüş gerektiriyor. Eskiyen asfalt kısımda ilk bakışta görülemeyen çukurlar mevcut. Nemrut Dağı’nın yokuşunu bitirip inmeye başladığımız esnada krater gölü uzaktan gözüktü. Durup uzaktan temaşa ettik. Işığın gölgelendirmesi sebebiyle fotoğraflar çok kuru çıktı. Saat on ikiye gelirken zirveye vardık.

(Nemrut Krater Gölü)

Nemrut’un zirvesinde aslında iki tane göl var. Sizi ilk karşılayan Ilıgöl. Bu göle yaklaştığınızda gölün kaynadığı hissine kapılıyorsunuz. Gölün dibinden yüzeyine doğru baloncuklar çıkıyor. Sessizce dinlediğinizde fokurdama seslerini duyabiliyorsunuz. Sıcak su kaynağı ile beslenen bu küçük göl Nemrut Krater Gölü’nden farklı olarak yeşil bir görünüme sahip. Gölün suyunun tatlı, kışın 40 derece, yazın ise 60 derece olduğunu bilgilendirme tabelasından öğrendik. Gayrı resmî olarak derme çatma bir çardak kurarak büfecilik yaptığı anlaşılan beyefendi ile selamlaştıktan sonra Nemrut Krater Gölü’ne vardık. Bizden başka kenarda köşede park etmiş 20 civarında araç vardı. Gölde yüzülebiliyor ancak yüzmeyi iyi bilmeyenlerin girmesi tavsiye edilmiyor. Merak edip biraz yüzdüğümde sebebini çok iyi anladım. Göl suyu çok ağır. Yüzeyde kalabilmek ve kulaç atarak mesafe alabilmek denize nazaran daha fazla enerji gerektiriyor. Tatlı suların kaldırma kuvvetinin daha az olduğunu hiç bu denli tecrübe etmemiştim. Gölden çıktıktan sonra yerde parlayan siyah cisimler gördüm. İlk bakışta şişe kırığı sandım ama inceledikten sonra şekilsiz taş olduğu anlaşıldı. Taksi şoförümüz bu taşın obsidyen taşı olduğunu ve değerli olduğunu anlattı. Daha sonra keskinliğinden dolayı bazı cerrahi aletlerin ucunda kullanıldığını ve eski zamanlarda vücuda girdikten sonra parçalandığı için okların ucuna takıldığını öğrendim. Güzel şekle sahip bir taş da ben buldum ama daha sonra havaalanında sırt çantamdan çıkartıp çöpe atmak zorunda kalacağımdan habersizdim. Gölün etrafı beyaz taşlar ve taşların arasından çıkan çalılarla çevrili. Güneş ışığının karşıdan dike yakın şekilde geldiği vakitlerde göle güneş gözlüğü olmadan bakmak mümkün değil. Koni gibi kendi içine çökmüş bir düzlükte Van kedilerinin gözleri gibi farklı renklerde olan iki gölün korunabilmiş olması takdire şayan.

(Tatvan Tren Garı)

Saat birde geri dönüş için yola çıktık. 13.45 gibi Tatvan’a vardık. Van Gölü Ekspresi’nin son durağı olan Tatvan Tren Garı’nı özellikle görmek istediğimizi belirttiğimiz için şoförümüz bizi oraya da götürdü. Binayı gördüğümüzde bu hattı güzel yapanın varılan yer değil yolculuğun kendisinin olduğu kanaatine vardık. Çünkü Tatvan tren garı sessizliği ile ilgimizi çekti. Gar binası güzeldi ve raylarda büyüyen otlar yoktu. İşleyen yapıların da korunabileceğine dair güzel bir örnek olan bu garın adının hakkını verdiğini söyleyebiliriz. Tatvan’dan Bitlis’e nasıl gideceğimizi öğrendikten sonra yürüdüğümüz caddenin düzensizliği dikkatimizi çekti. Meğer ilçenin en büyük caddesi olan Cumhuriyet Caddesi bitmeyen yol çalışmaları ile ünlüymüş. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra Bitlis’e vardık. Bitlis Kalesi’nin ziyarete kapalı olduğunu öğrendikten sonra şehrin en yüksek yerine çıkıp iki dağın arasına sıkışmış Bitlis’i izledik. Genişlemesi mümkün olmadığı için yakın gelecekte şehir merkezi olma özelliğini yitirmesi kuvvetle muhtemel. Bitlis’i ikiye ayıran Bitlis Deresi üzerine yapılan yapılar, var olduğu söylenen köprülerin görülmesini engelliyor. Derenin içine bakılabilen yerlerde çöplerin biriktiğini, suyun kirli aktığını görebiliyorsunuz. Bitlis Ulu Camii çok kalabalıktı. Güneşin gökyüzüne yapıştığı vakitlerde insanlar bilhassa camide vakit geçirmeyi âdet edinmiş. Bitlis’ten Mardin’e geçmek üzere akşam saatlerine doğru internet üzerinden bilet aldık. Sonra Bitlis Otogarı’na nasıl gideceğimizi ilk soruşumuzda “petrole gidin petrole” cevabını aldık. Başka birisine sorduğumuzda “petrole gideceksiniz oradan bineceksiniz” cevabını aldık. Üçüncü bir kişiye sorduktan sonra da “çevreyolundan bineceksiniz” cevabını aldık. En sonunda aldığımız cevapları bir bütün haline getirip son kez bir kişiye daha sorduk. “Burada otogar yoktur. Çevreyolunda Özlem Petrol var. Oraya gideceksiniz. Oraya tüm otobüsler uğruyor. Oradan bineceksiniz.” cevabını aldık. Otobüs firmasının yazıhanesi de olmadığı için koştura koştura çevreyoluna giden minibüslere bindik. Yirmi beş dakika önce Özlem Petrol’e vardık. On dakika sonra otobüsümüz geldi ve Mardin yolculuğumuz başladı.

Yolculuklarımız, bize yeni tecrübeler kazandırmaya devam ediyor. İnsanın yaşlandıkça tecrübesinin arttığı gerçeği buna bağlı olarak dikkatinin azalacağı veya daha kolay dağılacağı gerçeğini değiştirmiyor. Dikkatimizi kullanarak dünyanın tozunu almaya ve gerçekleri ayıklamaya çalışıyoruz. Gerçeklerin örttüğü hakikati, dünyayı içindeki meselelerle bir bütün olarak kabul edip irdeleyerek bulma ümidimiz bizi ayakta tutuyor. Konuşanın niye susmadığını, susanın niye konuşmadığını henüz çözemedik. Bu bir sır. Belki de cazibesine kapıldığımız şey yollara susamışlık değil. Bir çeşme başında bu hakikati kana kana içebilmek. Yollarda yuttuğumuz tozların akıbetini bir ihtimal o çeşmeden içeceğimiz hakikat belirleyecek.

Muhammed Furkan Kâhya

 

“Doğu’da Bir İnci: Van” yazısını okumak için tıklayabilirsiniz.

(Çalışmayan Telesiyejler)

 

(Bitlis Kalesi’ne Tepeden Bakış)

(Ilıgöl)

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir