

Bazı izlerin keskin hatları vardı, bazıları sadece diğerlerinin yanında olduğu için belirgindi, tek başına olsa fark edilmezdi bile. Bazılarına bakarak o damlanın o yüzeye ne kadar sert düştüğünü, hangi hızla süzüldüğünü, güzergâhını, menzilini tahmin edebilirdiniz, bazıları sanki düşer düşmez kurumuş…
Camdaki lekeleri ağaçlara, bulutlara, ırmaklara, evlere, sokaklara, bahçelere benzetiyordu ki kayboldular birden. Lekeler kaybolunca camın ardındaki çiçekli elbiseyi gördü. Keşke aynı yere bakarken başka şeyler görmenin bir adı olsa. Gözlerini hiç kıpırdatmadığı, camın ardına bakmayı düşünmediği halde gözlerinin görmeyi tercih etmesinin bir adı… Çiçekli elbiseyi gördü, gülkurusu rengindeydi, üzerindekiler de kurumuş güllerdi galiba. Çok güzeldi. Çok güzel olduğunu düşününce çiçekleri ve çiçekli elbiseleri sevmediği geldi aklına.
Ama ablam severdi. Ablası severdi. Bunu hatırlayınca camı ve camın ardını görmeyi bırakıp camdaki yansımasını gördü. Eyvah, dedi. Yani eyvah demedi ama eyvah diyenlerin panik halleriyle elini cebine attı. Koli bandına benzeyen simsiyah bandı, bu bandın bir adı varsa da bilmiyor, şuradaki deyince veriyor kırtasiyecinin kızı, aldı. Cama yansıyan gözlerinin üzerine yapıştırdı, ayak parmak uçlarına baktı. Cama tekrar bakmadı, biraz önce yürüdüğünün tersi istikamette yürüdü.
O acelesiz ve tedirgin yürürken az önceki mağazadan bir genç çıktı, yakasındaki karta bakılırsa mağaza çalışanlarından biriydi. Bazı ses ve kelimelerle durdurmaya çalıştı onu. Hişt, dedi, pişt, dedi, bayan, dedi, “bayan”ı biraz kaba bulmuş olmalı ki hanımefendi diye düzeltti, bunu daha yüksek sesle söyledi. O hiçbirini duymamış ya da üzerine alınmamış gibi yürümeye devam etti. Genç, kadının dikkatini çekebileceğine dair umudunu kaybettiğinde söylendi kendi kendine, “İzi kalmaz inşallah, yoksa ne deriz Mustafa Bey’e”. Mustafa Bey -anlaşıldığı üzere- hesap sormayı seven patronlardandı. Belki de patron değildir, mağaza müdürü filandır. Öyleyse daha kötü, sorulacak hesaplar silsilesi…
Genci başından beri duyduğu halde son cümleye kadar yürümeye devam etti, son cümleyi duyunca merhamet edip duraksadı. Sağ omzunun üzerinden gence bakacağı sırada önünde bulunduğu başka bir mağazanın camında karşılaştı kendisiyle. Hiç düşünmeden çıkardı simsiyah bandı ve yapıştırdı camdaki gözlerinin üzerine.
Gence bakmaktan vazgeçip yürümeye devam etti. Birkaç adım atmıştı ki camına siyah bant yapıştırdığı ikinci mağazadan çıkan, ilk mağazadan çıkan genç kadar hâlim olmayan hatta kaba demekten hiç çekinmeyeceğimiz adam bağırdı, “Ne yapıyorsun abla, daha dün sildirdim ben bu camları!”. Haklıydı, dün sildirmiş olmalıydı, camlarda hiç çamur izi yoktu. Haksızdı, kaba davranmıştı. Adam bağırdı da bağırdı, söylediklerinin çoğu anlaşılmadı.
