Güneşin, insanların beynini çamurlaştıracak derecede yüzünü gösterdiği sıcak bir Pazar günüydü. Western filmlerinin vazgeçilmezi olan sıcaktan buharlaşmış ufku bilirsiniz; evet bu Pazar günü o ufuk oradaydı. İnsanlar bıçağı görmüş kurbanlık anlamsızlığıyla -ki bu benzetme de anlamsızdır- oto pazarında bir oraya bir buraya savruluyordu. Sıcak, bıkkınlık, akıl almaz acelecilikle alınan kararlar, su satıcıları, arabalarını övmekle bitiremeyen satıcılar, babalarına arabalar konusunda direten çocuklar. Hele bu sonuncusu en fenasıdır. Tehlikelidir çocuklar.
Pazarın tamamına isteksizlik hâkimken, 93 model mavi Skoda’nın önünde kalabalık bir grup insan toplanmıştı. Arabanın etrafını çembere alan insanların tam da ortasında çetin bir pazarlık sürüyor, verilen ve istenen fiyatlar hararetle havada uçuşuyordu. Parlak takım elbiseli, iri göbekli adam:
– 7500? diye atıldı.
İri göbekli adamın elini sıkıp, anlaşma noktası arayan sıska adam (kaşlarını çenesiyle birlikte en yukarılara götürerek):
– Çıks, imkânı yok. İn sen in.
– 7450?
– Dalga mı geçiyorsun?
– E, eh hadi o zaman 7100, temiz yüzlü adamsın hadi güle güle kullan, al anahtarı.
Babaannemin sandığının anahtarı kadar eski olan araba anahtarı havada asılı kaldı.
– Olmaz, imkânı yok olmaz. Dudaklarını sarkıtıp, omzunu silkeleyerek devam etti; 6750 vereyim olsun bitsin bu iş.
Etrafta toplanan kalabalıktan biri, ayaklarının ucuyla yükselip olanca gücüyle,
– 6950 de olsun bitsin, anlaşın, diye bağırdı.
Kalabalığın içerisinden onlarca, ‘evet, doğru diyorsun’un homurtusu etrafa yayıldı. Arabanın sahibi bu tekliften cesaret alarak vakur bir tavır takınarak göğe baktı ve
– Haydi, Allah söyletti, 6950 olsun al anahtarı git.
Sıska adam hiç oralı olmadan bu yeni teklifi direkt reddederek, olmaz, dedi.
Satıcı öfkeden kabararak dişlerini sıktı, sıktı ve sonunda dayanamayıp,
– Eh sıktın ama olmazsa olmaz o zaman. Haydi, selametle, diyerek müşterisinin elini fırlatıp attı. Sıska adam, arkasına bile bakmadan çevik bir hareketle kalabalığı yararak oradan uzaklaştı. Satıcı pek de umursamayarak arabanın kaputuna dayandı ve gömleğinin cebinden sigarasını çıkararak yaktı. Sıskanın gidişinin ardından bir umut birkaç saniye bekleyen kalabalık başka bir pazarlık olmayacağını anlar anlamaz homurtularla arabanın etrafından dağıldı. Kalabalığın ardından sadece bir baba ve dizlerine kadar gelen oğlu kalmıştı. İkisi de alık alık Skoda’ya bakıyordu. Çocuk sol elinin işaret parmağıyla arabayı gösteriyor, babası da oğlunun ense tarafındaki saçlarla oynuyordu. Sigarasını dudağına götürdüğü esnada baba ve oğlunu gözlerinin kenarıyla gören satıcı hafifçe gülümsedi.
Baba, ağır adımlarla arabanın etrafında şöyle bir tur attıktan sonra çekingen sesle satıcıya döndü (oğlu babasının pantolonuna yapışmış, yalvaran bakışlarla bir babasına bir satıcıya bakıyordu):
– Az evvel ne kadar demiştiniz bu arabaya?
– Nasıl?
Öksürerek ses tellerini düzeltti ve:
– Ihım, az evvel diyorum, ne kadar demiştiniz arabaya? Satıcı, istifini bozmadan gevşek bir ağızla:
– 7500 demiştim. Ne oldu, alacak mısın?
– Şey, e… Az önceki pazarlığın sonundaki fiyatı sormuştum ben.
– Kaç demiştim ki?
Satıcı bal gibi kaç dediğini biliyordu.
– 6950 demiştiniz.
– Ha, evet. 6950. 6950 demiştim evet. Ne olmuş? O fiyattan mı alacaksın?
– Yani. Sizin için bir problem olmazsa.
– Aslında haklısın. Bir daha pazarlık faslını yapmaya gerek yok. Çocuğa baktı ve devam etti, hadi oğlunun hatırına 6850 olsun bari. İkimizin de işi görülsün.
Baba ve oğlun gözleri birleşti, gülümsediler.
– Gerçekten mi? dedi baba. Oldu o vakit. Anlaştık.
– Sürmeyecek misin arabayı? Denemek için?
– Neden olmasın bakalım yürürken nasıl.
Satıcı arabanın anahtarını adama verdikten sonra hep birlikte arabaya bindiler. Araba bir problem yaratmadan ilerliyordu. Baba gülümseyerek arabanın sesine kulak veriyor, direksiyonu okşuyordu. Çocuk da arka koltuktan babasını dikiz aynasından gözetliyor, ara ara arabanın içerisini kontrol ederek bu yeni büyük oyuncaklarını tanımaya çalışıyordu. Bu mutlu tablonun arasına satıcının tok sesi girdi:
– Nasıl? İyi değil mi?
– İyi gerçekten. İyi de bir fiyata anlaştık. Çok güzel.
Arabayla araba pazarının etrafında bir tur daha attıktan sonra arabadan indiler ve arabanın satışı konusunda tamamen anlaşmaya vardılar.
– Yarın buluşur, satış işlemlerini de gerçekleştiririz.
-Olur olur.
– Haydi hayırlı olsun, Allah kazasız belasız kullanmayı nasip etsin.
– Amin amin.
Baba ve oğul arabaya atlayıp heyecanla evlerine doğru yola koyuldular. Arabanın kaldırdığı tozun arkasından satıcı, elleri belinde, giden arabaya baktı. Muzaffer bir edayla sucuyu çağırdı. Şişenin kapağını açtı, bir çırpıda içti. Ağzını kollarıyla sildiği sırada karşısında evvelce pazarlık yaptığı sıska adamı buldu, gülümsedi:
– Ulan sinek. Allah seni gavur etmemiş iyi ki, memleketin başına bela olurdun yeminle. Sen ne hınzır, ne pis adamsın be. Nereden geliyor bu çakallıklar aklına? 6500’lük arabayı 6850’ye sattık sayende. Bir de adam gelmiş senin indirdiğin fiyatı verecekti, kah kah kah. Acıdım da 100 lira daha indirdim. Ulan sinek, ulan sinek.
Satıcı, kolunu Sinek’in omzuna attı:
– Hadi gel de seni Galata’ya götüreyim, güzel bir balığı hak ettin.