İki dakika farkla kaçırdığım vapurun ardından akşam saatinin mağdurlarından olmamak için hızlıca iskelenin içine daldım. Etrafa göz attığımda, elli yaşlarında birinin oturduğu sandalyenin yanındaki yer müsaitti, oraya oturdum. Yanımda taşıdığım kitabı tam açıp okuyacaktım ki, yanımdaki amcanın saati sormasıyla her şey değişti. Sohbete eğilimi olan bu amcanın 3 çocuk sahibi ve uzun süre ticaretle iştigal etmiş biri olduğunu öğrenmem iki dakika dahi sürmemişti. Farklı bir hayatı yoktu ama halinden memnundu, konuşmayı da seven biriydi. Sonrasında, sıra benden bahsetmeye gelmişti:
— Eee, ne iş yaparsın delikanlı?
— Çalışıyorum amca, reklam sektöründeyim.
— Hangi okulu bitirdin bakalım?
— Sanat Tarihi mezunuyum.
— Ne mezunu?
— Sanat Tarihi!
Bu aşamadan sonrası için geçecek sohbetle hayatım boyunca belki de onlarca kez karşılaşmıştım. Bazen bölümümü tanımlama gayretim bana ‘mezuniyet sonrası bölüm temsilcisiymişim’ hissiyatı verirdi. İşte o anlardan biri de bu sohbette cereyan etti:
— Oğlum, o bölüm ne öyle, sanat neyi?
— Tarihi.
— Nasıl bir bölüm o?
— Sanat eserleriyle alakalı olan bir bölüm, camiler, çeşmeler, eski el sanatı eserler… Bunların tarihiyle alakalı.
— (Hafif tebessümle) Anladım şimdi.
— Anlayacağın kişilerin tarihi değil de eserlerin tarihini işledik biz.
— Ne iş yapar onlar bakayım?
— Müzelerde, vakıflar bünyesinde ki kurumlarda çalışır genelde.
Derken sözüm bitmeden,
— Bırak onu sen bırak şimdi, iş oluyor mu, onu de bana?
Kırmama gayretiyle devam ettim:
— Yani bulanda olur; bulmayanda, nasip işte,
— Sen bulamamışın, işte reklamcı olmuşun!
Bu dakikadan sonra imdadıma vapur için açılan kapı yetişti, kibarca müsaade isteyip hızlıca vapura bindim, aksi halde cevap vermeye zorlandığım kısımla karşılaşacaktım. İçeri girdim ve kuytu bir yere oturdum ancak çok zaman geçmeden okuduğum bölümle dertlenmiş amca kibarca selam verip yanıma oturdu, kaldığımız yerden devam edecektik, kaçış yoktu. Neyse ki sohbet bir süre benim bölümümden uzaklaştı ama…
— Şimdi de bakayım, ne yapacaksın ilerde?
— Yapıyorum mesleğimi işte, artık mesleğim bu amca.
— Reklamcı?
— Evet, imkânım olsaydı okuduğum bölümle alakalı mesleğimi yapardım ama olmadı.
Amca hafif gülerek:
— Yavv olur mu? İyi ki yapmamışsın, seninki ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satmak olurdu oğlum.’
Derken başımdan kaynar sular döküldü! Bu muhtereme verilecek en güzel cevabı biliyordum aslında, ama susmalı ve sakin olmalıydım, neticede bu ilk değildi.
Bundan sonrası benim açımdan çok iyi bir sonla bitmiyor, zaten gerisini de anlatmaya lüzum yok ama yine özetle söyleyeyim, amcanın kalbini hiç kırmadım. Sonrasında, haklı olduğunu hissetmesi gereken cevapları verdim ona. Bu duygulara ihtiyacı vardı onun ve inanıyorum ki niyeti de kötü değildi.
Aslında Sanat Tarihi mezunları Müslüman mahallesinde salyangoz satmak için yetişmez. Ancak sanat eserleri, kavram ve idrak noktasında ne zaman zihinlerde doğru yer edinir ve ne zaman bu tekel belli bir kesimin entelektüel algısından sıyrılırsa, işte o zaman işimiz kıymetli olur.
Hadiseye benim tarafımdan bakarsak, bölümümle alakalı hiçbir şey öğrenmediğimi farz etsek bile; insanları idare etmeyi öğrendiğim kesin.