Kant Saat Kaçta Evden Çıkar?
Yıllar önce bir felsefe metni okurken Alman felsefesinin kurucu isimlerinden olan Immanuel Kant hakkında ilginç bir anekdota rastlamıştım. Kant, her şeyiyle çok dakik yaşayan bir adammış. Şimdi sen “Canım, bunun neresi ilginç?” diyebilirsin sevgili okur. Ancak hayatı boyunca dakik bir adam olmaya çalışıp bunu düzenli bir şekilde bir türlü başaramamış birisi olarak, dakik insanlara gıpta etmişimdir. Yazarın masasını merak ederken, o masanın üzerinde çalıştığı eseri hangi şartlar altında ortaya çıkardığı, zamanını nasıl kullandığı, nasıl dinlendiği gibi ayrıntılarla ilgilenirim ben. Yazarın rutini, düzenli tekrarları üretkenliğinin anahtarıdır bana göre. Bu nedenle bir yazarın gündelik yaşamı benim açımdan çok önemli. Bu nedenle Kant, her zaman takdirimi kazanmış bir yazardır. Alman felsefesinin kurucusu sayılması, kendisinden sonra gelen birçok felsefeciyi, düşünürü, yazar ve şairi etkilemesi, gündelik hayatındaki bu düzene bağlıdır zannımca.
Katedral Saatinin Yarıştığı Adam
Kant, bütün hayatı boyunca Prusya’nın (dikkat edin lütfen Rusya değil, Prusya!) ıssız bir şehrinde yaşadı, İsmet Özel’in şiirine konu olan şehri Königsberg’in sınırları dışına nadiren çıktı ve sadece birkaç saatlik uzaklıktaki deniz kıyısına bile hiç gitmedi. Bu nasıl bir azim ya da bu nasıl bir işkoliklik? Bu müzmin bekâr, 40 yıl, koskoca kırk yıl boyunca bölgedeki üniversitede bıkmadan, yılmadan aynı dersi verip durdu. Şehrin çok ayakaltı olmayan bir bölgesinde çok sessiz, mekanik bir şekilde düzenlenmiş, neredeyse soyut bir bekâr hayatından bahsediyorum size. Tanımasanız adamı Katolik bir rahip sanırsınız. Şehirdeki katedralin saati ile yarışan bu adamın, uyanmak, kahve içmek, yazmak, ders vermek, yemek yemek, yürüyüşe çıkmak gibi doğal davranışlarının bile belirli bir saati vardı. Eğer Kant gri paltosunu giymiş, eline İspanyol bastonunu almış halde kapının önünde belirmiş ise komşuları saatin tam olarak üç buçuk olduğunu anlıyorlardı. Sanırsınız koca Königsberg Belediyesi’nin saati yok da şehir sakinleri bu ihtiyacı Kant’a bakarak gideriyorlar.
Sabah saat beşte kalkan filozofumuz bir iki fincan açık çay içerek piposunu tüttürürdü. Bir rivayete göre kendisinin gündelik pipo hakkı sadece bir taneydi ve o hakkını da genelde sabahları kullanırdı. Gerçi zaman ilerledikçe pipo sayısı arttı… dememi bekliyorsanız eğer yanılıyorsunuz. Kant, sayıyı arttırmadı ama tütün kapasitesini bir hayli genişletti. Bu şekilde düşünmeye, tefekkür etmeye çalışan filozof, o gün üniversitede vereceği dersleri hazırlar, biraz da yazardı. Saat yedide başlayan dersler tam on birde biterdi. Öğlen yemeğini uzatan ve akademideki arkadaşlarının dışında yerel halkla da kaynaşmayı seven Kant, saat üçte o ünlü yürüyüşlerinden birine çıkardı. Eve döndüğünde ise sanki gün boyunca hiç çalışmamış gibi biraz daha çalışır ve saat onda yatmaya gidene dek okurdu.
Bizim Çin Malı Kant’lar
Kant’ın rutinleri, gündelik genel tekrarları bir insanın bünyesinin kaldırabileceğinden çok fazla bana göre. Bu hayatı yaşayan adamın bir de hayatı boyunca hastalık hastalığıyla yaşadığını düşünün. Reşat Nuri’nin mustarip olduğu ve bu yüzden 40 yıl, 4 mevsim eldivenle dolaştığı aklıma geliyor da, acaba diyorum rol mü çalıyordu? Sadece Dostoyevski’yi çok sevdiği için onun giydiği gömleklere benzer gömlek giyen bir adam bunu neden yapmasın diyebilirim aslında. Ama hastalık hastası olmak, her an bir şeyden mikrop kapma korkusuyla yaşamak, insanın birisini taklit etmesiyle olacak şey değildir. Yine Abdülhak Şinasi Hisar da aynı hastalıktan mustarip olan bir yazardı. Mikroplardan ölesiye korkan Hisar, lokantaya giderken kendi kaşığını yanında götürürmüş. Üstüne de bir bardak sıcak su isteyip, çatal-kaşığı bir güzel yıkarmış. Neredeyse dışarda içmek için istediği suyu bile yıkatacak derecede bir korkudan bahsediyoruz, dile kolay.
