Demli Çay

Birinci Bardak

Bir depresyon göstergesidir aslında dünyaya dönük aforizmalar savurmak. Eğer etrafınızda yaşayanlar gerçekten Sokrat, Aristo, Platon değillerse ve size hayatın anlamsızlığından dünyanın insan ve bedeni için bir hapishane olduğundan bahsediyorlarsa bilin ki çay parasını sizin ödeyeceğiniz anlamsız ve faydasız bir sohbete cüzdanınız meze ediliyor demektir. Çayın, bardağı 1,25 TL’ye satıldığı bir çay ocağında dünyanın anlamını arayan insanları anlayamıyorum bir türlü. Düşünce elbette zihinsel bir eylemdir ama bunun için illa da belli bir mekân gerekmez.

İkinci Bardak

Sevmenin zor unutmanın ise kolay olduğunu iddia edenler aslında meselenin ruhunu yakalayamadıkları için böyle düşünürler. Zira sevmek bir kere olgu olarak ortaya çıktığı zaman artık insanın iradi olarak yaptığı bir eylem olmaktan çıkar. Bir nevi motor beceri gibi bir hal alır. Oysa unutmak sevmekten daha zordur. Unutmak için insan çaba harcar ve sadece gönlüyle değil aklıyla, hafızasıyla başa çıkmaya çalışır. Unutmak için her türlü hatırlatıcı akıldan ve gönülden uzak tutulmaya çalışılır ve genelde de başarılı olunmaz. Zaten buradaki ana gaye de unutmak değildir. Yeniden sevebilmek için hatırlamaktır. Her daim yeniden sevebilmek için gerekli olan şey unutmaktır ve bu çok güç bir iştir. Belki de o yüzden tanıdığım birkaç gerçek âşık yeniden sevmek için unutmayı yani zor olanı seçmiş.

Üçüncü Bardak

İnsanın insana olan uzaklığını ölçecek bir uzunluk ölçüsü bulundu mu bilmiyorum! Evrenin bir ucundan diğer ucuna olan mesafe kadardır diyerek kısa da olsa bir uzunluk ölçüsü vermiş olayım şimdilik. Birbirine bu kadar uzak olan insanların birbirlerini görmemek için bir de duvar inşâ etmeleri beni benden alan bir tenâkuzdur. Mesafeleri kapatmayı beceremeyen insan, köprüler inşâ edeceği yerde neden duvarlar örer anlamış değilim. İnsan, hem yaratıcısına hem de onun yarattıklarına yeterince uzakken bir de gereksiz duvarlar örerek aradaki mesafeyi koruduğu hissine kapılmasına zemin hazırlayan düşünce nedir acaba? Türkülerin duvarları aştığını bilmeyenler, duvarlar değil köprüler inşâ edin, olmaz mı?

İnsanı insandan ayıran duvarları ya yakalım, ya yıkalım ya da ortasına bir pencere açalım. Belki ardı, arkası bahar, bahçedir ve orada güneş insanın etini, kemiğini, ruhunu ısıtıyordur, görürüz hiç değilse! Fena mı olur?

Dördüncü Bardak

İnsan tuhaf bir varlık… Unutmak istediğini haykırdığı her defasında, elinin altındaki her şeye bir hafıza biçer ve sonra da onu yeniden hatırlamak için elinde olan ne varsa oraya saklar. Kendisiyle yüzleşmeyi bırakalı birkaç bir yıl olduğu için bu gerçeği kendine de itiraf edemez. Önce unutamadığı için ağlayıp sızlanır sonra da unuttuğu için kendisini parça parça eder.

Şiire, şarkıya unutmak istediği her şeyi saklar sonra da sakladığı her şeyi yakıp yıkmayı göze alamayınca kalbe savaş açar. Belki de bu yüzdendir şarkıları, şiirleri yakıp yıkamayanlar gelir de bir gariban gönlü talan eder, Moğol ordusu gibi yakıp yıkar.

Beşinci Bardak

Duvar örülüyor diye bahardan vazgeçecek değilim. Birileri duvarları inşâ etmeye devam ediyorsa ben de bu duvarların ortasına küçük ama güzel pencereler açacağım. Kötüler istedi diye bahar gelmemezlik yapmaz. Neden bu ısrarın dersen eğer… Konuşurken duvarlar ördüğünüz için yıkmak istiyorum, dinlerken incittiğiniz için belki de…

Altıncı Bardak

Uzak ve yakın… Eski ve yeni… Bir şeyi bulmak için önce kaybetmek lâzım. Kaybetmelisin ki bulasın. Kaybetmediğin bir şeyi bulamazsın. Ama bazı kaybetmeler vardır ki sonunda ya bulamazsın ya da bulduğunda o şey artık ilk anda kaybettiğin şey değildir. Zamanın değiştirici ve dönüştürücü gücünü hafife alırsan başına gelecek olan budur.

Belki de bu yüzden eskiye bu kadar uzağız ve yeniye bir o kadar yabancıyız. Çünkü uzaklıkta keder, yabancılıkta ziyan vardır. Belki de bu yüzden eskiler gülü koklarken kelime-i şahadet getirirlerdi.

Yedinci Bardak

Dağ başlarına çekilip bir kulübede modern zamanın tüm mahpusluklarına meydan okumak varken post modern yüzyılın şehirlerinde gönüllü olma çürümeye! Bu da bir cesaret elbette… Ama aptal cesareti!

Sekizinci Bardak

Zamanda ve mekânda yer kaplayan, kütlesi ve hacmi olan her şeyin bir yarası vardır. Asıl mesele bir yaraya sahip olmak değil! Asıl mesele yaranın kimin olduğunu, kimden olduğunu bilmekte.

Dokuzuncu Bardak

Hiç düşündün mü, belki de yolunda gitmeyen her şey, tayin edilmiş bir zamanın gelmesini ve her şeyin daha güzel başka bir yola girmesini bekliyordur!

 

Davut Bayraklı

 

DİĞER YAZILAR

5 Yorum

  • furkan , 08/01/2020

    davut abi beni dövse sesimi çıkarmam.

  • Hatıra , 08/01/2020

    Altıncı bardakta araya ıhlamur girer, bir koku yayılır etrafa dumanını topraktan, yağmurdan, bahardan alan. Karşı masadadır ıhlamur. Masa, tahta. Bir pencere, dışarıda kırmızı güller. Az ileride deniz. Denize bakan bankta yaşlı bir amca. Ihlamur şükre durmuştur. Ihlamur unutmuştur ve unutulmuştur. Unuttuğu yerde hatırladıkları kucak açar ona. Hatırladıkları evvelki gibi değil. Ah ne de iyi. Şükür yarabbi. Denize bakan banktan yaşlı amca kalkar. Bir rüzgar şapkasını oynatır. Güller kıpırdanır. Yağmur tekrar başlar. Ihlamur biter. Bittiği yerde bırakılır. Ihlamur bir bardak içilir. Ballı ve limonlu. Besmeleyle. Şükür yarabbi…

  • Zeynep Çelik , 07/01/2020

    – Fena mı olur?
    – Çok fena olur. Çünkü aradaki mesafe günbegün artıyorsa araya duvar örüp yeterli olan mevcut mesafeyi korumak gerekir.

  • nevbahar , 07/01/2020

    Dokuzuncu bardağı kavrayabilmek değil mi tüm kilitlerin anahtarı

  • içmeye doyulmaz , 07/01/2020

    nefis demlenmiş… yüreğine sağlık

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir