Nobel Edebiyat Ödülleri, 1896 senesinde ölen Alfred Nobel’in vasiyet üzerine 1901 senesinde Nobel Ödülleri’nin bir dalı olarak verilmeye başlandı. İlk yılından bu yana önemi herkes tarafından kabul edilmiş olsa da birçok eleştirmen ve okuyucu, Nobel komitesini eleştirmekte; İsveç Akademisi’nin kararlarını ve gerekçelerini çoğunlukla kabul etmemektedir. İsveç Akademisi, her sene ödülü, ilgili yazara neden verildiğini açıklasa da bu, çoğu insanı tatmin etmemekte, genel olarak verilen kararların arkasında siyasî nedenler aranmaktadır. 109. yılına giren bu ödülün sadece siyasî nedenlerle verildiği fikri her vakit doğru olmamakla birlikte tamamen yanlış da değildir. Çünkü, sonuç olarak bu ödül bir kurum tarafından veriliyor ve bu kurumun 18 üyesi var. Üyelerin siyasî görüşleri, edebiyata bakış açıları, hatta İsveç’in siyasî politikası bile kararların verilme sürecinde etkili oluyor. Temel sorun, izlenen siyasî politika değil, bu kurumun yapısal olarak uluslararası bir ödülü vermek için uygun olmamasıdır.
Alfred Nobel’in vasiyetinde edebiyat, ödüller sıralamasında dördüncü sırada yer almakta. Nobel’e göre ödül, “belirli bir ideal yönde en mükemmel yapıt”ı sunmuş olana “Stockholm’deki akademi tarafından verilmelidir. Nobel ödüllerinin resmî sitesinde yer alan tüzüğe göre vasiyette adı geçen Stockholm’deki akademi ile İsveç Akademisi’ne işaret edilmiştir. Tüzükte öne çıkan bir başka ifade ise “önceki yıl” ifadesidir. Vasiyette ödüllerle ilgili paragrafın ilk cümlesinde belirtildiğine göre ödülü alacak olan kişilerin, “önceki yıl içinde insanlığa en büyük yararı bahşetmiş olmaları gerekmektedir.” “Önceki yıl” ibaresinin kültürüne en yakın zamanda yapılan katkılar ve önemi daha önce keşfedilmemiş olan eski eserler için kullanıldığı belirtilmiştir.
Yıllardır eleştirilerin hedefinde olmasına rağmen hâlâ en prestijli ödül olarak Nobel ödülleri gösterilir. Edebiyat ödülleri ile ilgili kafalarda ortak “soru havuzu” olduğu kanaatindeyim. Peki, kim, hangi gerekçelerle veriyor bu ödülü? Nobel Edebiyat Ödülü’ne aynı yıl aday olan 200 adayın içinden ödüle layık görülen yazarın, diğer 199 adaydan ne farkı var? Yazarların özgün dillerinin olup olmamasının ödülü alıp almamalarında bir etkisi var mı? Alfred Nobel’in vasiyetinde yer alan “milliyetine bakılmaksızın” cümlesi, her ne kadar önemli olsa da ulaşılabilirlik ve okunabilirlik açısından dilin önemi yok mu? Bengalce yazılmış olan bir eser ile İngilizce ya da Almanca yazılmış bir eser aynı koşullarda mı karşılaştırılıp aday listesine eklenip değerlendiriliyor? Komitedeki 18 üyenin dünya dillerine hâkim olmadığını farz edersek, -ki değiller- hâkim olmadıkları dillerden olan eserleri hangi şartlarda değerlendiriyorlar?
