Hayat, bize yolculuklar hakkında konuşmak için nedenler sunmaya devam ediyor. Sonuçta insan, varolduğu tarihten bu güne yolculuk imgesi hakkında konuşmaktan vazgeçmedi. Bu duyguyu perçinlediğim yolculuklarımdan bir tanesi de Hatay’dan Antep’e otobüsle gittiğim yolculuk oldu. Hatay Birlik işletmesine ait otobüse bilet alırken yaklaşık 3,5 saatlik bir yolculuk vaat edilmişti ama 4 saat 45 dakikalık bir yolculuk sonunda Antep terminaline varabildik. Hatay-Antep arasında hemen hemen her ilçede yolcu alınıp indirilmesi ve otobüs şoförünün molaları biraz uzun tutması gecikmeye sebep olan etkenler… Konakladığımız otelimizden Hatay terminaline gidişimiz hızlı olduğu için yolculuğun kalan kısmının da aynı seyirde devam edeceğine inanmıştık ama yanıldık. 9.45’te kalkan aracımız, bizi 14.30’da Gazi şehre ulaştırdı.
Şehre olan hürmetimizden dolayı Antep’e yarım günlüğüne gelmiştik. Yani kalış şehirlerimizden biri değildi. Vakit kaybetmeden çarşıya gitmek için bir şehir içi otobüsüne bindik. Otobüse bindiğimizde görevli şoföre kartımızın olmadığını onun yerine nakit para verme imkânımızın olup olmadığını sorduk. Aldığımız cevap karşısında çok şaşırdık. Kredi ya da banka kartlarından doğrudan çekim yapılabildiğini ve ulaşım kartının otobüslere binmek için şart olmadığını öğrendik. Bu örnek uygulamanın tüm Türkiye’yi kapsayacak şekilde neden genişletilmediğini bilmiyoruz ama Antep farkını bir kez daha göstermiş oldu. Merkezde ilk durağımız Ciğerci Mustafa oldu. Kale altında işlek bir köşe başında yer alan bu mekânın isminin ciğerci olması sizi aldatmasın. Antep’in tüm lezzetleri mevcut. Üç katlı ve aynı zamanda bahçesi ve terası mevcut olan Ciğerci Mustafa’da, Antep Kalesi manzaralı bir masaya oturduk. Antepspor formalı çalışanlar hemen dikkatimizi çekti. Patlıcan Kebabı ve Domates Kebabı söyledik. Patlıcan Kebabı’nın Antep’e has bir lezzet olmasının başlıca sebeplerinden birisi Birecik Patlıcanı’dır. Bu patlıcan mor renktedir ve içindeki çekirdekler botanik anlamda bir meyve olan patlıcanın gövdesine homojen olarak dağılmakta ve bu da kor üzerinde pişen patlıcanın yumuşaklığının meyvenin her yerine eşit olarak dağılmasına sebep olmaktadır. Fırat Nehri’nden beslenen ve bu yakınlığı sayede mikro klima özelliği gösteren Birecik’te nehre yakın hemen hemen her yerin patlıcanı bu kalitede… Coğrafi işaret de alan bu ürün aynı zamanda bölge halkının başlıca geçim kaynağı ve temel uğraşıdır. Kabuğunun soyulmasının kolaylığını da unutmamak gerekir.
Yemekten sonra Antep Kalesi’ne geçtik. Sağlık personeline ve öğrencilere ücretsiz olan müze, şehrin her yerine nazır. Girerken sizi şehrin tarihinde yer etmiş kişilerin heykelleri karşılıyor. Akabinde şehirle ilgili bilgilendirmelerin dönemlere ayrılarak yapıldığı bir koridora giriyorsunuz. Bu koridor karanlık ve serin. Sonra en yukarıya ulaşıp kazıların sürdüğü bir alana çıkıyorsunuz. Kalenin orijinal duvarlarındaki yarıklardan şehrin her yeri görülebiliyor ama ziyaretçilerin oraya kadar gitmelerine izin verilmiyor. Gün batmaya yakınken gittiğimiz için akşam garipliği denen hissi yaşadık. Yeryüzünün çehre değiştirebilmesi aslında üzerine dikkatlice düşünülmesi gereken konulardan bir tanesi. Çıkış girişe göre daha zahmetsiz. Şehrin en başta gelen simgelerinin birisi şüphesiz Tahmis Kahvesi’dir ama bu sefer bir değişiklik yapıp patenti alınan ve Antep’e ait bir tat olan Seddar Bey kahvesini tatmaya gittik. Gümrük Hanı’nın içerisine girdiğinizde sizi masalar ve sandalyeler karşılıyor. Girdikten sonra sağ iç dip tarafta ufak bir kapı var. İşte orası Seddar Bey kahvelerinin pişirildiği yer. İçeriye izinsiz girmenin yasak olduğunun yazdığı tabela hemen dikkat çekiyor. Kahveci Seddar Bey’in kahvelerinin özelliği çift renk ve tada sahip olması. Fincan önünüze geldiğinde siyaha daha yakın kuru toprak rengi ile daha açık renkli çamura dönen rengi olan iki farklı tona sahip kahverengi alanlar görülüyor. Usulü bilinmemekle birlikte tadının orijinal olduğunu söyleyebilirim. Bu kahve esasında Osmanlı dibek kahvesi. Dibekse bir pişirme yöntemi değil, öğütme yöntemi. Hatta en eski usul öğütme yöntemlerinden birisi olduğu söylenebilir. Kahveyi içerken telveyi hissediyorsunuz. Farklı bir lezzet. Yanında ufak paketlerde kuş üzümü de ikram ediliyor. Hanın üst katında hediyelik eşyaların satıldığı tezgâhlar mevcut.