Asker Gibi Yaşayan Bir Yazar
Kant kadar dakik olup olmadığını bilmediğim ama Kant’ı geçmesine ihtimal vermediğim bir başka isim de W. H. Auden’dir. Aslen İngiliz olan Auden, sonradan ABD vatandaşı olmuş bir şair ve edebiyat eleştirmenidir. 20. yüzyıl İngiliz edebiyatı üzerinde büyük etkisi olan yazar, hayatının ilk yarısını İngiltere’de geçirmiş, 1939’da Amerika Birleşik Devletleri’ne göç edip orada yaşamış ve 1946’da Amerikan vatandaşlığına geçmişti. Auden 400’den fazla şiir, 400 kadar deneme yazısı; birçok tiyatro oyunu ve birkaç opera librettosu da yazmış. Şiirlerinin ana temaları sevgi, politika ve yurttaşlık, din ve ahlâktır. Bu kadar üretken olan yazar, bu başarısını -bana kalırsa- takıntılı olan dakikliğine ve hayatı boyunca bağlı kalarak yaşadığı programa borçluydu.
Hani olmaz ama oldu da Auden’e misafirliğe giderseniz tekrar, tekrar saatine bakan bu adama karşı içinizde bir öfke oluşması gayet normaldir. Yeme, içme, yazma, alış veriş yapma, çapraz bulmaca çözme hatta postacının gelişi de dakikası dakikasına belliydi ve bu belirli zamana eşlik eden rutinler vardı. Adeta bir asker gibi yaşayan yazar, böylesi dakik bir yaşamın, yazarın ihtiyaç duyduğu yeni şeyler oluşturma süreci için elzem olduğuna inanırdı. O, ilham perisini kendi programına göre eğitmenin bir yolunu bulduğuna inanıyordu. Yani bu dünyada ne olmak istersiniz diye bir soruyla karşılaştığınızda ne cevap vereceğinizi bilemem ama kesinlikle Auden’in ilham perisi olmak istemeyeceğinizi biliyorum.
Gece Kimler Çalışır?
Sabah altıda kalkan Auden, kendisine kahve yapar ve belki biraz çapraz bulmaca çözdükten sonra hemen işinin başına geçerdi. Ona göre, zihninin en iyi çalıştığı saat aralığı sabah yediyle on bir buçuktu. Ne on bir, ne on iki! On bir buçuk! Gece çalışmayı sevmeyen yazar, gece kuşu olmayı da aşağılar ve “Ancak dünyanın Hitlerleri gece çalışır; hiçbir dürüst sanatçı böyle çalışmaz.” derdi. Bu konuda kendisine katılmadığım Auden, öğle yemeğinden sonra tekrar çalışmaya başlar ve akşamüstüne kadar da devam ederdi. Böyle yaşayan bir adamın yatma saatini geçirmesi de olağan bir şey değildir elbette. Erken yatar, asla saat on birden sonraya kalmazdı. Yaşlandıkça bu saat, dokuz buçuğa kadar düşmüştü gerçi.
Böylesine disiplinli bir hayat yaşayan bir kişinin enerjisini ve konsantrasyonunu korumak için amfetamin alması, geceleri uyumak için sakinleştirici kullanması bana her zaman tuhaf bir çelişki gibi gelmiştir. Böylesine düzenli ve dakik olmak, bu tarz sorunlar yaşamamayı sağlamalı aslında. Yazan, üreten, düşünen bir insan, tüm iş disiplinine ve özel hayat kurallarına bağlılığına rağmen böylesi sorunlar yaşıyorsa uyguladığı metodu sorgulaması gerekir kanımca.
Rutinlerimizin amacı, hayatımızı kolaylaştırmak, çalışma alanlarımızı düzenlemek ve okuyan, yazan bir insan olarak üretkenliğimizi arttırmak olmalı. Yoksa rutinler ya da gündelik tekrarlar yüzünden sakinleştirici ve amfetamin kullanacak hale geldiysek, ortada başka bir sorun var demektir.
Davut Bayraklı
1 Yorum