Edebiyat ödülü, diğer ödül dallarından farklı olarak daha soyut gerekçelerle ilgili yazara veriliyor. Yeterince somut gerekçeler sunmak tabiî ki imkânsız. Hâl böyle olunca tartışmaların ve iddiaların ardı arkası kesilmiyor. Bu tartışma ve iddiaların geneli de siyaset üzerinde yoğunlaşıyor. Eleştirmen ve akademisyenlerin çoğunluğu, ödülün, İsveç Akademisi üyelerinin ve İsveç’in dış politikası gereği desteklediği politik görüşe sahip yazarların aldığı görüşünde. 100 yıldan fazla süren bu organizasyon, hep siyasî nedenlere bağlı değildir diye düşünüyorum. Fakat bu eleştiriler son yıllarda, özellikle bu sene şiddetli bir şekilde gündemde olsa da aslında Nobel Ödülleri’nin ilk yıllarına kadar dayanmakta. Lev Tolstoy, Mark Twain, Thomas Hardy, Emile Zola, Anton Çehov gibi yazarlar hayatta olmalarına ve birçok kez aday gösterilmelerine rağmen İsveç Akademisi tarafından Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmemişler. Bu yazarlar arasında özellikle Tolstoy’un ödülü alamaması tartışma konusu olmuş, buna gerekçe olarak da muhafazakârlığı gösterilmiş. Sadece muhafazakâr olduğu için verilmemiş diyemeyiz çünkü ilk edebiyat ödülünü 1901 senesinde alan Fransız şair ve filozof Sully Prudhomme da muhafazakârdı. Lâkin Tolstoy’dan farklı olarak tıpkı Alfred Nobel’in kendisi ve o dönem İsveç Akademisi genel sekreteri olan Carl David af Wirsen gibi Pery Shelley’nin ütopyacı idealizmini benimsemiş olmasıydı. Tolstoy, Zola gibi yazarlar, aslında Akademi’nin daimî sekreteri, onların görüşlerini benimsemediğini açıkça belirttiği için ödülü alamamışlardır.
1953’te Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Winston Churchill için Akademi üyeleri raporlarında sürekli olarak seçimlerin nedenlerinin politik olmadığını belirtmişler, gerekçe olarak da “tarihsel ve biyografik tasvirlerinin yanı sıra yüksek insanî değerlerindeki dâhîce retoriği”ni göstermişler. Oysa aynı Akademi, Churchill’in bir önceki adaylığını siyasî değer taşıdığı gerekçesiyle reddetmiş. İki adaylığı arasında Churchill’in kariyerinde yeniden başbakan olması dışında başka bir değişim olmadı. Fakat o dönem, Akademi üyelerinden İsveçli diplomat ve yazar Dag Hammarsjöld, tam da Churchill’in ödül aldığı yıl Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’ne atanmıştı. Bu sekreterliğin kurulmasında Churchill’in ne kadar etkin olduğu, hatta kurucularından biri olduğu herkes tarafından bilinmekte. Nobel’in resmî internet sitesinde adaylar listesi, sadece 1950’ye kadar açıklanmış. Churchill ile o dönem kimler aday olmuş bilinmiyor fakat illaki kendini edebiyata bir başbakandan daha çok veren yazarlar olmuştur.
Ödülün siyasete dayalı olarak verildiği görüşünün çok yaygın olduğunu ifade etmiştim. Bu durum, özellikle, 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne lâyık görülen Orhan Pamuk, 2012 yılında Mo Yan ve 2019 yılında Peter Handke için de geçerlidir. Pamuk, 2005 Şubat tarihinde Das Magazin adlı haftalık İsviçre dergisine verdiği bir röportajda, “Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü. Benden başka kimse bundan bahsetmeye cesaret edemedi.” açıklamasında bulunmuş, bir yıl sonra ödülünü almış. Orhan Pamuk, ödülü aldıktan sonra kendisine “Türklüğe hakaret” davası açılmış, bu nedenle ülkesinde değerini kaybetmiştir. Çinli Mo Yan mahlaslı Guan Moye de Çin Komünist Partisi’ne yakınlığı ve “bir yazar sanattan önce politikada yer almalıdır” sözlerinden dolayı ülkesinde hedef haline gelmiştir. Peter Handke ise Bosna’da yaşanan soykırımı inkâr etmeye ve Sırp lider Slobodan Milosevic’e duyduğu hayranlığını dile getirmeye başladıktan sonra ödülünü aldı.