Antep’te üç tane Metanet Katmer var. Herhangi birisine gittiğinizde başka şubelerinin olmadığı yazısını görebilirsiniz. Kan bağı olan ve aynı mesleği yapan kişilerin aralarının bozulması olağan bir durum olduğu için bu konuyla ilgili pek soru sormayıp katmerimizi söyledik. Kunduracılar Çarşısı’ndakine gittiğimizde hayal kırıklığına uğradık. Hamuru bildiğimiz katmer kıvamında değildi. Bunu örtmek için biraz fazla pişirildiği için içi fazlaca yumuşak, dışı sert bir katmer ortaya çıkmıştı. Yemekte epey zorlandık diyebilirim. Antep fıstığının en kalitelisi olan Jumbo ağaç altı türünden tadımlık fıstık aldığımızda içinde hiç açılmamış tanelerden de olduğunu görünce üzüldüm. Antep esnafına yakışan bir tutum değildi ama başımıza gelmişti bir kere. Bir başka olumsuzluk ise Eski Şire Hanı’nın otele çevrildiğini fark etmem oldu. Kesme taşlardan inşâ edilen iki katlı hanlar grubundan olan bu han İpek Yolu üzerinde Gaziantep’ten Kore’ye kadar uzanan hattaki en büyük kervansaray olma özelliğini taşıyor. Kare planlı handa doğu, batı ve kuzey olmak üzere üç yönden giriş mevcut. Halka açık olduğu takdirde vakit geçirilebilecek iki büyük avlulu mekânın otel yapılmasında ne gibi bir kamu yararı var merak ettim. Bu tarz yapılardan yararlandırma bakımından idarelerin çok geniş takdir yetkisi olmadığı bilinen bir gerçektir. Buna rağmen halkın ulaşımını kayda değer şekilde sınırlandıran bir kullanım biçiminin tercih edilmesi yine şehre yakışmayan bir durum olmuş.
Malatya’ya doğru yola çıkmak üzere terminale giderken mesafeleri, uzaklıkları ve yakınlıkları düşündüm. Mesafe ve yakınlık aynı anda aynı şey için mümkün olabilir mi sorusunun cazibesine kapıldım. Cevabını bildiğim ya da cevaplayacak kadar dolu olduğum bir soru değil bu. Ama mesafeli bir yakınlık duymanın mümkün olduğunu düşünüyorum. Soruyu güncelleyip şöyle de ifade edebiliriz: çizgiyi nereye çekeceğiz? “mesafe” ve “yakınlık” çizgi çekilen yere göre farklı anlamlar ve görünümler kazanır. Kişi, çizgiyi kendisine yakın çekerse etkileşimleri optimum seviyede tutmakta zorluk çekebilir. Tersine, kişi çizgiyi kendisinden uzağa çizerse kendi hareket alanını genişletmiş ve pozisyon alışını kolaylaştırmış olur. Bu tarz soruların üzerinde çok durduğumda tatmin edici olmaktan ziyade tahrip edici sonuçlara ulaştığımı itiraf etmeliyim. Ama bu durum, soruların çekiciliğinden bir şey eksiltmiyor. Çizgiyi çizerken insanın kendisine sorması gereken soruların başında şu iki soru vardır: “Benim ihtiyacım ne?” ve “Ben ne istiyorum?” Çizgiyi çekerken ihtiyaçlarını gözeten insanlar genelde kendilerine uzak bir noktaya çizerler bu çizgiyi. Bu sayede kendilerini gerçekleştirecek bir imkân oluşturma ihtimallerini yükseltirler. Ama ihtiyaçlarını gözetmeksizin isteklerine öncelik verenler bu çizgiyi biraz daha yakına çizerler. Hareket alanlarını daraltıp kişiler ve şeyler tarafından çepeçevre sarılırlar. Mesafeli bir yakınlık duymak pamuk ipliğiyle örülmüş ilişkilerden oluşan dünyamızda birçok sorunumuza çözüm ve hayatımıza kalite getirebilir.
Muhammed Furkan Kâhya
1 Yorum