I.
Şiir nedir? Şairin, kelimelerle oyunun bir sonucu mu, yoksa kâğıda düşmesi gereken kelimelerin şairin beynine ve kalbine saplanarak kendini ispat etmesi mi? Kelimeler bir organizma gibi, kendini nerede var edeceğini bilir.
Bir kelimenin en kudretli hali şiirde neş’et eder. Şairler bu neşet eden ifadeleri zihninde ve kalbinde –kimi zaman her ikisinde aynı oranda, kimi zaman ise salt kalp, salt zihin ağırlıklı– işleyerek metinlerini oluşturur. Oluşturulan her şiir metni bir tür nüvesidir insanlık haritasının. Bir insanı düşlerinden kazmaya başlayarak çözümlemek mümkündür. Psikanalizin ilgi duyduğu bilinçaltı ile fenomenolojinin mana-yı harf ve mana-yı ismi insan ve onunla alakalı şeylerin birleşimden oluşan metinler, ona dair çıkarımları da barındırmaktadır. Şiir bu bakımdan insana, insanı anlatan estetik örüntü içerisinde uzlaşan şairlerin bir araya getirdikleri metinlerdir. Öyleyse bir şiir zevkinden bahsedilecekse evrensel bir şiir uzlaşısından da bahsedilebilir.
Dünyanın tüm şairleri, insanlığın ortak hafızasına katkı sağlamak için şiirlerini farklı biçim ve usullerde deneyerek şiirin gelişimine katkı sunmaktadır. Söz ve hayal ekseninde farklı biçim ve usullerde ortaya konulan eserlerde fenomenolojinin odak noktası olan “hayal” ve “mana” şairin sesiyle söz/kelime ile konuşuruz. Hayriye Ünal’ın şiiri “hayal” ve “mana” ekseninde değindiği temalar ekseninde uzun uzadıya konuşulabilir doneler sunmaktadır. Bu donelerin başında “ölüm – cinayet” ve bu eksende imgeler dikkati çekmektedir.
Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası adlı eserinde şiirin anlamı üzerinde dururken bunu mekâna yaslayarak açıklamaya çalışır. Berbat bir tercüme ile yayınlanan eserde altını çizip anlam aradığımız cümlelerin birinde Gaston Bachelard şunları aktarır:
“Söz konuşur, şairin sözü onunla konuşur. Şairin sunduğu söz mutluluğuna, drama bile baskın çıkan o söz mutluluğuna sahip olmak için onun çektiği acıları yaşamaya hiç gerek yoktur. Yüceltme şiirde, bu dünyada mutsuz olan ruhun psikolojisine yukardan bakar. Şurası doğrudur ki yaşanan hangi dramı resmetmek zorunda kalırsa kalsın, şiirin kendine özgü bir mutluluğu vardır.” (Bachelard, 2014).
Şairler, şiirin o kendine özgü mutluluğu ile uğraşırken şiir diye ortaya koydukları eserler, hem kendilerinden hem de sosyal olgulardan imler taşır. Ortaya konulan eser, şairin zihin haritasından, psikolojik durumuna, ilgi ve alakasından kurguladığı hayale kadar birçok unsuru içerisinde barındırabilir.
Şiirin içerisinde bir materyal olarak duran hayalin, okurların hayaline sızması şiirin kendini ifşa etmesiyle birlikte gerçekleşir. Hayriye Ünal şiirinin hayali yansıtma biçimi, belirli imgeler üzerinde yoğunlaşarak kendini göstermektedir.
II.
