Felsefeye Giriş

Künye: Felsefeye Giriş, Prof. Dr. Ahmet Cevizci, Nobel Akademik Yayıncılık, 5. Basım, 2015, Ankara.

***

İlkçağın ünlü filozoflarından biri olan Platon’a (MÖ 427-347) Atinalılar iki soru sormuşlar. Birinci soru, “İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan iki davranışı nedir?” şeklindeymiş.

Platon tek tek sıralamış: “Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler. Yarınlarından endişe duyarken bugünü unuturlar. Sonuçta, ne bugünü, ne de yarını yaşarlar. Hiç ölmeyecek gibi yaparlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.”

Sıra gelmiş ikinci soruya: “Peki sen ne öneriyorsun?”

Platon yine sıralamış: “Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır. İnsanı insan yapan şey, bir şeylere sahip olmaktan ziyade, olup bitenleri anlamaya çalışmaktır. Önemli olan da çok şeye sahip olmak değil, olabildiğince az şeye ihtiyaç duymaktır.” (Sayfa 2)

Konfüçyüs şöyle diyordu: “Güçlü kişi, zayıf yanını herkesten iyi bilendir; daha güçlü olan kişi ise zayıf yanına hükmedebilendir.” (Sayfa 5)

Felsefe, iyi bir biçimde yanıtlandıkları takdirde insanı bilgeliğe ulaştıracak belirli sorular ve konular üzerinde mantıklı, sistemli ve tutarlı düşünmedir. (Sayfa 7)

Fakat insan, hayvanlardan farklı olarak sınırlarının bilincinde olan yegâne varlıktır. İnsan öleceğini bilir ve sevdiklerinin de öleceğini görür. (Sayfa 10)

Felsefi tevazu, hakikate hiç kimsenin diğerinden daha fazla sahip olamadığı anlamına gelir; o, doğruların hiç kimsenin tekelinde bulunmayıp, araştıran herkese açık olduğunu ifade eder. (Sayfa 21)

Bilincimizin gelişmesi ve bilinçlenmemiz bilgi yoluyla olur. Artur Schopenhaur (1788-1860) bilginin bu yönde değerine dikkat çekerken şöyle diyordu: “Üç tür aristokrasi vardır; birincisi yaş ve kıdem, ikincisi servet, üçüncüsü akıl ve bilgidir. Bunlardan en değerlisi ve şereflisi üçüncüsüdür.” (Sayfa 40)

İnsan için bu kadar büyük bir önem taşıyan bilgiyi, genellikle bilen ile bilinen veya özne ile nesne arasındaki ilişkinin sonucunda ortaya çıkan ürün olarak tanımlayabiliriz. (Sayfa 42)

Bir kültür tarafından geliştirilen ve korunan birikmiş bilgi, o kültürün geleneğini oluşturur. (Sayfa 46)

Buna göre gerçeklik (realite), bilginin veya bilgiyi aktaran önermenin bir özelliği değildir; öznenin, bilme etkinliğinin kendisine yönelmiş olduğu varlığın bir özelliğidir. (Sayfa 54)

Temellendirme, belli bir bilgiyi ifade eden yargı ya da önermelerin, gerekçelendirilmesi ve doğrulanmasından başka bir şey değildir. (Sayfa 55)

Descartes’e göre, her şeyden şüphe eden insan, tek bir şeyden kuşku duyamazdı: Kuşkulandığı sırada, kuşku duymakta olduğundan. Çünkü kuşku duymak, bir faaliyettir; faaliyetler ya da eylemler, dünyada kendi başlarına var olamazlar. Onlar ancak, bilinçli bir insanın faaliyeti ya da eylemi olarak var olabilirler. (Sayfa 61)

Doğruluk, çok klasik bir biçimde, bir yargı ya da önermenin tasvir ettiği olguya, betimlediği gerçekliğe karşılık gelmesi olarak tanımlanmıştır. (Sayfa 63)

Kant’a göre bilginin ham maddesini duyumlar sağlar; zihin bu malzemeyi kavram veya kategorilerle işleyip ona form sağlar. Zihnin işte bu katkısı, bilgiye tümellik ve zorunluluk kazandırır. (Sayfa 69)

Teleolojik dünya görüşü, dünyanın ve içindeki her şeyin bir amacı olduğunu öne sürüyordu; aynı görüş, dünyanın en iyi bir biçimde Tanrı’nın niyetinin anlaşılması yoluyla bilenebileceğini savundu. (Sayfa 79)

Eski zamanlarda bilim adamı-filozoflar bilgiyi “herhangi bir çıkar gözetmeksizin” elde etmek istediler. Onların tek amaçları vardı; içinde bulundukları dünyayı anlamak, evreni anlaşılır hale getirmekti.

Oysa Yeni Çağ’da bilim adamları bilgiyi “sağladığı güç” için istediler. Ünlü İngiliz filozofu Francis Bacon (1561-1626) “Bilgi güçtür.” diyordu. (Sayfa 80)

Kant gerçek bir fenomenalistti. Nitekim şöyle diyordu: “Bizler sırlarla dolu bir evrende bir rüyanın rüyasını görmekteyiz. Gerçekte bildiğimiz hiçbir şey yoktur. Bildiğimizi sandığımız şey sadece olaylardır. O olaylar ki, bilmediğimiz bir nesneyle asla bilemeyeceğimiz bir öznenin birbirlerine olan ilgisinden doğmuştur.” (Sayfa 119)

Buradan hareketle ahlak, “insanların davranışlarını ve birbirleriyle olan ilişkilerini düzenlemek amacıyla oluşturulmuş eylem kuralları, amaçlar ve değerler sistemi” olarak tanımlanabilir. (Sayfa 128)

Kant, ahlaki eylemi, ödeve uygun eylem olarak tanımlar. Ödeve uygun eylem ise ahlak yasasına duyulan saygının zorunluluğuyla gerçekleştirilen eylemdir. İşte bu yasa, insana sahip olduğu ahlaki değerini kazandırır. (Sayfa 161)

İnsanın yöneldiği veya peşinden koştuğu üç temel değer vardır ya da insan zihninin üç temel ilgisi söz konusudur. Bunlar da sırasıyla hakikat veya doğruluk, iyilik ve güzelliktir. (Sayfa 172)

İnsan, oyun oynarken de sanatla uğraşırken de kendisini meşgul eden problemlerden uzaklaşır; âdeta kendisini unutur ve mutlak bir özgürlük içinde var olur. (Sayfa 180)

Güzellik ve iyilik kavramları, en azından insan ruhundaki etkileri bakımından, birbirlerinden farklı olan kavramlardır. Çünkü iyi düşüncesi bir amaca bağlıdır. Bir varlık için iyi olan şey, onun amacına hizmet eden bir şeydir. Oysa güzellik söz konusu olduğunda, amaca yer yoktur. Bir şeyin güzelliğini seyrettiğimiz zaman, onun neye yarayacağını, onun iyi ya da kötü olup olmadığını ve onu meydana getiren parçaları pek düşünmeyiz. (Sayfa 188,189)

Demek ki, güzelliği bir akıl yürütme ile değil de dolaysız olarak ve sezgi yoluyla kavrarız. (Sayfa 189)

Gerçekten de klasik anlayışa göre dünya, ilahî bir amacın şekillendirdiği düzenli bir bütündür. Bu ahenkli ve düzenli nesnel bütünün bir öğesi iyilik ise diğer öğesi güzelliktir. (Sayfa 189)

Aktaran: Mücahit Emin Türk

 

 

 

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir