Roman ve oyun yazarı Peter Gnedich, Anton Çehov’un Tolstoy ziyareti hakkında ilginç bilgiler naklediyor. Çehov, ziyaretinde, Tolstoy’un hastalık nedeniyle elden ayaktan kesildiğini söylüyor Gnedich’e. Bu haline rağmen ziyaret süresinde yazıları hakkında konuşmayı ihmal etmemişler. Ziyaretin sonunda Tolstoy’un vedalaşmak için kendisini öpmek istediğini anlatan Çehov, “Ona doğru eğildiğimde kulağıma şunları fısıldadı: ‘Oyunlarını hiç beğenmiyorum. Shakespeare kötü bir yazardı, ama sen ondan da kötüsün.’”
Aslında Çehov, bütün yazarları hakir gören Tolstoy’un en çok da bu tarafına hayrandır. Ona göre Tolstoy bütün yazarlara koca bir boşluk gibi davranıyor. Bazı zamanlarda Maupassant’ı, Kuprin’i, Semenov’u ve Çehov’u övgü dolu sözlerle anan Tolstoy bunu neden yapıyor dediğinizde cevabını yine Çehov veriyor: “Çünkü bize çocuk muamelesi yapıyor. Bizim öykülerimiz, romanlarımız onun eserlerine kıyasla çocuk oyuncağı gibiler. Öte yandan, Shakespeare… O ayrı bir vaka. Shakespeare, Tolstoy’un canını sıkıyor, çünkü o yetişkin bir yazar konumunda ve buna rağmen Tolstoy gibi yazmıyor.”
Tolstoy, Çehov’u sevmesine rağmen oyunlarından hazzetmezmiş. Bir keresinde Çehov’a “Oyun yazarı, tiyatro seyircisinin elinden tutup, onu istediği yöne doğru götürmelidir. Senin karakterlerini takip etsem nereye varırım? Ancak oturma odasındaki koltuğa gidip geri dönerim. Çünkü karakterlerinin başka gidecek yeri yok.” demiş. Çehov, bu eleştiri sonrasında oyun yazdığı zamanlarda bazen oturup düşündüğünü söylüyor. Karakterlerinin nereye gittiğini soruyormuş kendine. Bu durumu sinir bozucu bulsa da zaman zaman gülmesine de neden oluyormuş.
***
13 çocuğu olan (ki bazı kaynaklarda 12, bazı kaynaklarda 14 olduğuna dair rivayetler mevcut.) Lev Tolstoy’un psikolojik durumu yaşı ilerledikçe kötüleşmiş. Zaman ilerledikçe Tolstoy kendini içinden çıkamadığı bir depresyonun pençesinde bulmuş. Varlıklı birisi olmasına rağmen ömrümün yarısından sonra münzevi bir yaşamı tercih etmiş. Çünkü kendisiyle sorunları vardır; âdeta medcezirler yaşıyordu ve geçmişinden rahatsızlık duyduğu birçok olay hafızasından hiç gitmiyordu. Edebiyat dünyasındaki başarısı da kendi içinde bir takıntıya dönüşmüştü. Bazı zamanlarda intiharı düşünüyor ancak bunun için gereken cesareti de kendinde bulamıyordu.
***
“Din ve Ahlâk” başlığı altında otuzdan fazla eser veren Tolstoy, bir keresinde güncesine şunları yazmış: “Savaşta adam öldürdüm, düelloda karşımdakiyle dövüştüm, iskambilde kaybettim, köylünün alın teriyle ürettiği malı heba ettim, köylüyü zalimce cezalandırdım, havai kadınlarla âlemler yaptım ve insanları kandırdım. Yalan dolan, soygunculuk, her türlü aldatma, içki, şiddet, cinayet… İşlemediğim tek bir suç olmadı.”
