
İnsana dair tanımlardan biri de ahlaki varlık oluşudur. İnsan, özgür iradeye sahip olduğu için, yaptıklarının yanında yapması gerekirken yapmadıklarından da sorumludur. İrade, sorumluluğu doğurur. Bu sebeple, insanın ahlakiliğinden söz etmek, aynı zamanda özgürlüğünden söz etmektir. Çünkü insan, özgür iradesiyle gerçekleştirmediği fiiller dolayısıyla ahlaki bir sıfat kazanamaz. Kendi isteğiyle ortaya koyduğu fiiller ahlaki nitelik taşır ve iyi ya da kötü olmaları da bu iradeye dayanır. Bu anlamda, bir eylemi iradi olarak yapmamayı seçmek dahi ahlaka dâhildir. Yani hiçbir şey yapmamak da ahlak kümesinin bir ferdidir.
Ahlaktan söz etmek, düşünce ile eylem arasındaki bütünlükten ve bu bütünlüğün yöneldiği gayeden bahsetmektir. Ahlak bir varoluş tarzı olup akıl ve iradeyi gerektirir. İnsan, yaptıklarının ardında gaye taşıdığı sürece anlamlı bir bütünlük içinde yaşar. Bu yönüyle insan bilerek seçen ve fiillerine ve hayata anlam yükleyen varlıktır. İnsanı diğer canlılardan ayıran farklardan biri de tercih eden ve anlam arayan varlık oluşudur. Arzu, insanın en güçlü yetilerinden biridir ancak bu arzu akılla yön bulmadığında insanı aşağıya çeker. Bu yüzden insan, duygularının üzerine çıkarak, aklını tercihlerinin rehberi kıldığında erdeme yönelir, aksi halde düşüşe geçer.
Platon’un Gorgias diyalogunda Sokrates; “Davranışı herhangi bir kurala bağlı olmayan insan, toplum içinde akıllı bir varlık olarak yaşayamaz.” der. Kural, ister istemez ahlakı çağrıştırır. Ahlak, kurallar bütünü olup kimi zaman dinin, kimi zaman bireyin, kimi zaman toplumun koyduğu ilkelerden oluşur. Amaç, hayatı yaşanılır kılmak, insan ilişkilerini adalet ve denge içinde sürdürmektir.
İmam Gazâlî, ahlakı insan nefsinde yerleşen bir meleke olarak tanımlar, bu meleke fiillerin hiçbir zorlamaya gerek olmadan, düşünüp taşınmaksızın kolaylıkla ortaya çıkmasını sağlar. Eğer bu meleke iyi fiiller doğuruyorsa erdem, kötü fiiller doğuruyorsa rezilet adını alır. İnsan doğası gereği hem iyiye hem kötüye meyillidir. Bu da ahlakın zorunluluğunu gösterir. Zira insan sırf iyiye eğilimli olsaydı, ahlaka ihtiyaç duyulmazdı. İnsanın bulunduğu her yerde ahlak vardır, çünkü zihin ve özgür irade bunu gerekli kılar.
İnsan eylemlerinde daima bir tekâmül arar. Zihni daha iyiye, daha mükemmele yönelir. Bu yöneliş, ahlaki davranış isteğiyle doğru orantılıdır. Ahlak, iyinin yanında yer almak, iyiliği bilmek ve yaşatmaktır. İnsanın kemali arttıkça ahlakı da güzelleşir, beşer bu yolla insanlaşır. İbn Miskeveyh’in ifadesiyle; “Kimin ayırt etme gücü daha sağlam, düşüncesi daha yüksek ve seçimi daha doğruysa, onun insanlığı o ölçüde mükemmeldir.”
Ahlak aynı zamanda dönüştürme gücüdür. Çünkü insana kendi ufkunu, olması gereken yeri gösterir. Erdemler, insanı kendi hakikatine taşır. Fıtrat itibariyle insan, iyiyi ve güzeli aramaya elverişli yaratılmıştır ancak nefsinin arzularına teslim oldukça bu yöneliş bozulur. Cesaret zorbalığa, cömertlik gösterişe dönüşebilir. Bu nedenle insan, iyiyle kötü arasında gidip gelen bir varlıktır. Bu güç kimi zaman kendini bilmenin imkânı, kimi zaman kendini kaybetmenin başlangıcı olur. İnsan her fiili ile ya iyiliğe ya da kötülüğe yaklaşır ve böylece kendiliğini (kişiliğini) oluşturur.
Pişmanlık duygusu da insanın ahlaki bir varlık olduğunu gösterir. İnsan, eylemde bulunmakla kalmaz, aynı zamanda eyleminin ardından kendisini yargılar. Eylemlerinin arkasındaki sebebi araştırır. Böylece bazen yaptıkları ve hatta düşündükleri sebebiyle pişman olur ve utanır. Pişmanlığı, insanın hata yaptığını fark etmesi olarak tanımlayabiliriz ama bu tanıma yapılmaması gerekeni yapmış olmanın bilincine varmayı da eklemeliyiz. Bu bilinç, insanın içinde doğal bir ahlaki ölçünün olduğuna işaret eder. Hayvanlar, yaptıkları fiillerden sonra dönüp kendilerini değerlendirmez ama insan, yaptığı bir kötülüğün ardından vicdan azabı ve dolayısıyla sarsıntı yaşar. Bu sarsıntı insanın içinde bir mahkeme olduğunu ve yargılayan ve yargılanın aynı kişi olduğunu gösterir. Vicdan ise bu mahkemenin hem hâkimi hem tanığıdır. Dolayısıyla insan yaptıklarının sorumluluğunu hisseden varlıktır. Bu yeti de ahlaki doğasının en belirgin işaretidir.
Ahlak, bir olma halidir. İnsanın iyiye ve kötüye doğru seyr ü seferidir. İyi ya da kötü insan olmak, nihayetinde tercihlerimizin sonucudur. İnsan, seçimleriyle kişiliğini biçimlendirir, yaşamına anlam kazandırır. Erdemler yahut reziletler üzerinden kazandığı bu anlam, kendi dünyasının aynasıdır. Aynasına cesaretle bakan insan kendi gerçeğini görebilir ama genelde herkes teselli edici yalanlara sığınır ve aynasıyla yüzleşmez.
Sulhi Ceylan