Saçları Vardı Aşkın ve Ölümün Çekici Sunumu
Hayriye Ünal’ın, Saçları Vardı Aşkın adlı eserinde “ölüm” konusu farklı biçimlerde kendini gösteren yoğun bir temadır. “Ölüm” ara ara bir cinayet gibi kendini belli eder. Erbiyum adlı şiirinde: “Ne başlarını bir tırpanla kopardığım kadınlar / Ne hastalıklı aşklar artığı vücut” (Ünal, 2017, s. 11) İfadesi, “ölüm/cinayet” ekseninde anlatacaklarının bunlarla sınırlı olmadığı belirterek girişini yapıyor. Fakat “çirkin ölmeliydi” (Ünal, 2017, s. 12) ifadesi suçun karşısında bir tür cezalandırma gerekliliği içerisinde söylenmiş bir söz olarak duruyordu. “Bir çift yeşil bakış / Bütün örtüleri tek tek kaldırır / Ölü çıplak solgun bedeni / Tahta masada kahvaltı” (Ünal, 2017, s. 13) ifadesinde ise ölümün bir dekor olarak kullanıldığı görülmektedir. “Yaşamayan bir parçam var / Gittiğimce ardımdan sürüklenip duran” (Ünal, 2017, s. 19) ifadesinde ise kendine ölümü yakıştırmaca varken “Ölü yavrularını biriktirmiş kanguruyum ben / Torbasında” (Ünal, 2017, s. 19) ifadesinde ise ölümün karşısında alınan bir tür şizofrenik halin yansıması aktarılmıştır. Örgen, 1940 Sonrası Türk Şiirinde Ölüm başlığıyla yayınlanan makalesinde “ölüm” teması üzerinden değerlendirmesi yaparken şunları aktarır:
“Türk şiirinde, Tanzimat Dönemi sonrasındaki şairler, gölge dünyanın sureti olma kabulünün dışına çıkarlar. Gerçek dünyanın somut varlığı olarak kendilerini ifade yolunu tutarlar. Dolayısıyla bedenin yok oluşunu adlandırmak ve bu macerayı dile getirmek için devrin ve etkisi altında kaldıkları fikirlerin tesiriyle şiirlerinde ölüm temasına daha çok yer verirler. Gelenek sonrası modernizm ideolojisinin şairler üzerinde bıraktığı temel izlerden birisi olan ölüm fikrinin ve duygusunun algılanışı, şiirdeki insanın büyük bir trajedisi olmuştur. Bu tema, aynı zamanda gelenek ve modernizmin din ve ideoloji kutuplarındaki çatışmasının da bir göstergesidir.” (Örgen, 2008)
Hayriye Ünal, şiirindeki “ölüm” temasının hem arzulanan, hem kaçılan, hem sevilen, hem eleştirilen, hem kötülük sembolü, hem acı, hem sevinçli gibi daha çok bir anlama gelecek bir olgu biçiminde ele almaktadır. Bu da ölümün stabil bir anlamından ziyade değişkenlik gösteren anlamlar bütünlüğü içerisinde değerlendirilmesine neden olmaktadır. Şair için ölüm, bir imge olmasının yanında, yaslanılacak bir olgu olarak değerlendirilmekte, benzeten-benzetilen ilişkisi içerisinde sürekli yaslanılan bir “mihenk” olarak yansımaktadır. “Öyle ölümcül korkularımın taşeronu” (Ünal, 2017, s. 19) ifadesinde çekinilen bir olgu, “Upuzun ölü bir panter nasıl dirilir” (Ünal, 2017, s. 24) biraz şaşkınlık hali, “Acaba yeryüzü kıyam eder mi / Adımı seslenince ölüm” (Ünal, 2017, s. 27) ifadesi daha çok kendi ölümü üzerinden bir şeylerin değişebileceğine olan inancına dair beklentiyi yansıtmaktadır.
III.
Ölüm, kimi zaman şair ve yazarlarda bir takıntı haline gelmiştir. Bu konuda Türk edebiyatında akla gelen ilk isimlerden biri Cahit Sıtkı’dır. “Ne gizli cinayetler, neler neler oluyor / Denize her gün körpe cesetler döküyorum. / Ne baharlar soluyor, ne baharlar soluyor, / Azamet ve ihtişam içinde çöküyorum!” (Tarancı, 2000, s. 35) ifadesinde de görüldüğü ölüm, ceset, yılgınlık ekseninde kötümser bir yaklaşım sergilemektedir.