Güncesine düştüğü notlara bakarsanız, ölümsüz eserler yazan bu adam, orta yaş bunalımına girdiği dönemlerde tam bir felaketmiş. Tuttuğu günceyi evlenmeden bir gün önce karısı Sonya’ya zorla okutmuş. Günceyi okuyan Sonya “açıklık” ya da “dürüstlük” olarak görmeye çalıştığı şeyin çok fazla olduğunu düşünmüş olsa gerek ki kendi güncesinde yaşadığı şeyin iğrenç olduğunu ve bundan büyük bir tiksinti duyduğunu yazmış.
Nasıl bir Tolstoy’la karşılaştı Sonya? Bunu tam olarak bilmiyorum. O günceyi ben okusam ne düşünürdüm onu da bilmiyorum. Ama bir gerçek var ki Tolstoy da kendi halinden memnun değildi, hem de hiç! Arkasına dönüp baktığında hizmetkârlarına ölesiye eziyet eden ve geride kalan dul kadınlara kötülük yapan bir adam görüyordu. Belki de vicdanî yükünü hafifletmeye çalışmasının bir ifadesiydi güncesindeki bu satırlar. Bu sayfalarda görülen yazar Tolstoy’dan ziyade orta yaş bunalımında çıldırmanın arifesinde bulunan insan Tolstoy’du. Bu kriz sonunda köklü bir ruhsal dönüşüm yaşadı ve cinsellikten, alkolden, tütünden ve et tüketmekten vazgeçti. Hizmetkârlarını özgür bıraktı ve onlara muazzam bir servet bağışladı. Hayatı boyunca ölümü düşündü desem yanlış olur mu acaba? Çünkü “İvan İlyiç’in Ölümü” isimli eseri yazan bir adam, ölüm olgusunu uzun uzadıya düşünmeden böyle bir eseri ortaya koyamazdı. Ölümü böylesine düşünen yazarın son sözleri de ilginçtir: “Peki ya köylüler… Köylüler nasıl ölür?”
Gençliğinde kabına sığmaz bir delikanlı olan Tolstoy “Her türlü günahı işledim.” diyordu. Rivayetlere bakılırsa çağdaşı İvan Turgenyev’i düelloya davet etmiş. Hatta tabancalar bile gelmiş ama araya giren hatırlı dostlar sayesinde düello yapılmamış. Bu olayın ardından ikili uzun yıllar boyunca hiç görüşmemiş. Ah, şu entelektüeller!
***
Ölümünden önce, 48 yıllık evliliğin ardından karısını terk edip evden kaçarken geriye kısa bir not bırakmıştı: “Benim yaşımdaki insanların sıkça yaptıkları bir şeyi yapıyorum. Son günlerimi tek başıma ve sükûnet içinde geçirebilmek için dünyadan vazgeçiyorum.” 10 gün sonra da bir tren istasyonunun görevli kulübesinde cesedi bulundu. İddialara bakılırsa İstanbul’a gelmek istiyormuş. Bir başka iddia da müslüman olmasıyla ilgili. Cenazesi klasik Ortodoks usullerine göre kaldırılmamış ve mezarının başında da haç yokmuş. Azeri bir dostuna yazdığı mektuplarda Hz. Muhammed (s.a.v) için övgü dolu sözler kullanmış ve gerçek dinin, onun getirdikleri olduğunu söylemiş.
***
Görüyorsun ya sevgili okur, sen ne yazmak istersen iste, bildiklerin ve kalemin seni yazılması gereken yere doğru ustaca ve sessizce çekip götürüyor. Bu, denizdeki ters akıntı gibi bir şey galiba… İngiliz şairden yola çıkıp yazıyı nereye getirdik! Demek ki bilgimiz, zihnimize çizilmiş bir sınır, bir kafes…
Maksadım Tolstoy gibi dünya edebiyatında derin iz bırakmış büyük bir yazarın en kötü taraflarını sergilemek değil. Bu kötü taraflarıyla yüzleşen, onlardan ürken ve sonunda da kaçan bir yazar, bir düşünürle karşı karşıya kaldığımızı ifade etmek istedim. Hayat bir bütündür ve bütünü anlamadan yapılan her yorum eksik hatta yanlıştır.
Davut Bayraklı