Yürüdü, bu defa aceleci ve tedirgindi. Kaba adam bağırınca herkes ona bakmıştı, umurunda değildi. Kimse bilmiyordu ne kadar suçlu olduğunu. Bildikleri tek suçu, ki buna suç denirse, mağazaların camlarına siyah bant yapıştırmaktı. Bu da onu göz hapsine alıp her hareketinden bir anlam çıkarmalarına yetmişti. Birileri, ben daha önce de görmüştüm bu kadını, dedi. Başkaları, meczup galiba, dedi. Hakkında çeşitli trajediler uyduruldu. Bazıları anlatırken öyle detaylar verdiler ki dinleyen kalabalık ânın şehvetine kapılmasa, bu bilgilere nasıl sahip olunabileceğini sorgulardı. Yapmadılar. Gözden kaybolana kadar hakkında konuştular, sonra başka şeyler konuşmaya başladılar. Zaten hep böyle olur, sokaktan yeni meczuplar geçer, gündem çabuk değişir.
Çiçekçinin önünden geçerken adımları yavaşladı. Yeni sulanmış çiçeklerin güneş altındaki parıltısı içinde umut filan uyandırmadı. Köşedeki, diğerlerinden ayırılmış, solgun çiçekleri görmeseydi durmazdı da. Saksıları düzenlerken bilmediği şarkılar mırıldanan kıza seslendi, bunlar ne kadar? Kız, ona, işaret parmağına, köşedeki solgun çiçeklere sırayla baktı. Gülümsedi, onları satmıyoruz abla, çöpe atmak için ayırdık.
Ayak parmak uçlarına baktı, gülümsemedi, gülleri de mi? Evet, dedi kız, isterseniz alabilirsiniz. Yine gülümsemedi ama yüzüne bakan mutlu olduğunu anlardı, teşekkür ederim, dedi. Eğilip onca çeşit çiçeğin arasından gülleri ayırdı, bir kucak dolusu gülle ayağa kalktı. Sabahki gülkurusu elbise, geri dönmeye karar vermişken karşısına çıkan bu çiçekçi, bir kucak dolusu solmuş gül… Boşuna olamazdı. İşaretlere inanırdı, işaretlere benzeyen şeylere de.
Az evvel meczup damgası yediği sokaklardan tekrar geçmesi gerekecekti. Onun bir katil olduğunu bilmeden, ona deli diyerek aşağılayabileceğini sanan kalabalığın arasından… Katil… İnsan bu kelimeyi içinden bile geçirmemeli. İç sesine de siyah bantlar yapıştırmak istedi. Olmazdı. Zaten olsaydı böyle olmazdı.
İnsanlar çocukları daha bebekken iç seslerine siyah bantlar yapıştırsalardı… İç sesleri hiç kötülük fısıldayamazdı böylece. En azından annem benimkine yapıştırsaydı… Ablamı öldürmezdim böylece. Gazetelerdeki elleri kelepçeli adamların gözleri gibi… İç sesime siyah bantlar yapıştırıp yapacağım ve insanlara bulaştıracağım bütün kötülükleri engelleseydi… Böyle olsaydı iç sesimin şaka yapası gelmezdi hem, ben elimdeki suyu dökmezdim parkelere, ablam o suyun üzerine basıp… Annem iki evladından birden olmazdı.
Diğer insanlara kötülük bulaşmasın diye kapatırlar kötü adamların gözlerini, simsiyah bantlarla. Çünkü kötülük gözlerden bulaşır, bunu gazeteciler de bilir.
Düşündüğü gibi olmadı, kalabalık dağılmış sokaktaki insanlar değişmişti. Sakin sakin geçti sokaktan. Tanırlarsa, bir şey derlerse ne yaparım, ne derim diye düşünmedi. Tek bir şey diyebilirdi zaten, özür dilerim.
Mezarlığa geldiğinde adımları hâlâ yavaştı. Hemen ölüverdiği için ablasına içten içe kızmıştı hep. Bu kadar suçlu hissettirdiği ve bu ağırlığı ona miras bıraktığı için de. Çok özlemişti. Özlemek bütün suçlardan ve kızgınlıklardan büyüktü. Ablasının mezarının tam karşına geldiğinde kollarının gücü gidiverdi, kucağındaki kuru güller serpildi yerdeki su birikintisinin üzerine.
Eğildi, dördüncü gülü eline alırken suya yansıyan gözlerini gördü. Ayağa kalktı, cebindeki bandı çıkarttı, önce ayak parmak uçlarına, sonra ıslanmış kuru güllere, sonra da elindeki simsiyah banda baktı.
Şadiye Sare Kaplan
4 Yorum