Kolpacılığın Tarihi Vol I: “Çay Harareti Alır!”

İnsan, bâtıl inançları eksik olmayan bir mahlûk. Her ne kadar akılla uyuşmasa da bazı bilgileri gerçekmiş gibi kabul eden insan, sadece kendi hayatına değil, yanında yöresinde kim varsa onlara da bu sözde gerçekleri kabullendirmeye çalışır. Hava sıcaklıklarının anormal seviyelerde olduğu bugünlerde ilk akla gelen bâtıl inançlardan biri muhakkak ki şudur: “Çay harareti alır.”

Hayır efendim! Çay harareti falan almaz, bilakis arttırır. Nasıl mı? Şöyle…

Fakir, üç numara saçları ve bunaltıcı havalarda bile 500 yıldır üzerinden çıkarmadığı sarı ceketiyle ortamlarda arzı endam kıymetli editörümüz ve günde sadece 24 kelime kullanarak devamlı gülümseyen ev arkadaşım Oğuzhan ile sadece çay içerek hararet katsayımızı ölçtük. Hava gerçekten bunaltıcı derecede sıcaktı ve her saniye sıcaklık artıyordu. Ampirik ilgileşim gereği sıcaklık arttıkça çay içecektik. Deneyimizi, Oğuzhan’ın anlamsız gülümsemelerine rağmen büyük bir vakar ve ciddiyetle sürdürdük. Arada bir kıymetli editörümüz hakikatle ilgili aforizmalar patlatmaya kalktı ama sıcaktan dolayı kimse sarkastik bir yolculuğa çıkmak istemiyordu. Dünya semalarında yakıt ikmali için durmaya, soğuk bir şeyler içip serinlemeye ihtiyaç duyuyorduk. Ama deneyimizi tamamlamaya kararlıydık. Her santigrat artışında çay içme kapasitemizi de arttırarak doğrusal yönlü bir çizgide ilerledik. Her yudumun sonunda notlar aldık. Ter kapasitesi hesapları, azalan tuz/mineral indeksi ve karbonhidrat yakım sürecinin grafiklerini an be an izleyerek çalışmaya devam ettik. Ta ki Maya takvimine göre güneş tutulması kadar nadir yaşanan bir olaya kadar. O an zaman durdu… Evet, Oğuzhan’ın yüzü düşmüştü. Tanımayanların gülümseme estetiği yaptırdığını zannettiği Oğuzhan’ın yüzü düşmüştü. Editörümüzün sarı ceketi ve benim sadece ense bölgemde filizlenen 327 adet kalan saç telim ansızın, yavaş yavaş beyazlamaya başladı. Büyük bir terslik olduğu aşikârdı. Bilimsel deneyimizin o an sona erdiğini anladık. Yoğun ve sancılı ampirik araştırma sürecinin akabinde bizatihi tecrübe ve delilleriyle konunun hakikatine vasıl olduk. Notlarımızı değerlendirdik, grafik sonuçları ve editörümüzün metafizik çıkarımlarıyla istişarelerde bulunduk. Sonuç gerçekten çarpıcıydı.

Çayın hakikatini sizlere de aktarıyoruz.

Kıymetli kariler, tennuresini satan semazenler, şerbetçi çırakları, 5. dönem Melamiler ve hakiki dervişler… Hakikati açıklıyoruz.

Sıcak havalarda çayın harareti aldığı tezi batıl inançtır! Büyük kolpacılıktır! Fransız ihtilalinin dünyaya pompaladığı milliyetçilik akımlarının, kolonileşme sürecinin ve büyük Amerikan rüyasının akabinde iktidarı elinde tutan gücün dolaşıma soktuğu “Kapitalizm” dininin ve “Bilim” akidesinin kılçıksız zokasıdır.

Niçin mi?

Onar bardak çayın sonunda mesanelerimiz neredeyse patlayacaktı ve hiç serinlemedik. Bilakis daha çok sıcakladık. Sıcakladıkça terledik ve bunaldık. Veri analizlerine baktığımızda karşılaştığımız negatif korelasyon hepimizi dumura uğrattı. İçilen her yudumda vücut ısımız artıyor ve beynimiz buna anında tepki veriyordu. Üstelik çayı şekerli içenlerimizde insülin endeksi de korkunç bir atışla damarları genişletiyor ve kurabiye çıkmazına giriyorduk. Kan şekerinin artmasıyla yağlanma, damar tıkanıklığı, kolesterol artışı gibi yaşam kalitemizi olumsuz yönde etkileyen diğer bileşenlerin devreye girmesi de çabası.

Toplantının akabinde çay içmenin neticesinde giderildiği varsayılan hararet algısını yıkmak adına bir takım araştırmalarda bulundum. İşte vardığım sonuçlar:

* Sıcaklıkların arttığı dönemlerde serinleme alanı olarak bilinen çay, Türkçenin eş sesliliğine kurban edilmiş, kimseler artık serinlemek için çaya (ırmak, dere vb.) girmemiş, bilakis sıcak aylarda sıcak içecek olan çayı içerek sıcaklığına sıcaklık katmış. Zaten insan aklını kullandığında, sıcaklık seviyesini başka bir sıcak içecekle indirmeye çalışmanın ne kadar absürt olacağını anlar. Fakat bunun üzerine düşünmek ağır gelecek ki, insan, bâtıl inançtan hayatına devam etmeyi tercih ediyor.

* Çayın muhabbeti arttırdığı görüşü de günümüz dergâhlarında dolaşıma sunulan temelsiz, asılsız bir anlayışın ürünüdür. Tasavvuf kurumuyla çayın uzaktan yakından bir alakası yoktur. Pek çok âlime göre mekruh olan tütünle tüketilmesi ve bağdaştırılması da ham softaların uydurmasından ibarettir. Kalbe yerleşen ve yoksunluk duygusunu tetikleyen her türlü nesnenin “muhabbetle” birlikte anılması, sohbet yolunun esaslarını muhabbet tellallığı ve kahvehane cantiliği ile karıştıran, bir saniye olsun evinde yalnız oturamayan seyr ü sülûk uzmanlarının hezeyanıdır.

* İnsanlar kavramların derinliklerine inemediklerinden doğru düşünme becerisini kazanamazlar. Doğru düşünemedikleri için de toplumun kabul gören anlayışlarını, alışkanlıklarını, hatta topluma yönelik eleştirilerini teklifsiz kabul eder, bununla kalmaz, bu mesnetsiz görüşleri hayatlarına da tatbik ederler. İşte çayın harareti aldığına dair ne idüğü belirsiz görüş de bu türdendir.

* Söz konusu inanç ve düşünce ile ilgili müşkül bir konuysa A’dan Z’ye tüm şark kurnazlarının emniyet sibobu tarihtir. İşin içinden çıkmadığımızda, Sezar’ın sırtına doğru yeni gelin gibi süzülen hançerin Sürmene bıçağı olduğuna inanmamamız için hiçbir sebep yoktur. Çünkü orada değilizdir. Bizim gibi düşünen, bizim kavmimizden, aynı mesnetsiz aidiyet duygusuyla tarihi yorumlayan bir aklı evvel muhakkak vardır. Çok zorlasak çayın Rize’den dünyaya yayıldığına dair Oflu bir profesörün tezine bile ulaşabiliriz. O zaman arkamıza yaslanalım, Osmanlı Medeniyetinin büyüüüük bir gururla tekellüm ettiği “Türk kahvemizi” yudumlayarak aşağıdaki paragrafı okuyalım.

“1918’de Halkalı Yüksek Ziraat Okulu hocalarından botanikçi Ali Rıza Erten, I. Dünya Savaşı’nın ardından da Ziraat Genel Müdürü Zihni Derin, Doğu Karadeniz’de çay yetiştirme konusunda incelemeler yaptı. Zihni Derin’in Rize’deki çalışmaları sonucu 1923’te ilk çay fidanlığı kuruldu. Böylece Türk çayının hikâyesi başladı.”

Koskoca Sümerler, koskoca Pontus Rum İmparatorluğu, koskoca Konstantiniye halkı çay yokken hararetini nasıl atıyordu? Kesin limonata içiyorlardır.

Türk avakadolarından yapılan, hakiki Türk limonatasıyla…

* Çayı bir kenara bırakalım. Soğuk veya sıcak herhangi bir meşrubatın insanın hararetini alabileceği düşüncesi etrafında toplanan insanları üç sınıfa ayırmamız gerekiyor.

İlk sınıf avamın hararetidir. Bu zevat ezilmişlik psikolojisi, öğrenilmiş çaresizlik dürtüsü, Mezopotamya coğrafyasında kabul gören çivi çiviyi söker mantığıyla, çay başta olmak üzere tüm sıcak içeceklerin harareti alacağı zehabına kapılır. Kısa süreli, flaş patlamalarla daimi ferahlığı elde edeceğini zanneder. İçtikçe içer, malayani meclislerde fuzuli sohbetlerle ömrünü heba eder.

İkinci sınıf seçkinlerin hararetidir. Bu zevat çay nevi meşrubatın ve dahi soğuk muadillerinin daimi ferahlık müessesinin teminini sağlamakta aciz kalacağının farkındadır. Arada bir dost meclislerinde, çaya ve soğuk içeceklere gerektiği kadar değer vererek onları putlaştırmaz. Memleketimizde henüz bir buçuk asırlık tarihi olmayan kurutulmuş bir bitki suyuna lüzumsuz manalar vermez. Kerizlenmenin lüzumu yok kardeşim der, sıcak havalarda karpuzunu yer, soğuk suyunu içer, evinde klimanın altında oturur keyfine bakar.

Üçüncü sınıf en seçkinlerin hararetidir. İşte bu sınıf daimi ferahlık halini elde etmiş mesut kimseler cemaatidir. Hararetin içecekle geçeceği düşüncesi kalplerine bile gelmez. Gelir gibi olduğu an muhtelif baharatlarla çeşnilenmiş macunlardan tüketerek tövbe ve istiğfar ederler. Hararet geldiği an onunla baş edemeyeceklerini bildikleri için tüm günlerini oruçlu geçirirler.

Kıymetli Edebifikir e-mecmuası karileri. Yazının başında tafsilat verdiğim ampirik maceramızın akabinde bir de anti-tez oluşturduk ve bunu tecrübe ettik. Modern iktisat teorisinde genç dimağlara anlatıldığı gibi, elmanın ikamesi armut olmadığı gibi, çayın ikame ürünü de kahve değildir.

Sevgili kariler, çayın ikamesi karpuzdur!

Oğuzhan tekrar gülümsemeye başlayınca soğuk mu soğuk, kıpkırmızı, taptatlı bir karpuz yedik. Henüz ilk ısırıkta, o eşsiz rayihanın aort damarımıza ince ince süzülüşünü duyumsadık, her saniye vücudumuzun serinlemeye başladığını sevinçle izledik. Ve şu kanaate vardık, çay değil, karpuz harareti alıyor ve sıcak havalarda soğuk yiyecek ve içecekler harareti düşürüyor. Nasıl ki soğuk havalarda soğuk içecekleri tercih etmeyip sıcak içecekleri tercih ediyorsak, aynı sistemi yaz aylarında da uygulamamız lâzım. Tamamen çay lobisinin sıcak havalarda düşük çay satışı ile karşılaşmamak adına ortaya attığı iddialara kulak asmayın.

Keyfim kâhyasıyla barışırsa Kolpacılığın Tarihi yazılarına devam edeceğim. İkinci yazım “Kışın Dondurma Yenir” başlığı ile edebiyat, sanat ve bilim mahfillerini yerinden oynatacak…

Not: Ortadoğu’da karpuz çekirdeğiyle yenir.

 

Adem Suvağcı

 

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • kayıp , 05/08/2023

    suvağcı, ne mizah ne araştırma. daha sessiz ve içinizden gelen bir yazı yazsanıza bir kere. gerçekten merak ediyorum. bence sizdeki cevher henüz ortaya çıkmadı. bence biz sizin sesinizi henüz hiç duymadık.

    ama tabi yazınız okunuyor mu okunuyor. ona diyecek yok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir