Will Durant “İnsanlık tarihi, fezada minicik bir yerdir ve onun bize vereceği ilk ders tevazuudur” derken tarihin jeolojiyle olan bağından söz açmak için kısa bir girizgâh yapıyordu. Durant’a göre iklim bizi şiddetlice kontrol etmezse de sınırlandırır. İnsanın yüzyıllar içerisinde inşâ ettiği ve dünyanın ortak hafızasına miras bıraktığı bir şehir, bir kasırgayla birkaç saat içerisinde yıkılabiliyordu. Ya da bir buz dağı, birkaç yıl boyunca binlerce insanın uğraşarak denize indirdiği devasa bir gemiyi ve buna bağlı bir teknolojiyi birkaç dakikada okyanusun dibine yollayabiliyordu. Yağmur, nadiren yağdığı durumlarda Orta Asya’daki gibi bir medeniyeti sıcak kumların altına gömüyorken çok şiddetli yağdığı zamanlarda Orta Amerika’da olduğu gibi var olmaya çalışan bir medeniyeti boğmak istercesine karanlık ormanlarla kaplayabiliyordu. Nereden bakarsanız bakın iklim belli noktalarda bizi kısıtlıyor, sınırlarımızı daraltıyordu.
Will Durant, belki de bu yüzden coğrafyayı, tarihi şekillendiren kalıp, tarihin belirleyici annesi ve disiplin altında tutan evi olarak görüyordu. Ancak yine de tüm bu tespitler medeniyeti yapan ana unsurun toprak değil insan olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Eğer burada ana unsuru insan olarak kabul edersek, bu ana unsurun tarihini doğru bir açıdan ele almanın önemi tartışılmayacaktır. İnsanın tarihi aslında içinde yaşadığımız evrenin, sahip olduğumuz medeniyetlerin tarihidir. Kısaca, insandan çıktığından, insana bağlı bulunan, insana hizmet eden, insanı anlatan, insanın mevcudiyetini, faaliyetini, zevklerini ve oluş biçimlerini ifade eden her şeyle yazılan bir tarih, bugün ihtiyaç duyduğumuz en önemli şeydir.
Tarihi “bir hazine, bir kütüphane, bir vesikalar deposu, bir fabrika” gibi görmez ve ona gerektiği gibi sahip çıkmazsak yarın, onun elinden alınan her şeyin, bir gün, bir şekilde yalana terk edileceğini görmemiz kaçınılmaz olacaktır. Tüm bu uğraşlarımızın ana nedeni yani tarihi bilme iştiyakı ve ihtiyacımız, geleceğimizi düşünme zaruretinden kaynaklanıyor aslında.
Tarih dediğimiz zaman bahsettiğimiz şey; vesikalarla, bilgi ve arşiv belgeleri ışığında değerlendirilmeyen, sübjektif yargılarla yalan, yanlış yorumlanan, güvenilirliği zayıf, zedelenmiş bilgi ve belgelerden yola çıkılarak oluşturulan bir tarih anlayışı değildir. Böylesi bir anlayış ve düşünce bizi geçmişin kölesi yapacağı için önümüzde duran en büyük tehlikelerden birisidir aslında. Tarihi doğru bir şekilde bilmek, insanın geçmişini tanımasına vesile olacağı için onu büyük ölçüde resmî tarih dediğimiz kurgulanmış, üzerinde oynanmış tarih anlayışının köleliğinden kurtarır, en kötü ihtimalle söylersek daha az köle yapar.
Tarihin bir şuur durumu, bir bilinç hali olduğuna inan birisi olarak doğru metinler, belgeler, vesikalar ve şahitlikler üzerinden yazılmış, anlatılmış bir tarih anlayışı için çabalayan yazarların, kitapların, dergilerin varlığını her zaman çok önemsiyorum. Her yıl on binlerce kitabın yayınlandığı ülkemizde tarih alanında da kitap enflasyonu yaşanıyor. İşin teorik alanından başlamayı zahmetli gören, meselenin metodolojik tarafını atlayıp bir an önce sonuca ulaşmaya çalışan insan gerçeği bizi elle tutulacak metinlerden uzaklaştırıyor. Zora talip olmak genel olarak modern dünyanın dayattığı insan tipini sıkan, boğan bir şey. Değişen ve dönüşen zihnimiz artık sonuç odaklı ve sabırsız çalışıyor. Bir an önce sonuca gitmek istiyoruz. Tarihî meselelerde de durum maalesef böyle. Öğrendiğimiz şeylerin sağlamasını yapmıyor, bilgi ve belgelerin hatta şahitliklerin ne kadar doğru, ne kadar sağlıklı olduğuna bakmadan hüküm vermeye can atıyoruz.
Anlattığımız tüm bu sorunların kolay bir çözümü var aslında. Özellikle tarih ile ilgilenen insanımızın okunacak metinleri seçerken çok hassas davranmaları gerektiğini ısrarla anlatmak lâzım. Tarihin bilgi, belge ve şahitliklerle yazıldığını, sübjektiflikten uzak olduğu oranda gerçeğe yaklaştığını izah etmek gerek.
Derin Tarih dergisinin hazırladığı özel sayı dergileri tam bu noktada ele almak çok yerinde olacak kanaatindeyim. Zira içerik ve kadro olarak çok iyi bir şekilde hazırlanan bu dergiler, yukarıda saydığımız birçok sıkıntıyı taşımayan metinler üretmesi açısından önemlidir. Tarihin bu kadar manipüle edildiği başka bir toplum var mı bilmiyorum. Ancak biz kendi gerçeğimizden hareket ederek, içinde yaşadığımız sıkıntılara çözüm üretmek zorundayız. Yoksa bu sıkıntılarla yaşamaya alışmak, ya da onlarla yaşamanın bir yolunu bulmak çözüm değil ölüm reçetesidir. O nedenle Derin Tarih dergisinin incelediğim özel sayılarının Türkiye’deki tarihi doğru açıdan öğrenme anlayışına önemli katkılar yaptığını düşünüyorum. Derin Tarih’in son olarak hazırladığı ve editörlüğünü Prof. Dr. Muharrem Kesik’in yaptığı “Selçuklular” özel sayısı da diğer sayılar gibi alanında uzman isimlerle hazırlanmış. Selçuklular hakkında merak ettiğiniz birçok konuyu bulabileceğiniz dergi dil olarak da gayet anlaşılır bir noktada. Akademik dilin okuyucuyu zorlayan tarafı gördüğüm kadarıyla başarılı bir şekilde inceltilmiş. Bu durum dergide yer alan yazıların ortaya koyduğu gerçeklerin akademik kuvvetine bir zarar da vermemiş ki, işin bu kısmı en az dil kadar önemlidir. Böylece okuyucu her yönden düşünülmüş ve dergiyi eline aldığı zaman bir solukta okuyabilmesi için gerekli hamleler cerrah titizliğiyle yapılmış.
Peki, dergi içerik olarak böylesine derin bir mevzuya ne kadar girmiş diye sorabilirsiniz. Bize göre “Selçuklular” özel sayısı, her meraklı tarih okuyucusunun ve özellikle tarih öğrencilerinin kütüphanelerinde yer vermeleri gereken arşiv niteliğinde bir sayı olmuş. Tarih sahnesinde Selçukluların en önemli başarısı teşkilatçılıkları ve savaş kabiliyetleridir. Muharrem Kesik’in tespitiyle bu gerçeği dile getirecek olursak Selçuklular savaşı sanata dönüştürmeyi başarabilmiş bir devlettir. Bunun yanında Nizamiye Medreseleri ile hem coğrafyanın hem de tarihin akışını değiştirmişlerdi. O nedenle Selçuklular denildiği zaman akla gelen ilk konulardan birisi de Nizamiye Medreseleri oluyor. Ahmet Ocak’ın kaleme aldığı yazıyı tamamlayan nitelikteki bir diğer yazı da Muharrem Kesik’in Nizâmü’l-mülk yazısı. Selçuklunun devlet sistemini Cihan Piyadeoğlu, Çift Başlı Kartal Efsanesini ise Erkan Göksu yazmış. Türklere Anadolu’nun kapısını açan Malazgirt Savaşı’na da yer veren özel sayıda bunların dışında Selçukluların en önemli 12 kumandanından da bahsedilmiş. Selçuklu-Bizans münasebetleri, Selçukluya başkentlik yapmış on başkent ilgi çeken bir başka yazı.
Selçuklular özel sayısında meselenin ticari ve ekonomik tarafı da ele alınmış ve Selçuklu pazarlarında atan ticaretin kalbi mercek altına alınmış. Selçuklular söz konusu olduğunda dikkat çeken en önemli konuların başında gelen Hasan Sabbâh ve Bâtınîler’i Pınar Kaya kaleme almış. Yazı genel olarak Batı dünyasının da ilgisini çeken konuyu okuyucuya sunarken tarihin bu ilk teröristlerini ve Selçuklularla münasebetlerini irdelemiş. Yazı hap bilgi diyebileceğimiz kutularla zenginleştirilmiş ve bu kutularda hem Marco Polo hem de Dante’nin ilgisini çekmesinden bahsedilmiş.
Özel sayı için Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Refik Turan ile oldukça derinlikli bir söyleşi yapılmış. Selçukluları kardeş kılan Ahilik Teşkilatı’nın izlerini Haşim Şahin sürmüş. Selçuklular konuşulduğu zaman belki de atlanmaması gereken en önemli konulardan birisi de dönemin edebiyatı. Osman G. Özgüdenli de özel sayı için kaleme aldığı yazısında Selçuklu hükümdarlarının edip ve şairleri nasıl himaye ettiğini, tasavvuf edebiyatının nasıl doğduğunu ve Selçuklu edebiyatının sözlü ve yazılı eserlerini doyurucu bir şekilde yazmış.
Sikkeler, bildiğimiz gibi hem bir iktisadî ve ticarî araçtır hem de o sikkeyi bastıran kişi ya da devletin iktidar ve nüfuz sembolüdür. Sadi S. Kucur da Selçuklu sikkelerini araştırarak bu sikkelerin diğer İslâm sikkelerinden hangi açılardan ayrıldığı, hangi sembolün ne anlama geldiği sorularını cevaplamış. Bu kadar geniş ve detaylı bir sayıda olması gereken bir diğer önemli konu da Türkiye Selçukluları ve Haçlı münasebetidir. Anadolu’yu ele geçirip Ortadoğu’ya yerleşerek Müslümanları ve Doğu Hıristiyanlarını temizlemek için organize edilen Haçlı seferleri karşısında Türkiye Selçuklularının mücadelesi de okunması gereken bir başka yazı. Özellikle bahsetmek istediğim bir yazı da İbrahim Balık tarafından kaleme alınmış. “Ortadoğu’ya Vurulan 3 Selçuklu Mührü” yazısı on bir sayfa uzunluğunda ve birbirinden güzel görsellerle ve bazı detaylara okuyucunun ilgisini çekmek için hazırlanmış kutularla tamamlanmış. Yazıda Kirman Selçukluları, Irak Selçukluları, Suriye Selçukluları anlatılmış. Büyük bir devlet ve medeniyet kuran Selçukluların denizlerdeki serüveni de özel sayıda yer almış. Burak Nazif Sarıcı’nın “Selçuklular Dalgalara Karşı” yazısıyla güçlü bir kara ordusu kuran Selçuklular’ın, denizcilik ve donanma alanındaki çalışmalarını, Antalya, Alanya ve Sinop’un fethini, Trabzon kuşatmasını, ilk gemi ve tersane çalışmalarını ve Çaka Bey’in neler yaptığını büyük bir merakla okuyacaksınız.
Selçuklu’yu anlamak için bilinmesi gereken bir diğer önemli konu da Gulâm ve Iktâ sistemleri. Ortaçağ İslâm devletlerinin dayandığı en önemli askerî ve idarî teşkilatlardan olan Gulâm ve Iktâ’nın Selçuklu medeniyetindeki yerini yazan Erkan Göksu, Türk-İslâm devletlerini idarî, askerî ve siyasî anlamda muhkem kılan bu iki önemli teşkilatın Selçuklu devletindeki ayrıntılarını mercek altına almış. Okuyucuya küçük kutularla ara bilgiler de veren yazı, dergideki en güzel yazılardan birisi bence. Zehra Odabaşı’nın, Selçuklu devlet adamlarından belki de en önemlisi olan Celâleddin Karatay’ı konu edindiği yazısı, devletin Moğol baskısı ile karşılaştığı bir dönemde ortaya çıkan Celâleddin Karatay’ı, kişiliğini, çalışmalarını, devletine olan hizmetlerini etraflıca anlatan güzel bir yazı. Yine bu yazıda Karatay’ın, devletin politikalarını nasıl belirlediğini ve Moğol tehlikesine karşı Selçuklu’yu nasıl ayakta tuttuğunu da görüyoruz.
Selçuklu sanatına da değinen Selçuklular özel sayısı 192 sayfalık hacmiyle bir kitaptan daha fazla olmuş. İçerik ve tema çeşitliliği, konuların birbirini tamamlayıcı özelliğiyle kütüphanelerimizde kendisine nadide bir yeri hak eden bir çalışma olmuş. Özellikle Selçuklu tarihçiliğiyle bilinmesi gereken önemli akademisyen ve araştırmacıların tanıtıldığı yazı ve ara bölümlerde okuyucuya yol göstermesi için seçilmiş Selçuklu tarihiyle ilgili önemli eserlerin tanıtıldığı yazılar da çok önemli. Bir önemli detay da dergide Selçuklu Kronolojisi, Büyük Selçuklu Devleti Soy Kütüğü ve Türkiye Selçukluları Soy Kütüğü’ne yer verilmesi son derece güzel olmuş. Böylece Derin Tarih dergisinin hazırladığı Selçuklular özel sayısını okuduğunuz zaman her şeyin bitmediğini, size tavsiye edilen kaynak eserlerle daha ileri okumalar yapıp meseleyi dört başı mamur bir okumayla nasıl sonlandırabileceğinizi de öğrenmiş olacaksınız.
Davut Bayraklı