Akademi’nin ödüller üzerindeki bir başka etkisi ise kurumun üyelerinin hem sosyo-ekonomik durumları hem de yaptıkları işlerle elit kesimden seçilmeleridir. Elit kesimden seçilen üyelerin, ödüllerin verilmeye başlandığı ilk yıllarda yazarları değerlendirirken toplumsal statülerine göre ayrım yapmaları da bu etkinin tezahürleridir. Bu durumun bir örneğini ülkemizde görmek mümkün. Resmî olmayan verilere göre “en çok Nobel Edebiyat Ödülü alamayan yazar” olarak anılan Yaşar Kemal, 1973’ten itibaren her sene Türkiye PEN Yazarlar Derneği tarafından ödüle aday gösterilmişti fakat, Türk edebiyatında bana göre önemli bir yeri olan Yaşar Kemal yerine, yalnızca birkaç yıl süreyle aday gösterilmiş olan Orhan Pamuk ödüle lâyık görülmüş. Yaşar Kemal’in Orhan Pamuk’tan daha iyi bir yazar olduğunu iddia etmek elbette öznel bir yorum olacaktır lâkin iki yazarın geçmişi ve sosyo-ekonomik konumları ele alındığında Orhan Pamuk’un, Alfred Nobel’in vasiyeti gereği tercih edilmesi gereken değil de İsveç Akademisi üyelerinin tercih edeceği bir yazar konumunda olduğu görünüyor. Pamuk, seçkin bir aileye mensup ve Nişantaşı’nda yetişmiş. Diğer yazarlardan farklı olarak ekonomik sıkıntısı çekmemiş, yazarlığın yanı sıra akademisyenlik ve eleştirmenlik yapmış. Kürt bir aileden gelen Yaşar Kemal, zor bir çocukluk dönemi geçirmiş, pamuk tarlalarında ırgatlık, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yapmış. İleri düzeyde bir eğitimi olmadığı gibi akademik hiçbir unvanı da bulunmamakta. Dil kullanımındaki ustalığı, Alfred Nobel’in belirlediği amaç ve kendi ülkesi dışında da okunan bir yazar olması ölçütleri düşünüldüğünde Yaşar Kemal, ödül için doğru bir seçim olabilecekken Akademi’nin hiçbir gerekçe açıklamadan ödüle lâyık görülmemiştir. Üstte belirttiğim tablo, Akademi’nin elit kesimleri daha da öncelikli kıldığını işaret etmektedir.
Siyasi görüşleri, çalışma alanları, sevdikleri yazarlar görmezden gelinse dahi İsveç Akademisi, ömür boyu üyelik özelliğinden mütevellit muhafazakâr bir yapıdadır. Bu yapı, üyelerin yaşı, konumları, edebiyata ve ülkelerin siyasetlerine bakış açıları sıkça yenilenmediği için ödül alan kişinin de özellikleri bu yapı gibi sabit kalmakta. Aynı yapı, modern edebiyatı yeterince takip edememekte, yeni eserleri eski ölçütlere bağlı olarak değerlendirmektedir.
Genel olarak konuyu ele aldığımız vakit, Nobel kurumunun yapısı ya seneler içerisinde değişecek ya da her yıl yeni eleştirilere mâruz kalacak. Mâruz kaldığı sürece ödül alan eser başka dillere elbette çevrilecek; Nobel ödülleri popülerliğini yine devam ettirecek lâkin İsveç Akademisi’nin yeni dünyaya karşı eski standartlarla çıkması, beraberinde bu seçimlerin nedenini anlamayan okuyucu kitlesi oluşturacak.
Adem Suvağcı
4 Yorum