Gece yaptığım seyahatlerdeki kadar hiçbir zaman düşünmedim, var olmadım ve de kendimle yüz yüze gelmedim. Özenle takip edilecek yol, bakılacak manzara, görülecek bir yer olmadığında insan hal-i pür-melalinin farkına daha kolay varır. O esnada söylentiler, yakınmalar ve yankılar son bulur. Tüm kimlik, yüz ve maskelerimiz saydamlaşır. Samsun’dan Ordu’ya giderken, araca sessizlik hâkim olur olmaz kendimi tekrar teşrih masasına yatırılmış buldum. Kurgusal olaylara gerçek muamelesi yapmaktan hayatın kendisinin belgesel niteliğini göz ardı ettiğimi fark ettim. Oluşlara yüklemek istediğim anlamı yükleyip bunların asıl anlamlarını ve hayatın içindeki yerini saptamanın canımı acıtabileceğine kanaat getirdiğim zamanlarda yaptığım vasıflandırmaların yanlış olabileceğini çoğu zaman düşünmek istemiyorum. Buna kendini kandırmak deniliyor, biliyorum. Üstesinden gelmek için realitelerin sindirilmesi zor olgular olabileceğini kabullenmem gerekiyor. Belki de bu seneki gezimize sırf bunu anlamak için katılmalıydım. Kim bilir!
Perşembeyi cumaya bağlayan gece saat bir sularında konaklayacağımız otele vardık. Ekipçe yorgunduk ama gezdikçe yeni yerler görmeye olan iştahımız artıyordu. Ordu -Giresun Havaalanı’na birkaç kilometre uzaklıktaki Kubaliç Otel’de konaklayacaktık. Eşyalarımızı yerleştirip çorba içmeye gittik. Otel çalışanlarına en yakın lokanta nerede diye sorduğumuzda Giresun’un Piraziz İlçesi’nde bulunan bir mekânı tarif ettiler. Ordu’ya varmak üzere iken Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden hem sınıf hem okul arkadaşım olan Mehmet’i aramıştım. Kendisi nevi şahsına münhasır ve muhabbetşinas birisi. Aynı zamanda Giresun’da ikamet ediyor. Geziye çıkmadan önce onu görmeden geçmeyeceğimi söylemiştim. Çorba faslından sonra gece iki buçuğu biraz geçerken evine misafir olduk. Demlediği çaydan hepimize en az ikişer bardak içirmeden bizi bırakmadı. Sokağa kadar bizi uğurlamak için inip Kayseri hakkındaki fikrimizi sorduğunda Ömer, Emirhan ve ben istemsizce gülmeye başladık. Zira bugüne kadar beraber otuz civarı şehir görmüştük ve en beğenmediğimiz şehir Kayseri’ydi. Daha kötüsüne ise denk gelmek istemiyoruz.
Gece üç buçukta yatağa kendimi atmamla uyumam bir olmuş. Semih de öyle. Ama Emirhan ve Ömer daha önce bir kez Ordu’ya geldikleri için gece turuna çıkmak istediler. Aracın anahtarını alıp gittiler. Sabaha karşı 5.30 gibi odaya geldiklerini hayal meyal hatırlıyorum. Ordu merkezi sabah saat 11’de gezmeye başlamazsak program aksayabilirdi. Bu yüzden kahvaltıya 10’da inmemiz gerekiyordu. Ekibin en uykucusu Emirhan’ı kaldırmak biraz zor oldu. Ben ve Semih uykumuzu alıp kolayca kalkabildik ama Ömer ve Emirhan bizden ancak 45 dakika sonra kalkabildi. Ordu hakkında olumlu düşüncelere sahiptim ama neyle karşılaşacağıma dair bir fikrim olmadığı için temkini elden bırakmayıp olumsuz şehir manzaralarına da kendimi hazırladım. Aracı sahil yolunun bir arka sokağına park edip yürümeye başladık. Şehir peyzajının güzelliği hemen dikkatimi çekmeye başladı. Sokaklar da muntazamdı. Türkiye’de nadiren şehir dokusunun şehrin büyük bir kısmına benzer şekilde yayılabildiğini görebilirsiniz. Ordu da bu şehirlerden birisiydi. Sahil şeridine geçip yürümeye başladığımızda düzenli şehir böyle bir yer olsa gerek diye düşündüm. Kordon boyu her türden ihtiyaca cevap verebilecek şekilde tasarlanmıştı. Çimler vahşi bir görünüm vermiyordu. Bisiklet yolu, koşu parkuru ve yürüme alanları net şekilde ayrılmıştı. Banklar, insanların oturmak isteyeceği yerler düşünülüp yerleştirilmişti. Ağaçların estetik kaygı güdülerek dikildiği anlaşılabiliyordu. Göze batan ve kirliliğe sebep olan hiçbir şey yoktu. Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı ve ekibini bu yüzden tebrik etmek gerektiğini söyleyebilirim.