Necip Fazıl’da ise ölüm, iki eksenden hareketle yorumlanmaktadır. Bu da sanat ve dünya algısındaki değişmeden kaynaklıdır. Birincisi; ölüm bir sığınak, bir tür kaçışın sembolüdür. İkincisi ise; ölüm bir tür kurtuluş, psikolojik bir olgu olarak ele alınmaktadır. Hayriye Ünal şiirinde de ölüm olgusuna dair farklı yaklaşımlar sergilenmektir. Ölümü kimi yerde överken kimi zaman yermekte, kimi zaman arzularken kimi zaman ise kaçılan bir olgu olarak görmüştür: “Ölümse gayet vahşi” (Ünal, 2017, s. 27) , “Ölüm de pek firkatli” (Ünal, 2017, s. 29).
Ölüm, bir tür psikolojik takıntı hali olabildiği gibi çağın getirdiği umutsuzluk, yalnızlık, bitkinlik ve tükenmişliğin sonucunda arzulanan bir olgu olarak da kabul edilmektedir. Yazar ve şairleri “ölüm” temasına yönlendiren temel unsurlardan biri egzistansiyalist çıkarımlardır. Hayriye Ünal’ın şiirlerinde de bir tür varlık problemi kendini göstermektedir. Varlığın anlamına dair bir ispata kalkışan şair bunu yaparken “ölüm” temasından yoğun olarak faydalanmaktadır. Ölüm, bir tür varoluş sancısının, dünyaya fırlatılmış olmanın vermiş olduğu çığlığı dindirecek niteliktedir. Fakat bu, defalarca tekrar eder, bir uğultu gibi, insanın her boş anında onu yakalayacak bir ölüm hissinin varlığı, dünyayı anlamlandırma telaşı ölümün gerçeğini unutturmayacak. Bu yüzden belki de Ünal şunu söylemiştir: “Öldürüldük birlikte defalarca” (Ünal, 2017, s. 30), “Muhkem bir viyadük kurmak istersen / Ölünce seni bu yana iliştiren / Kalbinin yarıklarını kumla doldurmaktan geçeceksin” (Ünal, 2017, s. 31). Her sonun da bir sonu var ve ölüm bu dünyadaki sonların en başı.
Hayriye Ünal, ölümü bir karşıtlık olarak kullanılır kimi zaman “Ölen yaşlı …’ın dul karısı hâlâ terütaze ve doğurgandır” (Ünal, 2017, s. 31) kimi zaman ise tanımlar “Ölülerin uykusu derindir” (Ünal, 2017, s. 33-34) kimi zaman ise hikâyeye katar, “Ölümü duymamıştır prens, sevinir” (Ünal, 2017, s. 33). Ölüm olgusu üzerinden anlatımlarını şu şekilde devam ettirir Ünal, “Ölüme ilendiler” (Ünal, 2017, s. 34), “Beni seçti ölümün bereketi” (Ünal, 2017, s. 35), “Ölümü unuttuğun zaman alacağım canını” (Ünal, 2017, s. 35), “Put yapımında bu çağa erişmedi hiçbir kavim / Ve kendine tapınmada ölüp gidenler” (Ünal, 2017, s. 38), “Yaşamla tarihin ilişkisi yalındır / Biri ölmüş iki eski dost gibi” (Ünal, 2017, s. 40), “Ölümü ayinlerle karşılardı onun halkı / Şairdi bu kişi” (Ünal, 2017, s. 42), “Ölümler bir kaval sesi kadar uzak ve hüzünlü / Toprağa düşmeden kururken yaşayanların duyduğu suçluluk” (Ünal, 2017, s. 43), “Ölü ufka doğru uzayan gözleriyle / Sevilen bir ölü huzuruyla uzanır” (Ünal, 2017, s. 57), “Erkek ölüsüdür sevilen bir erkek” (Ünal, 2017, s. 57), “Duyduk ki / Öldürmeyip âleme ibret olsun diyedir / Sağ elin koparıp kapısına asmışlar” (Ünal, 2017, s. 60).
Bilal Can
Kaynaklar
Bachelard, G. (2014). Mekânın Poetikası. İstanbul: İthaki Yayınları.
Örgen, Y. D. (2008). 1940 Sonrası Türk Şiirinde Ölüm. TÜBAR, XXIV(Güz), 159-175.
Tarancı, C. S. (2000). Otuz Beş Yaş. İstanbul: Can Yayınları.
Ünal, H. (2017). Saçları Vardı Aşkın. Ankara: Hece Yayınları.