Kapı Sesi

Yazarımız Mehmet Erikli, son öykü kitabı ‘Bohem Apartmanı’dan bir öykü ile karşınızda…

***

Sabahın en kör vaktinde, kapı çaldı, belki sonra bir telefon sesi de duydum ama bu ses hiç “Acı acı” gelmedi kulağıma. Göz kapaklarım yüzüme yapışmıştı, küçük bir aralığım bile yoktu. Kör kütük yatağımdan düştüm önce ve ardından, üstüm başım rüya içinde, elimi yüzümü de yıkamadan kapıya doğru yöneldim. İçimden “Kim bu saygısız?” diye geçirdim, belki kapıyı açtığımda karşımda duran her kimse, yüzüne doğru okkalı bir yumruk geçirebilirdim. Evet evet… Asla hatırlayamayacağım buğulu rüyalardan birinin daha esiri olarak karşınızdayım. Başka ne olabilir? Zilime basılmamış da olabilir, telefonum çalmamış kabul edilebilir. Kapıyı açtım. Bingo! Yok, yok sütçü… İyi de ben süt içmem ki. Benim süt almadığımı, mahalleye her sabah gelip erkenden herkesin kapısını aşındıran bu sütçü bilmiyor mu?

–           Benim süt sevmediğimi bilmiyor musun be adam?

–           Süt almadığınızı biliyorum fakat sevmediğinizi bilmiyordum. Belki bu sabah alırsınız diye düşündüm beyim.

–           Ben bey değilim! Sen de haklısın. Benim sütü sevmediğimi nereden bileceksin ki? Neyse sen bana bir litre süt ver. (Sütçü kazandı. Sütü sevmediğim halde bana süt satmayı başardı. “Belki alırsın” dedi. Aldım gitti.)

–           Hay hay beyim.

–           Bak hala bey diyorsun bana. Kes şu ifadeyi!

–           Nasıl isterseniz. Tencereniz var mı?

–           Biraz beklersen getiririm.

Sütçü, bir litre sütü tencereye döktü. İçecek değildim ya, mahalleye çıkıp kedi aramaya başladım. “Gel pisipisi, gel pisipisi” diye diye aşağıya yukarıya gidip gelip bütün mahalleyi arşınladım. Artık mahallemin kaç karış olduğunu biliyorum. Nerede bu kediler? Başım döndü dolanmaktan derken sarı bir kedi, ayaklarıma dolanmaya başladı. “Miyavlamaları” çok mutlu ediyor beni. Anlatamam. Zaten anlatsam da çok sahici olmaz. Bir kediye kulak vermeniz şart. İçimden ona Sarman demek geldi. Çok geçmeden alışıverdi bana. Kediler çok sıcakkanlı. Tencereyi olduğu gibi kenar bir yere koyup, Sarmanı da birazcık sevip, eve döndüm. Eve doğru gidiyorken, “Acaba telefon hâlâ çalıyor mudur?” diye düşündüm durdum. Eve geldiğimde, üzerimde hiç olmadığı kadar ağırlık vardı. Şimdi bu ağırlığı nasıl hafifletebilirdim? Üzerime abanan bu ağırlık beni felç edebilirdi. Gereğinden fazla evhamlı bir adam oldum. Nasıl yani? Evham gerekli bir şey mi ki ben “Gereğinden” fazla olduğunu söylüyorum? Hiç bir şey yapmadan yatağıma doğru gittim. Sadece uyumak istiyordum. Rüyama kaldığım yerden devam edebilir miydim? Bunu deneyecektim.

Akşam

Gözümü araladım. Her bir yan zift gibi. Ne çabuk oldu akşam? Sanki kapı çaldı. İyi de beni kimse arayıp sormaz ki. Şimdi hiç rahatımı bozamam. (Aslında bu tembellik uyumaktan yatağa yapıştığımdan dolayı yakamdaydı. Onu yakamdan silkip atsam iyi olacaktı çünkü yatağın yayları yavaş yavaş sırtıma batmaya başlamıştı bile. Anlayacağınız rahatım çoktan yerini derin bir rahatsızlığa bırakmıştı.) Belki gene sütçü gelmiştir. Sabah sütünden sonra, “Uyku sütü” satıyordur şimdi de. Kapı ziline ikinci defa uzun uzun basılınca, sanki beynimin içinde gerçekte hiç görmediğim, korkutucu rüya kahramanları gürültülü bir şekilde “Yakar Top” oynamaya başladı. Bu nasıl bir şey böyle, çıldırıyor muyum? Belki kapım hiç çalmadı ve süt almadım ve kediye de süt vermedim. Belki sabah hiç olmadı. Şimdi vakit akşam da olmayabilir. Belki, belki, belki… Bu kadar şüphe ne diye? Olacak gibi değil. Kapı şimdi de yumruklanıyor; kırılmak üzere. Kör topal yatağımdan kalktım, nasıl olduysa hiçbir lambayı yakmadan kapıya kadar geldim. Kapıyı açtığımda ise karşımda telaştan ikiye bölünmüş haliyle yan komşum Nedim duruyordu.

–           Ne oldu Nedim?

–           Hiç sorma.

–           Sordum bir kere.

–           Kedim Sarman ortalarda yok.

–           Sarman mı? Sarı tüylü kedi mi?

–           Evet. Bütün mahalleye sordum. Sabah seni süt verirken görmüşler. Keşke ilk sana gelseydim.

–           Bir de kapı komşum olacaksın. Tabii bana gelecektin. Ama kedi nerede bilmiyorum. Bu sarı kedi senin miydi bu arada? Ben onu bu mahallede ilk defa görüyorum.

–           Evet benim. İki gün önce yakın bir dostum Fransa’dan getirdi. Hediye…

–           İki gündür uyuduğum için görmemiş olmam doğal.

–           Evden kaçıvermiş…

–           Dur telaş yapma. Kuş mu ki bu bir daha bulunmasın? Ayakları yere basıyor, uçup gidecek değil ya. Sabah süt vermiştim evet. Ama sonra eve döndüm ve nerede olduğuna dair hiçbir çıkarım yapamayacağım.

–           Cins kediydi. Nasıl kaçar ya…

–           Cins kedi işte… Kaçmış Nedim, sana bir şey olmasın. Döner bakarsın.

–           Neyse ben biraz daha bakınayım etrafa.

–           Sen bilirsin.

Garip bir şekilde üzülmeye başladım ben de. En az Nedim kadar hem de. Ama o kadar üzülseydim evden çıkıp aramaya başlardım. Kendime yalan söyledim gene. Offf!

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir