mehmet raşit küçükkürtül’ün bu yazısını bir tartışma ortamı oluşturmak adına yayımlıyoruz. Çünkü “müsademe-i efkârdan barika-i hakikat doğar” yani fikirlerin çarpışmasından hakikat şimşekleri çakar. Farklı bir görüş sunmak yahut bu yazıyı eleştirmek isteyenlerin metinlerini bekliyoruz. (Editör)
***
diyânet işleri reisi mehmet görmez’in bir gazetede yer alan ifadelerine göre ankara’dan büyük bir matbaa diyânetçe satın alınmış ve yirmi dört saat aralıksız kur’ân-ı kerîm tab’ edilecekmiş. mehmet görmez, dünyanın dört bir tarafına mushâf-ı şerîf göndermek için matbaayı satın aldıklarını söylüyor ve birçok müslümanın mushâf-ı şerîfe ulaşmak, onu elinde bulundurmak husûsunda mahrûmiyet yaşadığına misâller getiriyor, projelerinin gerekçesini îzah ediyor: “hâfızlar ezberliyorlar sonra su ile yıkıyorlar, ikinci âyeti yazıyorlar. bu şekilde hâfızlığa çalışan afrika’da binlerce, yüz binlerce çocuk var. mushaf yok, kur’ân yok ellerinde. böyle bir dünyada, matbaada bir düğmeyle yüz binlerce kur’ân’ın basılabildiği bir dünyada bundan mahrûm olan insanlar var. biz diyânet işleri başkanlığı olarak diyoruz ki, ‘dünyâda elinde ve evinde kur’ân’ı olmayan hiçbir müslüman kalmasın. herkese biz ulaştıralım.”
gazetenin haberinde devamlı şu satırlar da var: bir gece belarus’un ivya köyünde kaldığını hatırlatan görmez, sabahleyin kalktığında evin önünde bir kuyruk gördüğünü anlattı. hocaya kuyruğun ne olduğunu sorduğunu ifade eden görmez, “dedi ki, ‘hocam, köylülerimiz sizin bana bir kuran getirdiğinizi duymuşlar. iman ettikleri kitabı hayatlarında bir defa görmek, öpmek ve baş uçlarına koymak için evimin önünde kuyruk oluşturdular.’ onun için bu konuya millet olarak öncülük yapmalıyız” diye konuştu. ( “24 saat sadece kur’ân-ı kerîm basılacak” sabah gazetesi, 5 kasım 2015)
anadolu ajansında gördüğüm bir başka haber daha var ki bu konuda zikredilirse meselenin daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum. 25 ocak 2016 tarihli haberin başlığı “diyânet’ten pasifik okyanusu’ndaki adaya kur’ân-ı kerîm” haberin metni şöyle:
tdv, diyânet işleri başkanı prof. dr. mehmet görmez’e ulaşarak kendisinden kur’ân-ı kerîm talebinde bulunan yeni kaledonyalı müslümanlara kur’ân-ı kerîm gönderildi. tdv mütevellî heyeti ikinci başkanı mazhar bilgin, “hediyem kur’an olsun” projesi kapsamında dünyanın dört bir tarafındaki müslümanlara hediye kur’anlar ulaştırdıklarını söyledi. bilgin, görmez’den “biz yeni kaledonya’da yaşayan bir grup müslümanız, elimizde hiç kur’ân-ı kerîm yok. bize fransızca meâli olan birkaç kur’ân-ı kerîm gönderebilir misiniz?” yazılı bir mail göndererek kur’ân-ı kerîm talebinde bulunan yeni kaledonya müslümanlarına nasıl ulaştıklarını şöyle anlattı: “yeni kaledonya, avustralya kıtasının doğusunda bir bölge. ülkemize binlerce kilometre uzaklıkta yeni bir müslüman topluluğa ulaşmanın heyecanını yaşadık. oradaki müslüman derneğinden bir yetkili ile yazışmalar yaptık. türkiye’den direkt uçuş yoktu. fransa aktarmalı yaklaşık 20 saati aşan bir yolculuğun ardından 100 adet fransızca mealli kur’ân-ı kerîmleri bölgeye ulaştırdık. yeryüzünde iyilik egemen oluncaya kadar sürecek yolculuğumuzda yeni kaledonya durağında yeni bir bölgeyle, yeni bir müslüman topluluğa milletimizin emânetini ulaştırmanın mutluluğunu yaşadık.”
“hediyem kur’an olsun” projesi kapsamında, bugüne kadar, yurt içi 16 bin 452, yurt dışı 196 bin 559 adet olmak üzere toplamda 213 bin 11 adet kur’ân-ı kerîm hediye edildiğini vurgulayan bilgin, bağışların parasal değerinin yurt içi 131 bin 613 lira, yurt dışı ise 2 milyon 358 bin 709 lira olmak üzere toplamda 2 milyon 490 bin 322 lira olduğunu bildirdi. (anadolu ajansı, 25.01.2016, muhabir: aynur ekiz)
yukarıdaki iki haberi yan yana getirip okuyunca genelde insanların zihninde müspet kanaatler oluşup diyânet riyâsetinin faaliyetine iyi gözle bakacaklardır. elbette mushâf-ı şerîf’in müslümanların eline ulaşması iyi bir şeydir. hele bazıları ihtiyaç duyup, tedarik etmek isteyip de ulaşamıyorsa onlara ulaştırmak çok daha güzel bir iştir. üstelik avustralya kıt’asının bir ucundaki müslümanların malezya, endonezya gibi vâsıta imkânları daha kolay, daha çok olması muhtemel ülkelerle değil de türkiye ile irtibat kurmayı seçmeleri de mühimdir, mânidârdır. ancak meseleyi sâdece bu kadarıyla ele almak gözümüze büyük bir gaflet perdesini çekmek olur kanaatindeyim. bu meseleyi değerlendirirken kur’ân-ı kerîm’in hıfzedilmesini ve bizden sonraki nesillere nakledilmesi işini düşünerek hareket etmek mecburiyetindeyiz. bir de türkiye’nin kur’ân-ı kerîm ile irtibatının zayıflatılması ve kopartılması vechesinden bakmalıyız konuya.
eğer kur’ân-ı kerîm hâfızlığı ve bizden sonraki nesillere nakledilmesi vechesiyle bakacak olursak diyânet riyâsetinin yaptığı iş, bilerek veya bilmeyerek, dolaylı da olsa “kur’ân-ı kerîm’in yeryüzünden silinmesi için atılan bir adım” olarak yorumlanabilir. elbette diyânet’in buna gücü yetmeyecektir, itikâdımız odur ki kur’ân-ı azîmüşşân rabbimizin koruması altındadır. ancak yine de diyânet’in işi buna müteveccîh bir adım olarak ele alınabilir. diyânet riyâsetini işgâl eden mehmet görmez’in dediği durum afrika’da câridir. sudanlı, somalili, moritanyalı birçok müslümanın elinde mushaf yoktur. sudan’ın bazı şehirlerinin nüfusunun yarıdan fazlası hâfızdır. hâkezâ moritanya ülkesinin bütün nüfûsunun yarıdan fazlası da öyledir ve ellerinde mushaf yoktur. mehmet görmez’in tarif ettiği şekilde, levhalara ezberleyecekleri âyetleri yazıp hıfzetmek akabinde de levhayı yıkayıp hocalarının söylediği âyetleri levhaya işlemek ve ezbere devam etmek sûretiyle çalışıyorlar. ama bu bir mahrûmiyet midir, imkân mıdır? mehmet görmez’e göre mahrûmiyettir. fakat hatırlamak gerekir ki resûl-i ekrem (sallalâhu aleyhi ve sellem) ile güzîde arkadaşlarının yanında da mushâf-ı şerîf yoktu. ama muhakkak ki kur’ân-ı kerîm onların yanındaydı. ashab, âyetleri ezberlemek ve hayatlarına tatbik etmek için yedişer, dokuzar veya onar âyet ezberliyordu. hazret-i ömer (r.a.) bakara sûresi’ni hıfzetme işini 10-12 yılda tamamlamış ve işin sonunda bir deve kurban etmiştir. afrika’da müslümanlar da bire bir ashâb-ı kirâm gibi yapıyor diye iddia edecek değilim. fakat en azından ashab’ın resûl-i ekrem’den tâlim ettiği yolu sürdürüyorlar. onların mushâf-ı şerîf ile ezber yapmalarını temin etmek için çabalamak büyük bir hata değil midir? hatta ahmaklık, ihanet diye yorumlanamaz mı? eğer onlar da bizim gibi matbaaya mahkum kalırlarsa müslümanların elinde ikinci bir yöntem kalmamış olacaktır. bu ihtimal düşünülmemiş ise ahmakça hareket edilmiş olur, bu ihtimal düşünülmüş ise ortada bir ihanet var demektir. inşallah oradaki müslümanlar da mushâf-ı şerîf ellerine ulaşsa bile kendi metotlarını tatbik etmeye devam edeceklerdir diye tahmin ediyorum. eğer afrikalı müslümanların metotları yok edilirse kur’ân-ı kerîm’i matbaadan başka nakleden vasıta kalmaz. insandan insana nâkil ile ezberin, yazmak sûretiyle ezberin devam etmesi büyük bir zarûrettir. müslümanların makinaya mahkûm edilmemesi gerekir. batı medeniyeti zaviyesinden düşünülürse onlar mahkumiyete sevineceklerdir. çünkü onların getirdiği, kurduğu bir dünyaya, bir kültüre ait yöntem tercih edilmiş olacaktır. onlar tahripçi, soykırımcı bir tavra sahip oldukları için dünyanın geri kalanında kendi anlayış ve hayat tarzlarını icbar ile yerleştirmeye devam ediyorlar.
işin bir başka vechesi daha var. mehmet görmez’in sözünü ettiği afrika’daki müslümanlar, kur’ân-ı kerîm’i hıfzederken levhalara yazmaya mürâcaat ettikleri ve fasih arapçayı öğrendikleri için ezberden yazmasını da biliyorlar. belki de bu husûsiyetleri itibarıyla dünyadaki diğer müslümanlardan da ayrılıyorlar. somali’de, moritanya’da temâyüz etmiş bir hâfız, kur’ân-ı kerîm’i ezberden hem yazıyor hem de okuyabiliyor. türkiye’deki hâfızlar mushaf’tan ezber yapıyor ve önlerine kâğıt kalem koyduğunuzda ezberledikleri âyetleri kâğıda yazamıyorlar. belki mushafa baka baka yazabilirler ama önlerinde sadece kâğıt kalem koyduğunuzda yazma konusunda yaya kalırlar. çünkü hem yazarak ezberlemiyorlar hem de arapça bilmiyorlar. afrika’daki hâfızların vasfı da bundan ötürü daha yüksek ve kıymetli. binâenaleyh, onların metotlarını yok edecek işlerden, hamlelerden sakınmak gerektiği gibi onların metotlarını furya haline getirmek gerekir. bütün müslümanlar, onların metotlarını almalı, hâfızlarını onlar gibi yetiştirmelidir. daha uzun, daha meşakkatli bir safahatı vardır fakat daha sağlam ve yerindedir.
bilindiği gibi kıyâmete yakın kur’ân-ı kerîm yeryüzünden iyice silinecektir. bu “yeryüzünden silinme” işinin, kur’an’ın ahkâmıyla hareket etmemek olduğu öteden beri yazılır, söylenir. doğru bir anlayıştır da, bu yazılıp söylenen. ancak bu yoruma, ele aldığımız konuyu da ilâve etmek gerekir kanaatindeyim. diyanet’in bu faaliyetiyle bir mushaf bolluğu, akabinde mushafa bir alakasızlık doğması ve kur’ân-ı kerîm’e duyulan hasretin ortadan kalkması beklenecek tehlikelerdendir. üzerine bir de kur’ân-ı kerîm’in nakledilmesindeki yazıya dair husûsiyetlerin, metotların yok edilmesi de var ki endişemizi katmerlendirmektedir. somali’de, sudan’da, moritanya’da iç savaş vs. gibi sebeplerle katliam yapanların kur’ân-ı kerîm’e karşı yapılmış bir katliam olduğunu da düşünmek gerekir.
bir diğer mesele de türkiye’nin kur’ân-ı kerîm’le irtibatının azalması, hatta ondan kopartılması vardır ki mevzuyu tavzih etmek için hatırlamak icap eder. türkiye’de matbû mushafa 1875’e kadar razı olunmamıştır. sultan abdülhamid, 1875’te ahmet cevdet paşa’yı matbû mushaf için vazifelendiriyor. bu teşebbüsün sebebi olarak, rum ve ermeni matbaacıların mushaf-ı şerif tab’ etmeye kalkışmaları öne sürülür. iddiaya göre gayrımüslimlere mani olmak için bu işe girişilmiştir. bu da efrâdını cami ağyarını mani bir surette tetkik edilmeye muhtaç bir meseledir. türkiye hangi şartlarda, niçin matbû kur’ân-ı kerîm’e geçmiştir? matbû mushaflardan sonra esas büyük darbe, kur’an hurûfûtının terk edilip latin harflerine geçilmesidir. vurulan bu darbeden sonra yetişen nesiller kur’ân-ı kerîm ile mushâf-ı şerîf’in farkının ne olduğunu bilemeden büyüyorlar. kur’ân-ı kerîm’in itikatla alakalı hususiyetlerini, meselâ onun rabbimizin ezelî ve ebedî ilminden bir cüz olduğu gibi, bilmiyorlar. türkçenin kur’ân-ı kerîm harfleriyle yazılmayışı, yeni nesillerin her gördükleri kur’an hurûfâtını arapça zannetmeleri gibi bir garabeti doğurdu. bugün, yaz tatillerinde câmiye kur’ân kursuna gitmeyen çocukların kur’ân-ı kerîm’i tanıma konusunda avrupa’da büyüyen bir çocuktan pek bir farkı olmuyor. bizler, kur’ân-ı kerîm elinden alınmış insanlarız. kur’ân-ı kerîm’lerin toplatıldığı, ele geçmesin diye saklandığı, gömüldüğü günleri çok canlı hatırlayanlar hâlâ aramızda yaşıyor. ben de babaannemden defaetle dinledim, polisten gizlice nasıl kur’ân-ı kerîm tâlim etmeye gittiğini. ancak bunları yaşamış bir millet olarak, tekrar kur’ân-ı kerîm elimizden alınsa veya alınmaya teşebbüs edilse buna karşı ne yapacağımızı bilemiyoruz. herhangi bir tedbirimiz de yok. bugün sudanlı, moritanyalı, somalili bir müslümanı kur’ân-ı kerîm’den kopartmak için omuzunun üstünden başını almanız gerekir. çünkü onlar, hem yazmak hem okumak konusunda hâfızlıkları var.
burada, tedbir almaktan da öte işi daha da güzelleştirip ileri götürmek bizim boynumuzun borcudur diye düşünüyorum. somali’den, sudan’dan, moritanya’dan hocaları türkiye getirip onların metotlarıyla hâfız yetiştirmek ve onlara arapça ve rika’ hattı öğretmek bizim için hem tedbirdir hem de işi güzelleştirip kur’ân-ı kerîm’le irtibatımızı koparmak isteyenlere karşı set üstüne set koymaktır. yine aynı minvalde, afrika’daki müslümanlara rika’ öğretecek, el yazması mushaf tertip edecek hocaları ve bununla ilgili malzemeyi tedarik etmek bizim borcumuzdur. inşallah biz türkler, türkiye’de hâkim bir mevkii elde edersek dünyadaki hâfızların hepsine; hem okuryazar hâfızlara hem okuryazamaz hâfızlara, derecesine göre maaş bağlayacağız.
zeyl: bu yazı aşkar dergisinin 37. sayısında “yeryüzünde kur’ân’ı yaymak mı, yeryüzünden kur’ân’ı silmek mi?” serlevhasıyla neşredilmişti. serlevhayı, sulhi ceylân’ın “ehl-i irfân böyle bir serlevha tercih etmezdi, böyle bir ifadenin telaffuzu veya kâğıdı dökülmesi içlerini titretirdi.” diye bir tenkit getirmesi üzerine değiştirme yoluna gittim. yazının içerisinde benzer ifadeler bulacaksınız; bunların hepsini değiştirmek, kaldırmak meselenin anlaşılmasını zorlaştırır diye bu ifadeleri yerinde bıraktım. bunun dışında sulhi ceylân’ın yazının üslûbunda sert bulduğu birkaç yeri daha hafifletmeye çalıştım, bu değişiklikleri iki yazıyı mukayese eden iki-üç yerde tespit edecektir.
yazıyı, hıristiyan takvimine göre 2016 senesinin şubat ayının başlarında kaleme almıştım. lüzumuna binaen bugün tekrar hatırlatmak istedim. bu vesileyle, afrika’daki müslümanların hafızlık metodunu türkiye’ye getirmeleri için türkiye’de eğitim müesseseleri olan tarikat ve cemaat mensuplarını harekete geçmeye davet ediyorum.
mehmet raşit küçükkürtül
14 Yorum