Öğleye doğru meşhur Boztepe’ye çıkmak için teleferik istasyonuna vardık. Bilet aldıktan sonra teleferiğe binmeden hemen önce hatıra fotoğrafı çektirdik. Teleferikten indikten sonra Ordu’ya doğru baktığımızda hepimiz şehir planlamasının başarılı olmasından dolayı şehrin çirkin bir silüete sahip olmadığı hususunda hemfikirdik. Ordu insanın kolayca sevebileceği iç açıcı bir şehir olma özelliğini taşıyordu. Boztepe ziyaretçilerin kaliteli vakit geçirebilmesi için çok güzel düzenlenmişti. Teleferikten indikten sonra restorana doğru ilerlerken irili ufaklı birçok tezgâh mevcut. El işi, yöresel ürünler ve yiyecek satılan bu tezgâhların neşe ve canlılık kattığını söyleyebilirim. İleride sosyal tesisin hemen altında insanların şehri daha rahat görebilmesi için aşağı doğru eğimli büyük bir platform kurulmuştu. Pütürlü malzeme ile kaplanarak insanların kayıp aşağı düşmesinin önüne geçilmek istenmiş. Oradan daha geniş bir görünümle şehir izlenebiliyor. Denizin Karadeniz’i değil de Ege’yi andırırcasına sakin oluşu orada kalma süremizi biraz daha uzattı. Ordu artık bizim için ziyaret ederken tereddüte düşmeyeceğimiz şehirlerden bir tanesiydi.
Giresun ile Ordu arasında fındık konusunda bir rekabet söz konusu. Ordu fındığı Giresun fındığına göre iri ve yağ oranı daha azdır. Giresun fındığı ise küçük ve daha yağlıdır. Fındığa tadını veren ana unsurun ihtiva ettiği yağ oranı olduğunu Mehmet’ten öğrenmiştim. Dolayısıyla bu rekabette tercihimin Giresun fındığından yana olduğunu söyleyebilirim. Ordu fındığının daha çok yağ yapımında kullanılması da bu tercihimde etkili oldu.
Giresun’un iç kesimlerine uğramayı düşünmüştük ama sel felaketi Yağlıdere İlçesi’ne epey zarar verdiği için bu fikrimizden vazgeçtik. Giresun Adası’na da sefer saatleri sık olmadığı için vakit ayıramadık. Giresun ve Ordu iklim olarak Samsun ve Sinop’tan farklı. Bitki dokusu daha sık ve daha düzenli şehirler. Ayrıca insanı çok halim ve sıcakkanlı. Dışarıdan gelenlere kucak açan bu yapısı Karadeniz kültürel “ethos”una çok uygun düşen bir tavır değil. Sokaklarda güler yüzlü insanlara rastladığım belde ve şehirleri gönlümün baş köşesine oturttuğumu söyleyebilirim. Ordu ve Giresun bu bakımdan benim için her zaman gitmeye ve görmeye değer şehirler olacak.
Muhammed Furkan Kâhya
1 Yorum